|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Irak konusunda Türkiye-ABD ilişkileri, "Amerika'ya Türkiye'yi kullandırmaya razı olmak veya olmamak" biçiminde özetlenebilir. Açık olan şu ki, Amerika Irak'ı vurmak ve bu operasyonda Türkiye'yi üs olarak kullanmak istiyor. ABD'nin gerekçeleri çürük, bu gayet net. Bunu herkes biliyor. Yine herkes, Amerika'nın Irak'ı hiçbir gerekçesi olmasa bile vurmak istediğini ve kural tanımazlığı bir süper güç hakkı olarak gördüğünü de biliyor. Bu o kadar açık ki, Amerika, henüz BM silah denetçileri Irak'ta denetlemelerde bulunur ve hiçbir sonuca ulaşmazken, bölgeye savaş yığınağı yapıyor. Yani, silah denetçilerinin alacağı sonucun ya hiçbir önemi olmayacak, ya silah denetçilerinin ulaşacağı kararı ABD önceden biliyor (!), ya da silah denetçilerinin, denetimden başka misyonları var. ABD Türkiye'ye baskı yapıyor. ABD'nin savaş hesabında neredeyse Türkiye'nin her bölgesi, limanları, havaalanları ile bir biçimde savaşın parçası olacak. Ak Parti hükümetinin, ABD'nin, İngiltere ve İsrail dışında neredeyse hiç kimsenin katılmadığı savaş gerekçesine katılmasını beklemek zor. Savaşa herhangi bir biçimde katılmamak için azami direnç içinde olacaklarını beklemek de mümkün. Ama konuşmalara bakılırsa, savaşa bulaşmaya mani olamama ihtimalini de dikkate aldıkları ve bu duruma göre bazı gerekçeleri önemsedikleri gözleniyor. Mesela Başbakan Gül'ün "Saddam'ın kitle imha silahlarına sahip olabileceği, bunu kullanabileceği, hatta kendi halkına karşı kullandığı" görüşünü seslendirdiğine tanık oluyoruz. Buradan "Irak Türkiye'yi de tehdit ediyor" sonucu çıkarmak imkansız gibi görünse de, bu söylem "savaşa iştirak"e zihni hazırlık gibi algılanabilir. Ancak, bu zihni sürecin çok inandırıcı bulunmayacağını belirtmek gerekiyor. Bu tavır sadece "mecburiyet" vakıası çerçevesinde anlaşılabilir. Yani Ak Parti hükümeti, yani Türkiye, kendini Irak konusunda ABD yanında yer almak gibi bir duruma "mecbur" hissedebilir. Neden mecbur? ABD Irak'a operasyon yapar, bölgeyi yeniden dizayn ederse, özellikle Kuzey Irak'ta Türkiye'nin güvenliğini tehlikeye atacak gelişmeler olabilir. Bunu önlemek için operasyonda yer almak ve bölgenin dizaynında masada taraf olmak yönüyle... IMF ile ilişkilerde ABD'nin rolü sebebiyle... AB ile ilişkilerde ABD'nin Türkiye yanında lobi yapması sebebiyle... ABD'nin her şeyden öte en etkin dünya gücü olması sebebiyle... Amerika'daki Yahudi lobisini kaybetmeme düşüncesiyle... Ak Parti iktidarının, içerde karşılaşacağı dirençleri Türkiye'yi her zaman derinden etkilemiş bir uluslararası güçle dengelemek, en azından Ak Parti iktidarına ABD'nin rezervlerini kırma düşüncesiyle... Daha böyle başka gerekçeler de sayılabilir. Bunlar Ak Parti tarafından muhtemel ki bir ölçüde dikkate alınıyor, her birine ayrı ayrı kıymetler biçiliyordur. Ama gene Ak Parti'nin savaşa soğuk bakmasını gerektirecek başka gerçekler üzerinde düşündüğünü tahmin etmek de mümkün. En başta, gerekçesine katılmadığınız, içinize sindirmekte en azından zorlandığınız bir savaşa değil bir biçimde ortak olmak, onaylamak bile ahlaki açıdan kabul edilebilir mi sorusu soruluyor olmalıdır. Bu coğrafyada, adını da koyalım, İslam coğrafyasında, Türkiye'nin ABD-İsrail ekseninde bir rol üstleniyor gözükmesinin, eksileri üzerinde ciddi kaygılar taşınması da tabiidir. Türkiye, 80 yıldır "kendisini arkadan hançerleyen Araplar" tema'sını intikal ettirdi çocuklarına. Ya Iraklılar ne diyecek çocuklarına, sorusu sorulmaz mı? ABD ile stratejik ortaklığın, hep artıları mı var sorusu da gözden uzak tutulmuyordur Ak Parti liderliğinde... Mesela AB ile ilişkilerde ABD lobisinin artıları ile eksileri herhalde şimdi daha titiz değerlendiriliyordur. "ABD'nin Truva Atı" rolünü içselleştirmeyi, özellikle Ak Parti kadrolarının reddetmesi gerekir, diye düşünülebilir. Ve ABD'nin taahhütlerine riayet konusunda çok da vefakar olmadığı gerçeği ihmal edilmiyor olmalıdır. Körfez Harekatı'ndan bu yana ödenmemiş bir borç ortada duruyor. Şu an konuşulduığu öne sürülen teahhütlerde ise, ABD'nin ayak sürüdüğü bilgileri dolaşıyor. Gerçekten ortada "Türkiye bir savaşa katkıda bulunma karşılığında ABD'nin bölgeye taşıyacağı belayı def etmekten öte ne kazanacak?" gibi cevapsız bir soru duruyor. Bir de, "Savaşa katkıda bulunmazsanız savaş sonunda ne ile karşılaşacağınız belli olmaz" biçimindeki bir söylemin bir tür "tehdit" ve "şantaj" ihtiva ettiği gerçeğini de görmezden gelmek mümkün değil. Yani ortada garip bir dostluk veya gizli bir düşmanlık var. Son olarak, soyut anlamda insani bir duyguyla, hani Amerikalı sanatçıların perspektifi ile, dünyanın tüm meydanlarında "Savaşa Hayır" diye çığlık atan insanların duyarlılığı ile savaşa karşı çıkmak, bir İslam ülkesine yönelik savaşa karşı çıkmak, bir komşu ülkeye karşı savaşa karşı çıkmak, savaşın bedelini 10 yıldan fazla bir zamandır çocuklarının canlarıyla ödeyen bir ülkeye karşı savaşa karşı çıkmak, Ak Parti kadroları için bunlar anlamsız denebilir mi? Bütün bunlara bakınca, hükümet çevresinde "mecburiyet" konusunda bile görüşlerin netleştiğini söylemek kolay olmamalı diye düşünülebilir. Evet, bizce de kolay bir karar değil Irak'ta ABD'nin yanında olmak... Bir kere, iki kere değil, bin kere düşünmek gerekiyor... Hele, özellikle Ak Parti'nin düşünmesi gerekiyor. Temsil ettiği toplum tabanının duyarlılıklarını yaralamamak da işin ana misyon çerçevesini oluşturuyorsa...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |