T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

K R O N İ K  M E D Y A
Milliyet'in 'özür'ü biraz problemli değil mi?
Kronik medya'ya
hoş geldiniz
Merhaba... Bundan böyle Salı, Çarşamba, Perşembe, Cuma ve Pazar günleri taze haber analizleriyle karşınızdayız.
Bu sayfada ne tür değerlendirmeler olacak? Kısaca ve kabaca söylersek: Basının Türkiye'de ve dünyada neleri nasıl yansıttığına bakacak, neleri neden yansıtmadığının cevabını bulmaya çalışacağız. Salt akademik bir çerçeve içinde kalmayacağız; 5N 1K'yı gözeteceğiz tabii, ama başka şeylere de bakacağız. Temel görevimiz elbette "kötü"leri tespit edip gözönüne sermek... ama hiçbir "iyi" fırsatı da kaçırmayacağız.
Bu sayfa herkese açık... Değerlendirmeleriniz hem bize katkıda bulunmaya hem de bizi eleştirmeye yönelik olabilir. Gerek "kronik" gerekse "habersiz" misafirlerimiz, Kronik Medya'nın bir günlük gazetede yayımlandığını, bu nedenle sanal ortamların neredeyse sınırsız hacimlere imkân verme özelliğinden yoksun olduğunu herhalde unutmazlar.
Gerek sunum (manşetin hemen üstünden) gerekse seçilen sözler ("Milliyet, okurlarından ve Ahmet Altan'dan özür diliyor"), Milliyet'in Ahmet Altan'a yönelik haberleri konusunda samimi bir pişmanlık içinde olduğunu gösteriyordu.

Okur Temsilcisi Yavuz Baydar'ın gazetenin yayın yönetmeni Mehmet Yılmaz'la yaptığı söyleşinin bu birinci sayfa anonsu, gazetelerde son haftalarda dile getirilen "ilkeler" ve "okurlara sözler"i pekiştiren bir nitelik taşıması açısından da çok önemliydi. Ne var ki söyleşinin tümünü okuyan okurların çoğu, sanırız birinci sayfadaki "Oh be, nihayet net bir özür" duygusundan biraz iskonto yapmak mecburiyetinde hissettiler kendilerini.

Her şeyden önce Yılmaz'ın bazı şeyleri hâlâ gizlediğini gösteren ve dolayısıyla özrün içten gelen bir pişmanlıktan çok yasak savma kabilinden dilendiği kuşkusunu doğuran olgusal bir sorun var… Yılmaz, sonradan ortaya çıkan konuşma kaseti için, "Bantın kopyası Perşembe günü geldi İstanbul'a" diyor. Oysa konuşmayı banta alan Muharrem Özsös adlı Almanya'da çalışan gazeteci, Kanal 6'da yaptığı açıklamada, ismini de verdiği bir Milliyet editörünün Pazartesi akşamı kendisine ulaştığını ve ricası üzerine konuşmanın tümünü, kurulan bir yayın-kayıt düzeneğiyle Milliyet'in İstanbul'daki merkezine ulaştırdığını söylemişti. Yani Yılmaz'ın verdiği tarihten üç gün önce…

Bir başka sorun, Ahmet Altan'ın da özür dilemeye çağrılması… Mehmet Yılmaz şöyle diyor:

"Bir aralar bizim işimizi yapmış bir kişiden, bir yazardan beklenmeyen bir tavırla gazetecilere ve gazete mensuplarına saldırması, hakaret sözcükleri kullanması da bu olayın gazete içinde daha hızlı sonuçlandırılmasını geciktiren bir faktör

oldu. Biliyorsun bir mahkeme süreci var, fazla bir şey söylemek istemiyorum. Ama Ahmet Altan da kullandığı ifadelerden ötürü özür dilerse, elbette davayı geri çekerim."

Ahmet Altan ne der bilmiyoruz ama, bizce Altan'ın Yılmaz'ı istifaya çağıran sözlerinde en küçük bir hakaret yoktu. Yılmaz'ın bu iddiasını, Ahmet Altan'ın sözlerini aktararak temellendirmesi ya da bu rezervini geri çekmesi yerinde olur diye düşünüyoruz. (A.G.)

Derviş'e kesilen faturanın haber değeri

Hürriyet'in (4 Ekim) 21. sayfasında bir köşeye sıkışmış kalmış bir haber:

"Hilton'a 4 bin dolar ödediler / Hilton Oteli'nin, eşiyle birlikte bir buçuk ay konaklayan Derviş'e büyük indirim yaptığı öğrenildi. Hilton, blok olarak uzun süre kalması nedeniyle Derviş çiftinden 4 bin dolar aldı."

Fatura tutarını görüyorsunuz, iki kişi için günlüğü 100 dolar bile değil. Hani neredeyse "sudan ucuz" denilen türden!

Bu haberi okuyunca siz de ister istemez bizim gibi Almanya Yeşiller Partisi'nin Türk asıllı milletvekili Cem Özdemir'in başına gelenleri hatırladınız mı?

İşin bir diğer ilginç yanı da,

fatura bilgilerine ulaşan gazetenin bu "büyük indirim" karşısında hiç mi hiç şaşırmaması değil mi? (K.B.)

Olur böyle şeyler...

İlk bakışta gerçekten de öyle görünüyor: Saadet Partisi'nin (SP) manevi lideri Necmettin Erbakan oturuyor, partinin resmî genel başkanı Recai Kutan onun bir adım gerisinde ayakta duruyor. Kutan, Erbakan'ı güneşten korumak için elinde bir şemsiye tutuyor.

Sabah (6 Ekim) birinci sayfada, manşetin hemen yanından kullanmış bu ilginç fotoğrafı. Altında, "'Emanetçiliğin bu kadarı fazla' demeyin. Şemsiyeyi tutan el Kutan'ın değil" yazıyor. (Fotoğrafa biraz daha dikkatli bakın, siz de öyle olmadığını anlayacaksınız.)

Aynı fotoğraf Zaman'la birlikte birkaç gazetede daha var, fakat sadece Zaman'daki meslektaşlarımız fark edememiş ayrıntıyı. Zaman'daki fotoğrafın altında aynen şu satırlar yer alıyor: "Recai Kutan şemsiye tuttu... SP Genel Başkanı Kutan, dünkü miting sırasında Şanlıurfa'daki sıcak havadan etkilenmemesi için Erbakan'a şemsiye tuttu. Erbakan'dan önce kürsüye gelen Kutan, sözü uzatmadan mikrofonu Erbakan'a bıraktı."

Ne diyelim, herkesin başına gelebilir böyle şeyler. Ga-zetelerimizdeki hatalar hep bu türden olsa keşke... (A.G.)

Gazete yönetimlerinden güzel, umutlu sözler

Kronik Medya'ya, medyanın "bu hal"inden sorumlu yöneticilerin özeleştirileri ve okura sözler verdiği bir dönemde başlıyoruz.

  •  Yeni dönem, "eski" dönemin sembol gazetecilerinden Zafer Mutlu'nun Vatan çıkmadan hemen önce söylediği sözlerle açılmıştı (Hürriyet, 18 Ağustos):

  •  "Bundan sonra ne yapmayacağımı iyi biliyorum… Çok tartışılan, eleştirilen Türk basınının bugünkü konumunda Zafer Mutlu'nun sorumluluğu var mıdır? Mutlaka vardır. İsteyerek, istemeyerek, bilerek, bilmeyerek… Bizi zorladılar veya zorlamadılar, şartlar öyle getirdi veya getirmedi… Bunları geçiyorum çünkü kimseyi suçlamak istemiyorum ama siyasi odaklarla, iktidarla, genel başkanlarla, siyasetçilerle içli dışlı, fazla 'mıç mıç' bir halimiz vardı. Öyle bir dönem geçirdik. ¥ Bu 'power game' oyununun içine girdik, yapmamalıydık. Yeni gazetede artık bu dönem bitti. Gece içki içilen masalardan eski günlerde olduğu gibi 'çay ve kuru pastalı sohbetler'e geri döneceğiz. Yeniden Haldun Simavi dönemini başlatmak istiyoruz…"

  •  Bundan tam bir hafta sonra Doğan Medya Grubu 20 maddelik "Yayın İlkeleri"ni ilan etti ve böylece okurlar karşısında kendini bağladı.

  •  Dinç Bilgin'in geçmişte "hatalar yaptığını" kabul etmesinin ardından, gazetenin genel yayın yönetmeni Ergun Babahan, her Pazartesi "özeleştiri" konusunu çok daha ciddiye aldığını gösteren ve "okurun ilke sözleri karşısında kuşku duymasının haklı olduğunu savunan" yazılar kaleme almaya başladı. Babahan, "İlkeli medya terörü" başlığını taşıyan dünkü (7 Ekim) yazısında şöyle dedi mesela:

  •  "Gazetecilik anlayışında ne kadar SABAH'ın ilk yıllarındaki gibi olmak istiyorsak, son yıllardan da o kadar uzak kalmak istiyoruz. (…) Ne olmak istemediğimize gelince… Kartel olmak istemiyoruz. Bir emirle, gazete ve televizyonlarında bir gruba, bir partiye, bir şirkete saldıran bir yayın organı olmak istemiyoruz. 'İyi insanlar tarafından hazırlanan' gerçekten iyi bir gazete olmak uğraşındayız."

  •  Gördüğünüz gibi gerçekten umut veren sözler…

  •  Zafer Mutlu'nun sözlerinden itibaren, burada özetlediğimiz bütün gelişmeleri memnuniyetle kaydediyoruz. Fakat mesela geçtiğimiz hafta boyunca Sabah ve Doğan Grubu gazetelerinde yer alan iki "şirket haberi"nin tamamen farklı bakış açılarıyla okurlara sunulmasını nasıl açıklayacağız? İkisi birden doğru olamayacağına göre…

    Yarın bu iki haberi ve sunumlarını aktaracağız. (A.G.)

    İKTİBAS YOLUYLA MİSAFİR

    Hürriyet'ten Serdar Turgut, geçenlerde kaybettiğimiz gazeteci Sadullah Usumi'yi anıyor ("Tarımı hatırlatan adama", 4 Ekim):

    "Modernliği yakalayamamış ülkemiz medya sayesinde 1990'lı yıllarda postmodern dönemine girdi.

    Postmodernizm kendi başına abukluklarla dolu bir akımdı zaten, bir de henüz moderliği yakalayamamış bir ülkede bu denenince abukluk dozu dana da arttı.

    Zihinsel yapılarda devrim diye sunulan şeyin nasıl bir şey olduğunu anlayabilmek için bakılacak en iyi yer büyük gazetelerin ekonomi sayfalarıdır.

    1990'lı yıllardaki bütün gazetelerde tarama yapsanız, Türkiye nüfusunun yüzde 45'inin yaşamakta olduğu tarımsal sektör ile ilgili haber bulmanız zordur.

    Var olan tarım haberleri ise daha çok büyük şehirlerde alım gücü olan insanların yaşamını etkileyici olabildikleri sürece yer almıştır o sayfalarda.

    Modernleşme süpermarkette satılan yeni mal sayısının artışından ibaret sayıldı uzun süre. Türkiye sadece takriben 7 milyon insanın yaşadığı bir ülke olarak düşünüldüğünden, tüm ilişkiler ve kararlar bu varsayıma göre alındığından haberler de bu 7 milyon insanı ilgilendirdiği boyutta ele alındı.

    Gazete alıcısı da bu 7 milyon içinden çıktığı için bu belki kendi içinde rasyonel bir ticari karardı ama gelinen noktada görüldü ki insanın yaşamakta olduğu ülkede sürekli bir hayal dünyasında var olmaya çalışması mümkün değil.

    Bizler İstanbul ve başka büyük şehirlerdeki 'kurtarılmış yaşam alanlarımızda' yaşamayı

    sürdürmeye ve unutmaya çalışırken bir bakmışız ki gerçeklik de kapımıza dayanmış, kapıyı zorluyor.

    (...)

    Sadullah Usumi postmodern yaklaşımın ürünü olan medya yazarlarının pek tuttuğu bir insan değildi.

    Bir kez "sevimsiz" konularda yazıyordu. "Köylüler" vardı yazdığı konular arasında, "tahıl, pamuk" gibi kırsal alana özgü şeylerle uğraşıyordu.

    Kısıtlı sayı arasında döndürülmeye çalışılan şehirli yaşam tarzına uygun değildi yazıları, rahatsızlık vericiydi, hatırlatıcıydı...."

    Kimin listesinden başlamalı?

    Vatan'dan Zülfü Livaneli bir yazısını (5 Ekim) "Hangi kitaplarla başlamalı..." konusuna ayırdı. Öğretici bir yazı. Kendini yetiştirmek isteyen okurlara yönelik bir okuma listesi, bedava bir danışmanlık servisi. Livaneli'nin listesi sırasıyla okunmak üzere şöyle: Yunus Emre, Pir Sultan Abdal, Karacaoğlan, Yahya Kemal, Nazım Hikmet, Orhan Veli (şairler başta, çünkü yazar "işe şiirle başlamanın" yerinde olacağını söylüyor) Sait Faik, Yaşar Kemal, Homeros ("Sürekli okumasanız bile arada bir bölümlerine göz atmanız, başlangıç için yeterli yeterli olabilir."), Shakespeare, Dante, Moliere (bunları okumak "zor" olduğu için "sonraki bir aşamaya" bırakılabilir), Cervantes, Dickens, Stendhal, Gogol, Dostoyevski, Tolstoy ve nihayet "oradan da Amerikan edebiyatına" geçiş.

    Evet, Livaneli'nin okumaya başlamak için önerdiği liste böyle. Katılırsınız katılmazsınız, taraf tutuyor dersiniz demezsiniz, sizin bileceğiniz bir iş!

    Livaneli'nin yazısının etkisiyle olacak Milliyet'ten Can Dündar da ertesi gün aynı konuya girdi. Yazının başlığı bu kez "Ne Okumalı?"ydı. İsterseniz lafı uzatmadan Dündar'ın listesine de göz atalım. Dündar, "Beyaz"a (evet evet o "Beyaz"a, televizyon ekranındaki "Beyaz"a!) gönderdiği kolide bulunan kitapların adlarını vermemiş. Yazısında sadece başlangıç için uygun bulduğu yazarların adlarını sıralamış. Dündar'a göre Montaigne, Nietzsche, Eco. Baudelaire, Gündüz Vassaf, Cemil Meriç ve Murat Belge'nin denemeleri "iştah açan tadımlık okumalarda insana farklı düşünce ufukları aralar" niteliktedir.

    Evet bir gün arayla iki köşeyazarından iki okuma listesi... Ama görüyorsunuz, bu iki listenin ortak hiçbir (ama "hiçbir") yanı yok. İki köşeyazarının listesinde de yer alan tek bir yazar adıyla karşılaşmıyoruz. İki liste arasındaki bu radikal fark, bu "uçurum" acaba nereden kaynaklanıyor? Livaneli acaba Vatan okurlarının profilini düşünerek mi halk edebiyatı ve Türk edebiyatı ağırlıklı bir liste hazırladı? Yoksa Milliyet okurları Vatan okurlarına kıyasla daha "entellektüel" bulundukları için mi (Sahi, bir zamanlar bu gazetede "Entellektüel Bakış" sayfası yok muydu?) daha işin başında Nietzsche, Eco, Bacon gibi zor alanlara sokulmaya çalışılıyor? Cevaplamamız imkansız bir sürü soru....

    Belki de en iyisi, "aydınlanmacı" bir ruhla kaleme alınmış olsalar bile birbirini hiç tutmayan "okuma listeleri" yayımlayarak "köşeler"den nur saçmaya çalışmak yerine okuru gazetelerin "Kitaplar" sayfalarıyla başbaşa bırakmak. Tabii bu tür sayfalaı bulabilirseniz! Köşeyazarlarının emperyalizminin bir sonucu olarak gazetelerde güzel şeylere yer mi kalıyor? (K.B.)


  • 8 Ekim 2002
    Salı
     
    YÖNETENLER: Kürşat Bumin
    Alper Görmüş


    Künye
    Temsilcilikler
    ReklamTarifesi
    AboneFormu
    MesajFormu

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
    Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
    Bilişim
    | Dizi | Röportaj | Karikatür
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
    © ALL RIGHTS RESERVED