T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Erdoğan şanslı mı?

Tayyip Erdoğan ve arkadaşları, yurt içinde, bazı mihrakların hassasiyeti yüzünden meşruiyet bunalımına girebilirlerdi. Ama Batı'dan öyle bir destek aldılar ki, demokrasi dışı zorlama ihtimali geride kaldı.

AK Parti liderinin demokrasiye böyle sıkı sıkıya yapışmasında, mensup olduğu camianın uğradığı mağduriyet önemli ölçüde rol oynadı. Erdoğan, elini Batı ittifakı ile güçlendiriyor. Buna mukabil, mağduriyeti, Batı'nın gözünde, onun samimiyetinin bir belgesi gibi değerlendiriliyor.

Bardak boş değil

Erdoğan, zirveden olumsuz sonuç çıktığı takdirde "AB, neticelerine katlanır" derken, aslında duygusal bir tepki gösteriyor. Ama bu sözleri, AB'den kopuş olarak değerlendirmek doğru olmaz. Çünkü Türkiye, 1963'te Ankara Anlaşması'nın imzalanmasıyla birlikte, bu yola girdi. Bu yola adetâ "baş koydu" Arada iniş çıkışlar, dalgalanmalar meydana geldi. 1997'deki Lüksemburg zirvesini hatırlayalım. Hemen 28 Şubat'tan sonraydı. Avrupalı müttefikler, Türkiye'nin aday olamayacağı kararını vermişti. Biz de, bütün ilişkileri askıya aldık; sert tepki gösterdik. 1999'da Helsinki'de, Türkiye'nin adaylığı ilân edildi. 2002'de, Kopenhag zirvesinde, sıra müzakere takvimini almaya geldi. "Şartlı olarak", ülkemize müzakere takvimi verilmesi, dışişleri bakanları tarafından benimsendi. Şimdi bu müzakere takvimini öne çekmeye, 10 yeni üyenin AB'ye katılacağı Mayıs 2004'ün öncesine almaya gayret ediyoruz.

Görüldüğü gibi bardak, sanıldığı kadar boş değil.

İslâmî arka plan

İktidara gelişi, hemen Kopenhag zirvesi öncesine ve Irak krizinin tam ortasına rastladığı için, Tayyip Erdoğan'ı şanslı bulanlar var.

Öyle ya... Bir anda yıldızı parladı. Hiç, Türkiye, dünyada, bu ölçüde ilgi odağı olmamıştı.

Bence, alâka sadece Kopenhag zirvesi ve Irak'tan kaynaklanmıyor, Erdoğan ve arkadaşlarının İslâmî arka planı da bu ilgide rol oynuyor.

Dünya, İslâm'ın barışçı, hoşgörülü, aydınlık yüzünü keşfediyor. Toptancı bakış açısından kurtuluyor.

Bush'un, AK Parti liderine "İkimiz de Allah'a inanıyoruz; bundan dolayı utanmıyoruz" dediği kulislere sızan haberler arasında. Bu bilgi doğruysa, demek, ABD Cumhurbaşkanı, Türkiye'de dindar kesimlerin muhatap kaldığı haksızlıkların da farkında. Etnik mağduriyetin yanı sıra, belki bundan böyle, Batı dünyası, İslâmî kimlik sahiplerinin mağduriyetine de, aynı hassasiyetle eğilecek. Bugüne kadar, Avrupa ve Amerika'nın İslâmiyet hakkındaki peşin hükümlerini besleyecek, gerçek dışı enformasyon (disenformasyon) Ankara'dan Batı başkentlerine gidiyordu. Bu yüzden, AB İzleme Raporları'nda, Kürt kökenli vatandaşların sıkıntıları dile getirilirken, başörtülü kızların sorunu üzerinde pek durulmuyordu.

İlgililere sorduğumuzda "O sizin iç sorununuz" gibi kaçamak cevaplar alıyorduk.

O, bizim iç sorunumuzdu... Peki!.. Ya, etnik meseleler? Niçin AB, sadece madalyonun bir yüzünü görüyordu?

İlişkiler güçlendikçe, Batı'nın İslâm dünyasına bakış açısı da farklılaşacaktır.

Kısacası, Erdoğan'a gösterilen ilginin temelinde, yeni keşfedilen bir dünyaya karşı duyulan merak da yatıyor.

Tecrübe

Tabiî, Amerika Devlet Başkanı Bush'un derdi, İslâm değil, Irak. Ama, bir Müslüman ülkeye yönelecek saldırıda, AK Parti iktidarının desteği çok önemli.

Ben şahsen, Irak'ı bir fırsat gibi değerlendirmiyorum. AK Parti iktidarının da değerlendireceğini zannetmiyorum.

Özal'ın "1 koyup 3 alırız" hayalinin yanlışlığı anlaşıldı. Türkiye, Körfez Savaşı'nın belki de Irak'tan sonra en kaybeden ülkesi oldu. Maddi kaybın yanı sıra, Irak'ta bağımsız Kürt devletinin oluşması yolunda adımlar atıldı. Hem de, bizzat Özal'ın davet ettiği Çekiç Güç'ün bu gibi gelişmelere katkısı oldu. Özal, yeni bir sığınmacı dalgasıyla karşılaşmamak için, ABD'ye, Türkiye'nin Güneydoğusu'nda, Çekiç Güç'ün oluşturulması teklifini yapmıştı. Gerçi sığınmacılar gelmedi fakat, Amerikan askerleri sadece sivil halkı değil, Kuzey Irak'ta yuvalanan PKK'lı teröristleri de koruyup beslediler.

Çekiç Güç'ten ancak 1996 yılında kurtulabildik.

Irak'a karşı açılacak bir savaşın başımıza nasıl bir çorap öreceği belli olmaz. Bu yüzden, Tayyip Erdoğan "Bush ile barışı konuştuk" diyor.

Endişeli bekleyiş

Elbette, Türkiye barış yanlısı. Ama, Bush'un, Saddam'ı bitirmeden işin peşini bırakacağını sanmıyoruz. Amerika, ısrarlı davranırsa, Türkiye, sadece, Birleşmiş Milletler'in kararı çerçevesinde eyleme geçilmesini şart koşabilir. Geri kalan kısımda, mutlaka ABD ile birlikte hareket edecektir. Çünkü Türkiye, komşusunu hedef alan bir operasyona, Almanya ve Fransa gibi ilgisiz kalamaz; tarafsız davranamaz.

Sıcak savaşa girmese dahi, ihtilâfın içinde ve menzilinde olacaktır.

Hükûmetin, kurulur kurulmaz, Irak kriziyle karşı karşıya kalması, belki Amerika ile ilişkilerin daha sıcak bir beraberliğe dönüşmesi açısından faydalı. Çünkü bu sıcak beraberliği ekonomik menfaate tahvil edebiliriz.

Ama, insan hayatı ve paranın ötesinde Türkiye'nin hayatî çıkarları düşünüldüğünde, meydana gelebilecek gelişmeler ürkütücü olabilir.

* * *

Irak seferi, Afganistan seferine de benzemiyor. Saddam sonrası ortaya, demokratik ve istikrarlı bir tablo çıkmazsa ne yapacağız?

Bu yüzden de, Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliği çok önemli. Ortadoğu'nun ve Amerika'nın güdümünde yalnız bir ülke olmak cazip bir gelecek değil.

Duygusal tepkiler geçince, her şeyin yörüngesine oturacağına inanıyoruz.

Ama şu kesin: 12 Aralık sonrasında, Lüksemburg zirvesini andıran bir hayal kırıklığı yaşanmayacak.

Her şey 2 Kasım'dan (seçim öncesine göre) daha iyi değil mi?

Madem ki hasta adam ayağa dikildi, bundan böyle de olumlu gelişmeler sürecek. 10 yılın tozunu üzerimizden atıyoruz. Biraz sabır.


12 Aralık 2002
Perşembe
 
NAZLI ILICAK


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED