T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Öğretmenlik ve otuz yıl aynı noktada kalmak!

Türkiye tarihi günler yaşıyor. Mukadderatımızı doğrudan ilgilendirecek kararlar alınıyor, tercihler yapılıyor.

Akıl almaz bir hızla yaşanan gelişmeleri yerimizden hop oturup hop kalkarak takip ediyoruz.

Bugün 12 Aralık ve Avrupa Birliği liderleri Kopenhag Zirvesi'nde toplanmış durumda. Gündemde Türkiye'nin tam üyelik görüşmelerinin başlatılmasıyla ilgili talebi de var. Herkesin gözü orada.

Diğer yandan Kıbrıs konusunda BM Genel Sekreteri tarafından hazırlanarak taraflara sunulan çözüm planının ne olacağı ortaya çıkmakta. Otuz yıldır bölgenin en önemli sorunu olarak gündemin baş köşesini işgal eden Kıbrıs sorununun çözümü konusunda acaba kapı aralanacak mı? Hepimizin merak ettiği önemli bir soru.

"Brifing politikası" geri mi geliyor?

İçeride yaşanan gelişmelere hiç değinmiyorum. Mesela şu Genelkurmay'ın hükümete verdiği "brifing" başlı başına üzerinde durulması gereken önemli bir gelişme. İster istemez hatıralarımızda tazeliğini hala koruyan meşhur "brifing politikası" yeniden gündeme mi geliyor sorusu akla geliyor. Olayda cevaplanması gereken pek çok soru var: Brifing vermesini Hükümet mi istedi, yoksa Genelkurmay mı? Brifingle ilgili detay bilgilerin basına anında yansıması nasıl gerçekleşti? Üç saatlik brifing neden bir "irtica brifingi" şeklinde sunuldu? Burada talep edilen siyasal konular bir brifingin kapsamına nasıl girebilir? Evet sorular çok ve Türk siyasetinin işleyişini ortaya koyması bakımından da önemli. Belki de işin en önemli yanı brifingin gerçekleştirildiği tarih. 12 Aralıktan sadece iki gün öncesi bir tesadüf olabilir mi? Hem de AB'nin Türkiye'ye yönelik temel eleştirilerinde ordunun siyaset üzerindeki vesayetinin bilindiği bir ortamda! Neyse bunu da geçelim...

E. Mumcu öğretmenliğe el atıyor...

Ben bütün bunların dışında pek çok kişinin gözünden kaçan çok önemli bir hususa dikkat çekmek istiyorum. Milli Eğitim Bakanı E. Mumcu'nun öğretmenlik mesleğine yönelik bir açıklaması, bu konuda gerçekten bir devrim mahiyetinde gözüküyor. Öğretmenlik mesleğinin sorunları, sıkıntıları ve statüsü hep tartışma konusu olmuştur. Genellikle kamuoyu bu mesleği fedakarlık, yücelik ve ücret düşüklüğü şeklinde hatırlamıştır. Mesleğin yapısından kaynaklanan sorunlara fazla eğilmemiştir.

Kamuoyunu bir tarafa bırakalım öğretmen camiasının da ücret düşüklüğü, ekonomik sıkıntılar vb. gibi sorunları geçerek işin özüne eğildiğini söylemek zordur.

İlkokul öğretmenliği yaptığım yıllarda her yıl düzenlenen meslek kurslarında hep şunu söylerdim; "öğretmenliğin temel sorunu otuz yıl hep aynı pencereden dünyaya bakmak zorunda olmamızdadır. Mesleğe başladığımız gündeki konumumuz ile emekliye ayrıldığımız gündeki konumumuz arasında hiçbir fark yok. Otuz yıl aynı noktada, aynı statüde ve aynı yerde bulunuyoruz. Bu bizi statik, hareketsiz ve umutsuz yapıyor. Öğretmenlik mesleği dinamik hale getirilmeli, yükselmeye imkan verecek şekilde sınıflar oluşturulmalıdır..."

Bu önerilerim bazen ilgi gördü, bazen dudak bükülüp geçildi. Sonuçta da öğretmenlik mesleği statik ve dinamizmden yoksun özelliğini korudu. Hiçbir meslekte bu derece durgunluk yoktur. Bir işçi bile çalıştığı yerde zaman içinde yükselebilir, usta, ustabaşı, vs. olabilir. Öğretmense otuz sene hep aynı statüde, sadece öğretmendir.

Sayın Mumcu bu mesleğe bir dinamizm kazandırma gayreti içinde gözüküyor. Öğretmenlik mesleğini kendi içerisinde stajyerlik, öğretmenlik, uzman öğretmenlik ve başöğretmenlik diye kategorilere ayırarak bu mesleğe başlayan birinin aşağıdan yukarıya belli başarılarla yükselmesine imkan veriliyor. Başarılı olan stajyer öğretmen öğretmen olacak, birkaç yıl bu statüde çalıştıktan sonra belli bir başarının ardından uzman öğretmenliğe yükselecek, daha sonra da başöğretmen olacak. Yani öğretmen olarak mesleğe başlayan bir kişi emekli olurken başöğretmen olarak emekli olacak.

Bu öğretmenlik mesleği için son derece önemli bir yeniliktir. Mesleği durgunluktan, umutsuzluktan ve dinamizm noksanlığından kurtaracak ve öğretmenlerin yükselebilmek için çalıştıkları, ek gayret gösterdikleri, başarının değerlendirildiği, ödüllendirildiği bir meslek haline gelecektir.

Tek tip giyinmek tek tip düşünmektir...

Sayın Mumcu'dan söz etmişken okullarda kılık kıyafetteki standart üniforma uygulamasına son verileceği şeklindeki beyanını da hatırlatmam gerekir. Bu da yine Milli Eğitimimiz açısından devrimci bir değişiklik olacaktır. Otuzlu yılların toplumu tek tipleştirici anlayışın ürünü olan öğrencilerin tek tip giyinmeleri uygulaması toplumsal hayatın renkliliği, farklılığı ve çoğulculuğu gerçeğiyle asla bağdaşabilen bir durum değildir. Kılık kıyafette çoğulculuğu yaşayamayan bir çocuk toplumsal ve siyasal hayatta nasıl yaşayabilir?

Demokrasinin farklılığa tahammül ilkesi okullarda çocukların doğal ve farklı giyinmeleriyle başlar. Tek tip üniformaya mahkum edilmiş çocuklardan demokrasiyi ruhlarına sindirmelerini beklemek boşunadır.


12 Aralık 2002
Perşembe
 
DAVUT DURSUN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED