T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Mevlânâ ne demiş?

Fîhi Mâfih'in Meliha Ülker Anbarcıoğlu çevirisinden bir bölümü aynen aktarıyorum: "Hepsi de Tanrı tarafındandır." (Kur'an, 4/78) derlerse, buna cevap olarak deriz ki: Kendi nefsini azarlamak ve âlemi ondan kurtarmak da Tanrı tarafındandır. Meselâ bir adam zerdali ağacının meyvasını silkip yiyordu. Bağ sahibi ona: "Allahtan korkmuyor musun?" deyince adam: "Neden korkayım? Ağaç Allah'ın ben de Allah'ın kuluyum. Allah'ın kulu Allah'ın malından yiyor." dedi. Bağ sahibi dur da cevabını vereyim diyerek ip getirdi ve adamı güzelce ağaca bağladı. (Adam) Allah'tan korkmuyor musun diye feryat edip, cevabını verinceye kadar güzelce dövdü. Bunun üzerine: "Niçin korkayım sen Allah'ın kulusun, bu da Allah'ın sopası; Allah'ın sopasını Allah'ın kuluna vuruyorum!" dedi.

Netice şudur ki âlem bir dağa benzer. İyi ve kötü olarak ne dersen aynını dağdan işitirsin. Ben iyi söyledim, dağ kötü cevap verdi, der ve zannedersen bu imkânsızdır. Çünkü bülbül dağda öttüğü zaman oradan karga veya insan yahut eşek sesi gelmesi mümkün olmaz. Böyle olunca, kesin olarak eşek sesi çıkardığını bilmelisin.

Dağa gelince sesini güzelleştir, orada niçin eşek sesiyle bağırıyorsun?

Bu yeşil gök kubbe seni daima güzel sesli olarak tutsun..." (MEB, İstanbul, 1990, s. 233-234)

Çeviri pek iyi değil, noktalama ve imlâda sorunlar var, yine de Mevlânâ hazretlerinin ne demek istediğini anlayabiliyoruz. Fakat ülkemizde bazı çevreler, Mevlânâ'yı anlamamak ya da yanlış anlamak ve anlatmak için tuhaf bir gayretkeşlik içindeler. Adının altında "Basında güven" ibâresini taşıyan Milliyet gazetesinde, bu gayretkeşliğin çok çirkin bir örneğine rastladım. Ömer Erbil'in hazırladığı Son yüzyılda Mevlevilik adlı yazı dizisinin 15 Aralık 2002'de yayımlanan ikinci bölümünde "Kadını örtmek fesattır" cümlesinin tırnak içinde 6. sayfanın başını kapladığını gördüm. Evet, bu söz, sanki Mevlâna'ya aitmiş gibi gösteriliyor, hemen altındaki spotta da, aynı iftira şöylece pekiştiriliyor: "Mevlana kadınları erkeklerden ayrı tutmayarak büyük bir çığır açmıştı. Ona göre kadını örtmeye çalışmak, fesatın ta kendisiydi." (Milliyet, "fesat" kelimesinin sonundaki "t"nin, kelime, ünlüyle başlayan ek alınca yumuşayıp "d"ye dönüşeceğini, doğru yazımın "fesadın" olduğunu bilmez; hemen her öğretim yılı başında okuyucularına, öğrencilere dağıttığı "Yazım Kılavuzu"na kendisi uymaz!)

Bu tuhaf cümleleri doğrulaması beklenen asıl yazı metnini okuduğumuzda Mevlâna'nın bu sözleri söylemediğini görüyoruz. Onun söylediği, kıskançlığın ve zorlamanın yararsızlığından başka bir şey değil. Fesat çıkaracak olan da, örtü falan değil, erkeğin aşırı baskıcılığı. Mevlâna, kadını ve namusu koruyacak olanın örtüden çok ahlâk, iyi niyet, gönül temizliği olduğunu söylüyor sadece. Bunun böyle olduğunu anlamak için, üstün bir dikkat, olağanüstü bir zekâ gerekmiyor; okuduğunu anlayacak düzeyde bir dil bilgisi, yeter de artar. Mevlâna'nın sözlerinden "Örtü yetersizdir" yargısına varılabilir ama "Örtü gereksizdir" hükmü, hele "Kadını örtmek fesattır" sonucu çıkarılamaz.

Gerçek buyken, Milliyet niçin çarpıtmaya çalışıyor Mevlâna'yı? Ve nasıl oluyor da okurlarının bu çarpıtmayı algılayamayacak kadar aptal olduklarını sanabiliyor? Milliyet'in bu tutumu "güven" değil, "tiksinti" doğuruyor. Milliyet, kendi kirini Mevlâna'ya bulaştırmayı beceremiyor.


17 Aralık 2002
Salı
 
İBRAHİM KARDEŞ


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED