T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Öylesine bir gün, öylesine bir mekân

Radyolu günlerde bizim gibi ülkelerde yaşayan insanların haber almak için kilitlendiği bir yabancı medya kuruluşunun programcısı, çatalını ağzına götürüken, "Çok garip" dedi ve ekledi, "Kurum beni Türkiye'ye gönderirken, 'Özellikle AB'ye muhalif İslâmcılarla görüş' diye tembih etmişti. Geldim, İslâmcıları da buldum, ama AB'ye muhalefet edeni görmedim..."

Zurnanın 'Zırt' dediği yer burası işte.

Dünyanın en kozmopolit kentlerinden olduğu kuşku götürmez İstanbul'da, 100 yıl kadar önce kentin Müslüman çoğunluğunun bir kez bile görmeden vefat ettiği Beyoğlu'nda, adının önünde 'The' eki bulunan otelinin kafesindeyiz. Viyana usulu Schnitzel yeyip Coca Cola'mızı içiyor ve artık Türk kahvesinin yerini alan Espresso'muzu bekliyoruz. Konuğum, uğradığı şaşkınlığı aktarırken kullanmasa, 'Müslüman' sözcüğü konuşmamızın içine hiç girmeyecek...

Oysa, Batılılar'ın aklından hiç çıkmayan sözcük o... Namaz ve oruç gibi İslâm gereklerini hayatında bir kez bile yerine getirmemiş, 'zekât' sözcüğünü duyduğunda "Kim 500 milyar ister" yarışmasındaki bilgisizler gibi yüzünü sıkıntıyla buruşturan kişiler bile, adları dünyanın en lâik adı da olsa, Türk olduğu için 'Müslüman' muamelesi görüyor Batı'da. 'Müslüman' ise, bir çoğunun gözünde, 'farklı bir mahluk' demek...

Radyocu şaşırmakta haklı.

Avrupa Birliği (AB) henüz sadece ekonomik bir birliktelik iken, Milli Selamet Partisi ona şiddetle karşıydı. Alparslan Türkeş'in Milliyetçi Hareket Partisi de. Dönemin CHP'si Batıcı genleri izin vermediği için alenen muhalefet yapmazdı, ama 'solcu' refleksleri, fırsat bulduğunda, "Onlar ortak, biz pazar" diye haykırırdı. O zamanlar her şey yerli yerindeydi ülkemizde...

Schnitzel yediğimiz, esprosso içtiğimiz kafenin hemen yanındaki Kazancı Yokuşu, öyle günlerin birinde, kanlara boyanıverdi. Saldıranların da saldırılanların da gündeminde 'Ortak Pazar' yoktu belki, ancak arka planda hep Doğu-Batı çelişkisi vardı. Kanlara bulanacağını kimselerin pek düşünmediği 1 Mayıs günüydü; akşam olduğunda çok sayıda ceset toplandı o alandan...

Sonraları, çok ileri yaşında yeniden başbakanlığı üstlendiğinde, alenen AB-karşıtlığı yapmasa bile, Kopenhag Zirvesi'ndeki randevuyu fazla önemsemediğini belli eden Bülent Ecevit, yemek yediğimiz otelin baktığı meydanda bir miting düzenlemek istemişti... Dönemin başbakanı Süleyman Demirel, altına imzasını attığı bir mektupla, "Sana karşı suikast düzenleyecekler" uyarısında bulundu. Daha ilerideki beş yıldızlı bir otelin çatısında mevzilenen keskin bir nişancı, muhalefet önderini, binlerce kişiye hitap ederken öldürecekmiş...

Yine o günlerde, İzmir'de uçak beklerken, polis üniformalı birinin daha önce varlığı bilinmeyen silâhından çıktığı anlaşılan bir mermiyle öldürülmek istenmişti Ecevit; kurşun o günlerin İstanbul belediye başkanı Ahmet İsvan'ın CHP'li ağabeyi Mehmet İsvan'ı bulmuştu. Demirel mektuplu miting de, İzmir'deki havaalanı saldırısı da, kendisini belli etmeyen bir 'gizli' yapılanmanın 'eylemleri' olarak siyasi tarihimize geçti.

Bulunduğumuz mekân, daha yakın zamanlarda, bir başka hâin eyleme de sahne oldu. Türk edebiyatının yetkin kalemlerinden Onat Kutlar ile iyi yetişmiş bir genç kız olan Yasemin Cebenoyan, yeni yıla girileceği gece, vestiyere bırakılmış bir paltodaki bombanın patlaması sonucu hayatlarını kaybettiler... "Şeriatçı eylem" diyen de çıktı, "PKK vurdu" diyen de... Ben ise, bölgenin 'gizli' tarihiyle açıkladım o eylemi de...

Bülent Ecevit'in, 'devlet içinde devlet' yapılanmasına son verecek AB projesini, başbakan olduğu 1978 yılında, Yunanistan'la birlikte girebilecekken, torpillediği biliniyor. Yunanistan tam üyelik için başvurdu ve dört yıl sonra (1982) o hakkı kazandı; Dışişleri bürokrasisinin "Biz de başvuralım" telkinine rağmen, Başbakan Ecevit, "Biraz daha düşünelim" demişti. 25 yıl sonra, yeniden başbakanken bile, "AB'ye girelim mi, yoksa girmeyelim mi?" falı açıyordu Ecevit...

Kopenhag Zirvesi öncesi, Türkiye'ye, "İslâmcı muhalifleri bul, konuş" diye gönderilen radyocu, kendisine tavsiye edilen İslâmcıları bulmuş, ama aralarında AB muhalifi bulamamıştı. Kamuoyu yoklamalarında, halkın ezici çoğunluğunun "AB yanlısı" olduğunu o da işitmişti elbette, ancak o yoklamalarda "AB karşıtı" çıkanları nerede bulacağını bilmiyordu...

Kendisine, bir an, "Mikrofonunu şu kafenin müşterilerine uzat; AB karşıtlarıyla karşılaşma ihtimalin sokaktaki vatandaşlar arasındaki muhaliflerden daha fazla" demeyi düşündüm; tezatı izahta zorlanabileceğim için aynı hızla vazgeçtim bu düşüncemden... Türkiye'de, 'Batıcıların en Batıcısı' denilebilecek tipler AB'ye karşı... Dünyanın karşılaştığı en keskin 'modernleşme' hamlesini 'Batılılaşma' biçiminde gerçekleştirmiş Mustafa Kemal Atatürk adını ağızlarından düşürmeyen bazı çevreler...

Türkiye'nin en çarpıcı paradoksu bu işte: Adında 'The' öneki bulunan otelin 'kafe'sinde oturmuş Viyana usulü Schnitzel yeyip espresso kahve içerken, "AB bizim neyimize şekerim" diye konuşabilenler çıkıyor. Bazıları, İstiklal Harbimiz'in renkli kadrosunun anılarıyla süsledikleri AB-karşıtı yazılarını orada (veya benzeri mekânlarda) kaleme alıyorlar...

Konuğuma bunları anlatmadım, anlatamadım...


12 Aralık 2002
Perşembe
 
TAHA KIVANÇ


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED