|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
5 BİN YILLIK ROMAN;
ZİGGURAT "Ziggurat" adlı romanı geçen ay Gendaş Yayınları arasından çıkan Mehmet Kaan Polatlar, büyük bir hevesle eğitimini aldığı arkeoloji alanında çok istemesine rağmen çalışamamış. Çalışamamış çünkü; geçtiğimiz aylarda vefat eden arkeolog Prof. Dr. Ekrem Akurgal'ın ifadesiyle meğer bu alanda çalıştırmak üzere "kılıksız ve çirkin insanlar yerine, zengin ailelerinin yakışıklı ve güzel çocukları" seçilirmiş! Hayat akıp giderken o da başka işler tutmuş. Şimdi öğretmenlik yapıyor. Ama ilgisinin kesilmediği bu alandan emeğini de esirgememiş Polatlar. Önce bir tarih tezi içeren "İnsanlığın Atılım Çağları" adlı kitabını yayınlamış. Şimdi ise çok eskilere, bundan beş bin yıl öncesine ait bir hikayeyle çıkıyor okurun karşısına. Konusu M.Ö. 3 binde, Sümer ülkesinde geçen roman, Babil döneminde Güney Mezopo tamya'nın düz ovalarında, büyük dağlara öykünürcesine yapılan Zigguratlar'ın gerçek anlamını çözmeyi deniyor. Mehmet Kaan Polatlar aşağıda, romanı Ziggurat ve arkeolojiyle ilgili sorularımızı cevaplıyor.
Ankara Üniversitesi, Dil Tarih Coğrafya Fakültesi, Protohistorya ve Ön Asya Arkeolojisi'nde okudunuz ama arkeoloji alanında çalışmadınız. Neden? Türkiye'deki arkeolojik çevreler kendine özgü yazılmamış kuralları olan küçük cemaatler gibidir. Benim gibi arkeoloji okuyan bir öğrenci, bu cemaatlerin kıstaslarını önceden bilmedikleri ve ne tür kriterlere tabi tutulduğunu anlamadığı için sadece öğrenci olarak kalırlar ve okulu bitirdiğinde arkeolog olma şanslarını da büyük ölçüde arkalarında bırakırlar. Arkeoloji okurken beni neden görmemezlikten geldiklerini anlamaya çalışmış ve kendimce komplo teorileri üretmiştim. Ama bu teorilerimin pek de abartılı olmadığını okulu bitirdikten on yıl sonra, Ekrem Akurgal'ın anılarını okurken fark ettim. Akurgal şöyle yazmıştı: "Sosyal branşlar olan felsefe, tarih, arkeoloji gibi bölümlere öteden beri zengin aile çocuklarının girmesini gerekli görürdüm" diyor ve ekliyor: "Öğrenci olarak güzel kızlar, yakışıklı delikanlılar seçmem eleştirilmiştir. Yanıtı şudur; bir mağaza açsak, müşterilerimizi karşılayacak olan yardımcılarımızı seçerken kılıksız ve çirkin insanlar mı yoksa yakışıklı erkekler ve güzel hanımlar mı seçeriz?" İşte, Türkiye'de arkeolojinin duayeninin görüşleri ve onun kurduğu arkeoloji cemaatinin kriterleri. Türkiye'de arkeoloji budur işte! Romanınız, niçin bu kadar eski bir tarihte ve bizim için iyi bilinmeyen bir dönemde geçiyor? Bir tarihçinin dediği gibi, "İnsan yeni bir gelecek istediğinde, kendine yeni bir geçmiş arar." Bir tarihyazımı okulu da her şeyden önce mevcut tarih tezlerine bir tepki olarak ortaya çıkar ve kendini yaratmaya başlar. Bu bakımdan Ziggurat, her tarihi roman gibi, tarihi yeniden yaratmak iddiasıyla ortaya çıkmasına karşın, günümüz popüler tarih yazıcılığına pek de benzemeyen farklı tarih tezleriyle ortaya çıkmış bir kitaptır. Bizim resmi tarihimiz de en az bu roman kadar kurgusaldır. Yani bu öyle bir tarih ki, bizim daha küçük bir çocuk olarak ilkokula girdiğimiz andan itibaren tıpkı gerçekmiş gibi bize öğretilen pek çok şeyin kurgu olduğunu yeni yeni öğreniyoruz. Örneğin Murat Bardakçı'nın dediğine göre Ulubatlı Hasan diye bir kişi aslında hiç yaşamamıştır. Ya da Uzun Mehmet taş kömürünü köyünün yakınındaki kırlarda hiçbir zaman keşfetmemiş, veya Türkler, Orta Asya'daki iç denizin kurumasıyla Mezopotamya'ya göç edip Sümer ve Akat, Anadolu'ya göç edip Hitit uygarlığını hiç kurmamışlardır. Ama biz bu öykülerin gerçek olduğunu düşünerek büyüdük. Bir yanıyla düşünüldüğünde bütün bu öyküler kendilerince bir misyonu temsil ederler. Tıpkı benim bu romanda anlatmak istediklerim gibi. Arkeolojinin tarihten uzak ele alınamayacağı kesin. Sanırım Ziggurat'la birlikte ilginç bir paralellik de kendiliğinden ve ilk kez ortaya çıkmış oluyor... Atatürk'ün vasiyeti niteliğindeki Sümerli kökenlerimize vurgunun başka bir örneği ilk kez bu kitapla birlikte yeniden kültür dünyamıza giriyor ve bu tezlerden yetmiş küsur yıl sonra bu defa hitap alanı daha da genişleyerek "İnsanlığın Sümerli atalarını" anlatan bir romana dönüşüyor. Romanın kahramanı Şemura da, tıpkı Uzun Mehmet gibi bir misyonu yerine getirmek için var. Cumhuriyet'in ilk yıllarında, tarihimizdeki "Sümerli atalarımız" yeni cumhuriyetin yurttaşlarına, adil, dayanışmacı, disiplinli, kadın erkek eşitliği temelinde örgütlenmiş bir sosyal yapıya sahip, milliyetçi bir geçmişimizin kanıtları olarak ortaya çıkmışlardı ve yetmiş küsur yıl sonra Ziggurat'taki Sümerli atalarımız, eski tezlerden tamamen farklı olarak, tarihin hep saraylarda ve soylular arasında yaşananlardan ibaret bir olaylar dizisi olarak gösteren tarih romanlarındaki yaklaşıma karşı farklı bir perspektifi ifade etmektedir. Şu bir gerçektir ki, aslanlar kendi tarihlerini yazmadıkları sürece bu tarihi hep avcılar yazacaktır. Bütün bu sorunlara roman diliyle bir cevap bulmaya çalışmak mümkün mü? Bu gerçek bir serüven. Zaten verilebilecek en eksiksiz yanıt da, ancak roman diliyle mümkün görünüyor. Yine de bu keyif, tarihi roman yazımındaki önemli sorunları unutturmuyor. Çünkü böylesi bir çalışmada, arkeoloji ve tarih alanından yansıyan sınırlı bilgilerle, tarih tezleri ortaya atmak veya bilinen kurumları desteklemenin yanısıra, kültür dünyamızın imgelerinden yola çıkarak bir anlatım örgüsü oluşturmak gerekir. Arkeolojinin bulup çıkardığı eserlerin, estetik zevklerimize hitap eden görüntülerden ibaret olmadığını bilmeliyiz. Her nesnenin kendine göre bir hikâyesi vardır ve ben, onların bana fısıldadıkları sözleri duymaya çalıştım. İşte o zaman, "Ziggurat" ortaya çıktı. SÜMERLERİ ANLAMAK Romanın temel tezi ve sizi bu kadar eski bir dönemi anlatmaya iten sebep nedir? Sümer uygarlığının diğer Tunç Çağı uygarlıkları içinde bir yıldız gibi parlayıp, yazıyı icat edecek kültürel bir düzeye gelmesindeki temel dinamik, Sümer tapınak örgütlenmesidir. Dolayısıyla romanın çözmesi gereken temel tez, Sümer tapınaklarının fonksiyonuyla ilgiliydi. Sümer tapınak organizasyonunun özelliklerini çözen kişi, Sümer kültürünün parlama nedenini de çözmüş olacaktır. Bunu roman karakterleriyle açıklamaya kalkışmak benim için başlıbaşına bir heyecan kaynağıydı ve bu sonuçta romanın yazılmasındaki temel motivasyonlardan biri oldu. FADİME ÖZKAN
|
|
|
|
|
|
|
|