T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Bir yasağın iki mağduru

Türkiye'de yaşayan, belli bir okul eğitiminde yetişen insanlar ciddi bir kişilik bozukluğuna zorlanmaktadır. Bireyi iki yüzlü olmaya teşvik eden, ödüllendiren bir eğitim sistemi ve bu arıziliği kalıcı olmaya zorlayan politik bir yapı söz konusu. Oysa eğitim sistemi hangi dünya görüşünü, felsefi yapıyı temel alırsa alsın kendi içinde bir tutarlılığı olan, davranışı ile inancı arasında çelişkinin olmadığı bireylerin yetişmesini hedefler.

Baş örtüsü konusunda çok yazılıp çizildi ancak baş örtüsü ile sembolize olan eğitim anlayışının en azından sonuçları bakımından ne tür sonuçları devşirmekte olduğu üzerinde kimsenin durduğu yok. Eğer eğitim anlayışı, pek çok hassas konuda sergilenen tavırda kendini ele verdiği üzere yapısal özellik haline gelmişse, kamusal ve siyasal hayatın tüm alanlarında bireyi iki yüzlülüğe icbar eden, olduğundan farklı görünmenin sistemle ilişkiyle geçmenin gerek şartı sayan siyasi irade söz konusu demektir.

Baş örtüsü konusu sadece başlarını örten kızların inançlarına uygun giyimle eğitim haklarının gasp edilmesi olarak görüldü. Oysa bunun bir başka boyutu da bu öğrencileri okula almayan üniversite, okul idarecileri ve baş örtülü de olsa bilgiyi talep eden 'talebe'ye ders vermemeye zorlanan öğretim elemanları, hocalarıyla ilgili boyutu var. İnandığını, bildiğini açıklayamayan, dahası bu bizzat eğitim vermesi engellenen bir ilim adamının bırakın bilimsel bağımsızlığını korumasını kişiliğini savunabilmesi, birey olarak ruh sağlığını koruması mümkün mü? Türkiye'de on binlerce öğrenci inandığı gibi örtünerek okuma hakkı elinden alınırken bir o kadar öğretmen, akademik kadro da doğru olduğuna inanmadığı bir yasağı uygulamaya zorlandı. Yani, bize özgü bir ikiyüzlülük durumu söz konusu.

İnanmadığını yapmaya zorlanan bilim adamının, öğretmenin sağlıklı bir nesil yetiştirmesi ne kadar mümkündür? Bilim adamını bile iki yüzlülüğe zorlayan bir tarz-ı siyasetten sağlıklı bir yönetim beklenebilir mi?

Daha okul çağından başlayarak üniversite hocasına kadar işi hakikati ortaya koymak, araştırmak olan eğitim kadrolarının inanmadıklarını savunmaya zorlanmasının ne anlama geldiği üzerinde kimse durmuyor. Binlerce öğretmen, üniversite hocası doğrudan ya da dolaylı tehditlerle, yaptırımlarla kendi öğrencisine karşı inanmadığı bir yasağı uygulamaya zorlandığı medeni bir ülke kalmış mıdır?

Yaşı, birikimİ, eserleriyle rüştünü ispatlamış insanların böylesi derin bir çelişki içinde hangi hakikati ortaya koymalarını, ne türden bilimsel gerçekleri keşfetmelerini bekliyoruz? Hakikatle realite arasındaki böylesi bir çelişkiye zorlanan (sıradan insan değil) bilim adamının psikolojisini, ruh sağlığını koruması mümkün değil.

Bu durumun, gittikçe şiddet üretmeye meyyal bir hal alışın örneği olarak, geçen hafta İmam Hatip öğrencisi çocukların nezarete alınmaları, velilerin tutuklanmalarıyla doruğa ulaştı. Anne babanın bile çocuğunun hakkını arayamayacağı bir siyasal şiddet söz konusu!

Yasak kime karşı?

Üniversitelerin açıldığı bu dönemde başörtüsüne bu boyutunu yazmama vesile olan olay ise İstanbul Bilgi Üniversitesi'nde dün yapılan bir basın toplantısı oldu. Okula giremeyen baş örtülü ve onlara destek veren öğrenciler basın açıklamasında, kendilerini Müslüman bireyler olarak tanımlayıp yasağı "başörtüsüne ve temsil ettiği değerlere" ve "özgürleştirici eğitim"e karşı bir uygulama olduğunun altını çizdiler. Kendi değerleri ve kimliklerinden dolayı komplekse düşmeden ama evrensel bir dil geliştirerek yasaklara karşı nerede durduklarını onurlu biçimde ortaya koydular. Ve esas dikkat çeken bölüm ise; her fırsatta Türkiye'de özgürlüklerden yana olduğunu açıklayan, isim yapmış akademisyenleri, aydınları kadrosunda barındıran, Türkiye'nin Harvard'ı olmak iddiasındaki üniversitelerinin hocalarına yönelik çağrıyı da içeriyordu. Basın toplantısında belki de ilklerden biri yaşandı: yüzü aşkın öğrenci öğretim haklarını elinden alan yasağa karşı açıklama yaparken bazı öğretim üyeleri de öğrencilerin yanındaydı. Farklı dünya görüşünü savunan öğretim üyelerinin oluşturduğu bir grup, aynı zamanda kendilerine karşı da olan yasağın kaldırılması için öğrencilerin yanında yer aldılar. Aslında, baş örtülü öğrencilerin haklarını savundukları kadar kendilerine dayatılan yasağa karşı çıkmış oluyorlardı. Başkasının özgürlüğünü savundukları kadar kendi kişiliklerine ve onurlarına sahip çıktılar. Belki okuma hakkı ellerinden alınan öğrencilerden daha büyük çelişkiyi yaşayan üniversite hocalarının onuru adına örnek bir çıkış yaptılar; kutlamak gerek.

Öğretim elemanın öğrencisine haksızlık yapmaya zorlandığı, öğrencinin inancı ile eğitimi arasında tercihe zorlandığı bir ülkede üst siyasetin istediği toplum görüntüsünün kurtarılması adına toplumda ikiyüzlülük teşvik edildiği; siyasetçinin konuşmaktan korktuğu, "Türkiye'de baş örtüsü sorunu çözülmüştür" gibi bir ifade ile sadece iktidar partisinin (DSP) seçim bildirisine girebildiği bir ülkede yönetimin halkına karşı dürüst olduğunu düşünmemiz için elimizde fazla gerekçe yok. The New York Times, pazar günkü nüshasında ABD'nin demokrasi konusunda Türkiye'ye karşı iki yüzlü davrandığını yazdı. Peki ya, yöneticilerinin halkını iki yüzlü olmaya zorladığı hatta bunu bir erdem olarak özendirdiği yönetim anlayışı ile bir ülkenin gerçekten bağımsız ve kişilikli bir yerinin olması mümkün olabilir mi?


8 Ekim 2002
Salı
 
AKİF EMRE


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED