T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Kıbrıs: Türkiye için AB; Ak Parti için iktidar sınavı

Kopenhag'ın tartışması süreceğe benziyor. Tartışmanın çok gerçekçi zeminler üzerinde yapılacağı şüpheli. Kopenhag sonuçlarına, herkes, durduğu 'siyasi pozisyon'a göre yaklaşacak. Kimisi, varılan sonucu 'tarih alındı' diye niteleyecek; kimisi 'bu, tarih alınması değildir; Türkiye'nin 2004 Aralık ayında müzakerelere başlamasının garantisi yoktur' diyecek.

Bu pozisyonlar, zaten alınmış vaziyette ve tartışma bu 'raylar'ın üzerinde aynı istasyonda buluşma ihtimali bulunmadan bir süre daha gündemde kalacak.

İşin doğrusu, bir bakıma, her iki 'pozisyon' da doğru. Kopenhag kararlarının Türkiye alt-başlığı altında 4 paragrafı mevcut. 18,19, 20 ve 21. paragraflar. Canalıcı olan 20. paragraf. Şöyle:

"Avrupa Birliği Türkiye'yi reform sürecini enerjik biçimde sürdürmeye teşvik eder. Eğer, Aralık 2004'deki Avrupa Konseyi (AB Zirvesi), Komisyon'un raporu ve tavsiyesi zemininde, Türkiye'nin Kopenhag siyasi kriterlerini yerine getirdiğine karar verirse, Avrupa Birliği Türkiye ile katılım müzakerelerini vakit geçirmeksizin başlatacaktır."

Önemli olan öyle pek vurgulandığı gibi 'vakit geçirmeksizin' diye iki sözcüğün son gün metne eklenmesi değildir; önemli olan 'başlatacaktır' sözcüğüdür. Bu, kimisine göre, 'Avrupa müktesebatı' sayıldığı için, AB açısından bağlayıcıdır ve dolayısıyla '2004 Aralık' bir 'tarih verilmesi' olarak anlaşılmalıdır. Doğru. Öyle.

Ancak, çıta yükseltilmiş olduğu ve:

1. 2003'ten ötesini kabul etmeyiz (A Planı);

2. 2004 Mayıs'ından yani AB Genişlemesi'nin yürürlüğe girmesinden önce şimdiden müzakere tarihinin ilan edilmesi kabul edilebilir (B Planı) şeklindeki iki seçenekten birine şartlanıldığı ve kamuoyu şartlandırıldığı için, Kopenhag Zirvesi'nden çıkan 'Aralık 2004' başarısız ya da en azından 'beklentinin altı' olarak, bazılarının eline polemik, hatta giderek 'demagoji malzemesi' vermiştir.

İşin bu bölümü de, böyle.

Türkiye ile müzakere kararının Aralık 2004'e kalmasından kaygı duyanların işaret ettikleri bir husus daha var. O tarihte, AB artık 15 değil 25 üyeli olacaktır. Dolayısıyla, Türkiye, 15 değil 25 ülkeyle yüzyüze kalacaktır.

Bu doğru. Kim derse –ki, diyen var; hem de en üst düzeylerde- 'Böyle bir sorun olmayacak, bu konuda güvence aldık'; doğru değil. Çünkü, Türkiye, o tarihte, gerçekten karşısında 25 üye bulacak. Bunların arasında Kıbrıs da olacak.

Kopenhag kriterlerini tam olarak yerine getirmiş olmak, o tarihte Kıbrıs'ta bir çözüme ulaşılamamışsa, Türkiye'nin üyeliği için 'otomatik güvence' sağlamıyor. Bu bakımdan, Kopenhag Zirvesi, Kıbrıs'ta bir çözüme ulaşılamamış olması bakımından Türkiye açısından 'başarısız'dır. Kıbrıs'tan gayrı bir başarısızlık sonucu yok. Kıbrıs Türklerinin yolunu kesmek ve Kıbrıs Rumlarına Kıbrıs'ı temsilen AB'ye katılım sağlamak, herşey olabilir ama bunun adı 'başarı' olamaz.

Kıbrıs hariç münhasıran Türkiye açısından bakıldığında; Ak Parti liderlerinin, Tayyip Erdoğan'ın ve Başbakan Abdullah Gül'ün zaman zaman sergilediği öne sürülen dış politika üslubunda ve stilindeki hırçınlıklar ve bunlardan kaynaklanan 'acemilikler' olmasaydı dahi, Kopenhag'da 'daha iyi bir sonucun çıkması imkansız' idi. Bunu, son bir ay gelişmeleri adım adım, perde arkasıyla izleyen herkes paylaşıyor. Sonuç, farketmeyecekti. Ama yine, vicdan sahibi herkes, Ak Parti'nin özellikle son üç haftada Tayyip Erdoğan'ın yaklaşık 50 bin kilometre katederek yaptığı yoğun temaslarla sergilenen böylesine güçlü bir 'siyasi irade' olmasaydı, bu sonuca yani 'Aralık 2004'le irtibatlı müzakere tarihi' sonucuna ulaşmanın imkansız olacağı görüşünü paylaşıyor. Yiğidi öldür, hakkını yeme.

Şimdi aynı güçlü 'siyasi irade'nin, Tayyip Erdoğan ile Abdullah Gül tarafından, 28 Şubat 2003'e dek Kıbrıs konusunda gösterilmesi gerekiyor. Türkiye için 'Aralık 2004 garantisi' elde etmenin ve Kıbrıs Türk halkına AB yolunu açmanın başka yolu yok.

3 Kasım 2002 seçimlerinin ortaya koyduğu sonuçlardan sonra, seçmenin yüzde 34.2'sinin oyunu ve TBMM'nin 550 sandalyesinin 363'ünü elde eden Ak Parti'nin hükümet kurması engellenemezdi. Ancak, hükümet kurmak, Türkiye'de çok kez 'iktidar olmak' anlamına gelmiyor. Ak Parti'nin iktidarının yolu da 'Kıbrıs'tan' geçiyor.

Türkiye'nin Kıbrıs politikasını, Rauf Denktaş'ın ve Rauf Denktaş'ın Türk devlet sistemi içindeki müttefiklerinin elinden almaktan geçiyor. İşe, Dışişleri Bakanlığı ile başlamak, AB karşıtı ve Kıbrıs'ta çözümsüzlük en iyi çözümdür politikasının mimarlarından Mümtaz Soysal'ı ortadan kaldırmaktan geçiyordu. Bunları, 3 Kasım'ın hemen ertesinde defalarca bu sütunda yazdık. Yazdıklarımız ve söylediklerimiz Ak Parti yönetiminin kafasına giremedi belki ama son bir aylık tecrübeyle, artık ayakları suya ermiş olmalıdır.

Kıbrıs konusu, sadece Kıbrıs konusu değildir. Olmaktan da çıkmıştır. Türkiye'deki AB karşıtlarının en önemli ve belki de son 'savunma mevzii'dir ve bu mevzii korumak için ellerinden geleni artlarına koymuyorlar.

Rauf Denktaş'a baksanıza; iş, sorunun çözümü yolunda adım atmaya gelince, hastalığı mazeret olarak öne sürülen Rauf Denktaş, çözüm ihtimalini engelleme fırsatını hiç kaçırmıyor. Hastane kapılarında bile canlanıveriyor.

Rauf Denktaş'a –kullanabileceği ve kullanmak isteyeceği hayli şüpheli olmakla birlikte- bir son şans verilmelidir. Kofi Annan Planı'nı bir 'anlaşma zemini' kabul ederek, 28 Şubat 2003'e dek, sorunu çözüme ulaştıracağına ilişkin 'güvence vermesi' ve 'yükümlülük altına girmesi'. Bunu açıkça ilan etmelidir.

Bu noktada dikkat: 'Görüşme zemini' değil; 'Anlaşma zemini'. Zira, Kofi Annan Planı'nın özelliği, 'görüşme zemini' olması değildi; 'anlaşma zemini' olmasıydı.

Denktaş bunu yerine getiremeyecekse, Ak Parti hükümeti, –eğer iktidar olacaksa- Denktaş'tan desteğini çektiğini alenen ilan etmeli ve KKTC'de en kısa zamanda seçimler ya da referandum zorlanmalıdır.

Türkiye yoksa, KKTC yoktur. Ve, Türkiye, KKTC'ye rehin bırakılamaz. KKTC'nin Türkiye'ye, Türkiye'nin 'millet iradesi ile' oluşmuş 'siyasi otoritesi'ne tabi olması gerekir.

Kopenhag kararlarının 10. paragrafı, Kıbrıs Türk halkını (ve dolayısıyla Türkiye'yi) gözeterek, Denktaş ve destekçilerinin, Kopenhag'ta Türkiye'yi arkadan (ve Ankara'dan) vurmasına rağmen, bir kapı aralıyor. Şöyle diyor:

"Yukarıdaki 3. paragraf ile uyum halinde, Kıbrıs'la katılım müzakereleri sonuçlanmış olduğuna göre, Kıbrıs Avrupa Birliği'ne bir yeni Üye Devlet olarak kabul edilecektir. Herşeye rağmen, Avrupa Konseyi (Zirve), Avrupa Birliği'ne birleşik bir Kıbrıs'ın katılımını tercih ettiğini teyid eder. Bu çerçevede, Kıbrıs Rumları ile Kıbrıs Türklerinin, 28 Şubat 2003 tarihine dek BM Genel Sekreteri'nin önerileri zemininde Kıbrıs sorununun kapsamlı bir çözümüne ulaşılması amacıyla müzakereye devam etme yükümlülüğünü memnunlukla karşılar. Avrupa Konseyi (Zirve) önümüzdeki haftalarda bir çözüme ulaşılması için eşsiz bir fırsat bulunduğuna inanarak, Kıbrıs Rum ve Kıbrıs Türk toplumlarının liderlerini bu fırsatı ele geçirmeye çağırır."

Eğer, Kıbrıs, Türkiye'yi ilgilendirmese Rauf Denktaş'a bırakılabilirdi. İlgilendirdiği, hem de çok yakından ilgilendirdiği için, Türkiye'nin Kıbrıs politikasını, Türkiye'deki Türk hükümetinin kararlaştırması ve uygulaması gerekiyor.


17 Aralık 2002
Salı
 
CENGİZ ÇANDAR


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED