|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Türkiye'nin tarihi geçmişi, moderleşme deneyimi ve siyasetin kendine özgünlüğü dikkate alınmadan Müslüman ülkelerde yaşanan İslam, siyaset, İslamcılık deneyimlerine ilişkin yapılan karşılaştırmalar genelde yanlış düzlemde ele alınıyor. Oysa ne siyaset geleneği ve siyasal sistem açısından Türkiye ne de İslam anlayışı ve İslamcılık geleneği açısından İslamcılar diğer benzerleri ile birebir aynıdır. Hatta büyük ölçüde farklı tarihi, siyasal ve sosyal süreçlerin ürünüdür. Bir zamanlar Sudan islami hareketinin ideolog-lideri Turabi'ye danışmanlık yapmış ve Abdulvehab el-Effendi, batıda yaşayan üretken entelektüel zihinlerden biridir. İçinde yetiştiği islami hareketlerle eleştirilen mesafeyi koruyabilmenin avantajı ile İslami hareketlerin yapısal ve düşünsel sorunlarına ilişkin tartışma açıcı tespitlerini ilginç bulmuşumdur. Özellikle demokrasi sorunu üzerine yaptığı çıkışlarıyla ilgi çekmiş, pek çok tartışmaya kapı aralamıştır. Kendisiyle de yaptığım röportajlarda ayrı bir zevk aldığımı söylemeliyim. Demokratikleşme ve demokratik kültür eksikliğini İslam dünyasının en büyük sorunu olarak görür ve bunun gerçekleşmemesinin önündeki en büyük engel olarak despotik rejimler kadar İslami hareketlerin demokrasiye olan "mesafeli tutum"larına bağlar. El-Effendi son yazısında, genel olarak İslam dünyasındaki İslami hareketlerin yakın dönemde gösterdiği başarının nedenini haeketlerin popülerleşmelerine bağlamaktıdır (Lübnan'da yayınlanan The Daily Star'dan tercüme, Radikal). Özetle, İslami hareketlerin İslamcı taleplerin geri çektikleri oranda başarı kazandıklarını iddia ediyor. "Daha az İslamcı olurken daha fazla popülerlik kazanıyorlar" cümlesini kurarken bu yeni durumun İslam dünyasındaki despotik yönetimlerin inadını kırmak için neredeyse tek yol olduğunu söylemeye getiriyor. Bu yöntemin gelecekte, İslam dünyasında toplumsal taleplerin siyasete taşınmasına yarayıp, yaramayacağı tartışılabilir, ancak El-Effendi"nin uluslararası güç dengelerinin, özellikle İslam dünyasında siyasal yapılanmaları belirleyici bir faktör olarak devreye girmiş olduğunu unutmuş olması tuhaf görünüyor. Bizzat Sudan deneyiminde bile, Turabi'nin hayli "demokratik" siyasetine karşılık uluslararası sistemin (siz buna ABD ya da petrol kartelleri diyebilirsiniz) askeri yönetimi tercih ederek on yıllık iktidari nasıl deverdiği yeni bir gelişme olarak hafızalarda canlılığını koruyor. İç siyaseti belirleyen uluslararası dengeleri bir yana şu tesbiti önemli: "Müslüman dünyadaki kamuoyu, İslami mirasa düşmanlık beslemeyen ama İslami doktrinin dar ve katı yorumunda ısrar etmeyen partileri destekliyor." İslam dünyasındaki temel sorun da tam da bu noktada düğümleniyor zaten, toplumları kendi doğal tercihleri ile başbaşa bırakmaktan korkan, toplum mühendisliğine soyunan yönetimlerin topluma hayat tarzı formatlamaya çalışıyor olmaları. Siyasal taleplerin temsil imkanı bulamayan kitlelerin radikalleşmesi sanıldığının aksine çoğu kez doktriner olmaktan çok siyaset sosyolosinin alanına giren bir sorundur. Nadiren ele geçirdiği zayıf siyasal iktidarlarının da başarısız olması için uluslararası kumpanyanın nasıl devreye girdiğini görmemek için saf olmak gerekir. Tam da bu noktada şu soru gündeme geliyor: İslam dünyasındaki İslami oluşumların İslami taleplerini geriye çekerek toplumların sorunlarının çözülmesi mümkün mü? İslami taleplerin geri çekildikçe hareketlerin popülerleşmesi (Şerif Mardin'in deyimiyle folk İslam'laşması) dolayısıyla iktidar yolunun açılıyor olması o ülkenin temel sorunlarını çözülmesi anlamına mı gelir, yoksa gerçek sorunları çözümüne ilişkin önerilerinin, çözme şanslarının ertelenmesi anlamına gelir. Önümüzdeki dönem, yaşanan ve yaşanacak deneyimler ışığında bu çok daha rahat tartışılacak. Türkiye, İslamcılar ve sol deneyim Abdullvahab el-Effendi'nin yazısında, kendilerini İslamcı değil Müslüman demokrat olarak niteleyerek iktidara gelen eski İslamcıların başarısının örnek alınması gerektiğini savunuyor ve ekliyor: Türkiye bir kez daha yol gösteriyor. Türkiye'nin İslam dünyasına İslam ve siyaset ilişkisi anlamında nasıl bir yol gösterdiği ve bunun İslam dünryasında ne türden anlamlı sonuçlara yol açtığı açık değil. Ancak, yazının başına dönersek, Türkiye'nin siyasi ve tarihi geçmişinden kaynaklanan konumu ile çoğu kolonyal deneyimden geçmiş ve bunun derin izlerini taşıyan siyasal yapılanlamalar ve İslami hareketlerle karıştırmamak gerekir. Effendi'nin Türkiye'den kalkarak Fas, Pakistan gibi tümüyle farklı sosyolojik gerçekliklere yönelik çözümlemeler önermesi tipik kafa karışıklığın bir örneği gibi duruyor. Tıpkı batılı yeni oryantalislerin İran devriminden sonra Türkiye'de benzer bir devrim beklemeleri gibi. Türkiye'de İslam-İslamcılık-siyaset kurumu ilişkisi bakımından açıklayıcı olacağını düşündüğüm yine Türkiye'ye özgü bir duruma değinmek yarayışlı olabilir. Türkiye'de son yirmi yılda solun yaşadığı bir deneyim var. Bu deneyim bugünün Müslüman demokratları, dünün İslamcıları açısından anlamlı bir deneyim olarak durmaktadır. Türkiye'de özellikle 12 Eylül askeri darbesi sonunda şekillenen sol ve iktidar ilişkisi siyasetini doğasına, siyaset kurumunun işleyiş-iş tutuş tarzına ilişkin yarayışlı ipuçları veriyor. Geçenlerde Murat Belge'nin belirttiği gibi Türkiye'de solcular toplumsallıklarını ve toplumsal taleplerini geri çektikleri oranda iktidara yerleştiler. Yani toplumdan soyutlandıkları, toplumunu gerçek sorunlarına ilişkin dertlerini sırtlarında kambur olarak görmeye başlamalarıyla devlete yerleş/tiril/meleri arasında doğrudan bir ilişki var. Bugün bürokrasiden entelektüel hayata kadar tüm alanlar eski solcularla dolu ama solculuğun varlık sebebi olan sorunların sahibi yok. Solcuların iktidara gelmiş olması solculuklarının nedeni olan can alıcı soru/nların çözümü anlamına gelmiyor. Benzer durum İslamcılara ilişkin olarak da söylenebilir. Bir dönem İslamcılık yaparak olmasa bile İslamcılarını reddetmeden yarım iktidar oyunu oynayan kadrolar cezalandırıldı. Bundan "ders çıkaran"lar ise, İslamcılarını reddederek iktidar yolunun açılmasını deniyorlar. Otorite nezdinde belli kademelere yerleşiyor olmaları kendilerini anlamlı kılan "içeriğin boşaltılması, taleplerini geri çekilmesi" şartına bağlı. 12 Eylül'de en büyük cezaya çarptırılan solcuların toplumsallıklarından ve toplumsal iddialarından vazgeçmeleri karşılığı taltif edilmelerine benzer bir durumu post-modern darbeyle cezalandırılan, "biatı kabul edilmeyen"ler için sahneleniyor. Haslı Türkiye'de siyaset ve hele din siyaset ilişki El-Effendi'nin sandığından çok daha modern tarzda yürüyor. Yazının başlığındaki soruya dönersek: Türkiye'de iktidar böyle bir şey.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |