Yeni Safak Online...
T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Kürtler, Türkmenler, Kerkük: Doğrular-yanlışlar...

Tarihin önemli dönemeç noktalarında başdöndürücü gelişmeler ve değişim kaçınılmazdır. Bunu sezebilen, buna ayak uyduran, dahası bu kaçınılmaz büyük oluşumu etkileyebilen ülkeler, güçler ve kişiler; önlerini açık tutabilirler.

Böylesine dönemlerde, 'en olmaması' gerekenler sayılırsa; bunlar, 'bilgisizlik, saptırma, yalancılık, içi boş ve kof heyecanlar' olarak sıralanabilirler.

O nedenle, Irak, Kuzey Irak, Kerkük, Irak'ta rejim değişikliği, bağımsız Kürt devleti, Federal Irak, Türkmenlerin statüsü vs. gibi ihtimaller tartışılırken, kaba milliyetçi heyecanları alevlendirmeye, bilgisizlikle ele ele sorumsuz açıklamalara, gerçekleri saptırmaya yer olmaması icap eder.

'Atatürk'te federasyon fikri ve Kerkük' başlıklı yazının yer aldığı dün, Milliyet'te de Hasan Cemal imzalı 'PKK sopası, Kerkük havucu' başlıklı bir yazı yer aldı. İzliyoruz:

"Sanıyorum, 1999'un Mart ayıydı. Ankara'da güvenilir bir istihbarat kaynağıyla sohbet etmiştim. Söz Kuzey Irak'tan, Irak'ın bölünmesi ve bağımsız bir Kürt devleti kurulmasından açılınca şöyle demişti.

'1990 başlarında, Körfez Savaşı'ndan sonra Irak fiilen bölünmüş durumdaydı. Kuzey'de Barzani'yle Talabani hakim durumdaydı. Burada bir Kürt devleti Suriye'yi fazla ırgalamıyordu. İran zaten kendi derdindeydi. PKK sopasıyla Türkiye'ye vurup, Kerkük-Musul senaryoları ile havuç gösterip, Kuzey Irak'ta bir Kürt devleti konusunda Türkiye'yi razı etmek istediler. Türkiye bu oyuna gelmedi. Kesin karşı durdu.'

Üst düzeydeki istihbarat kaynağı şöyle devam etmişti:

'Türkiye'nin gelmediği bu oyunda Talabani'yle Barzani de vardı. Yüreklerinde her zaman bağımsız Kürdistan ateşi yanacağı için bu ikili, Türkiye'nin zayıf kalmasını isterler; fazla güçlenmesinden hoşlanmazlar. Çünkü Kürt devletine esas engel Türkiye'dir. Ancak Iraklı Kürt liderler Türkiye'nin bileğinin bükülemeyeceğini gördükten sonra Türkiye'nin yanına gelmeye başladılar...'"

Sözü edilen 'üst düzey istihbarat kaynağı' kimdir ve Hasan Cemal nezdinde niçin 'güvenilir'dir bilemem; ama bu anlattıkları baştan aşağı doğru değil. Hiçbir 'tarih ve kronoloji bilgisi' bu anlatılanları doğrulamaz.

Öznesi belli olmayan cümlelerle 'tarih anlatımı' yapılmaz. 'PKK sopasıyla Türkiye'ye vurup, Kuzey Irak'ta bir Kürt devleti konusunda Türkiye'yi razı etmek istediler.' Kim bunlar? Bunu hangi yolla yaptılar? Bu sözlerden bir anlam çıkartıp, 'tarihe kayıt düşmek' mümkün mü? Değil.

Bu doğru olmadığı için, Körfez Savaşı sırasında ve sonrasında ortada Türkiye'ye yönelik ve Türkiye'nin düşmediği bir 'oyun' falan da yoktu. Celal Talabani ve Mesut Barzani, 'Türkiye'nin bileğinin bükülemeyeceğini gördükten sonra Türkiye'ye yanaşmış' da değillerdi. Kendilerinin öyle bir beklentisi yokken, onlara yanaşarak, sürpriz biçimde Ankara'ya davet eden Türkiye idi. Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın politikası ve daveti üzerine geldiler. İlk teması, Dışişleri yetkilileri kurdu (Mart 1991). Turgut Özal'ın kendisi Talabani'yle görüşmeden önce, Sosyalist Enternasyonal toplantısı için İstanbul'dayken, ev sahibi ve ana muhalefet lideri Erdal İnönü, Talabani'yle görüştü (Haziran 1991). İnönü'den sonra Özal, Talabani ile Ankara'da, Süleyman Demirel ise İstanbul'da görüştü ve Demirel, kendisine 'destek' vaad etti. 'Üst düzey istihbarat yetkilileri'ne gerek duymadan, açın o günün gazetelerini tarayın; görürsünüz.

Olay şuydu: Körfez Savaşı'nda Irak'taki merkezi rejim, yani Saddam Hüseyin rejimi ağır bir darbe yemişti. Bu sonucun, merkezdışı kuvvetleri, bu arada kuzeydeki Kürtleri harekete geçireceği, Irak'ın kuzeyinde bir boşluk doğacağı apaçıktı. Bu boşluk, Türkiye tarafından doldurulmazsa, başta İran, bir başka güç tarafından doldurulabilirdi.

Turgut Özal, bu gözlemden hareket ederek, Irak Kürt liderleriyle temas kurulmasına karar verdi. Türkiye'den başka, bölgeyle irtibatlı ve ilgili her başkent, bu kişilerle zaten temastaydı. Talabani ve Barzani, Londra, Paris, Şam, Tahran, çeşitli ülke yetkilileriyle görüşüyor ve Washington kapısını zorluyorlardı.

Turgut Özal, Irak Kürtlerinin 'Türkiye'nin vatandaşlarının soydaşları ve 80 yıl önceki devletimizin vatandaşları' olduğu olgusundan yola çıkarak, Irak Kürtlerini 'Türkiye'nin himayesi' altına almayı öngördü.

Böyle bir hamle, Irak'ın kuzeyinde bir 'bağımsız Kürt devleti'nin kurulmasının önünü kendiliğinden keseceği gibi, Kuzey Irak'ta kendi himayesi altındaki güçlerle, doğacak iktidar boşluğunun Türkiye'ye karşı kullanılma potansiyelini ortadan kaldıracaktı.

Turgut Özal'ın ölümüne dek, Talabani ve Barzani, Türkiye'nin 'sadık bölgesel müttefikleri' konumunda bulundular. Hatta, Talabani, Milletler Cemiyeti'nin 1925 yılına dair bazı belgelerini -bunlar Turgut Özal'da da vardı- ortaya çıkartarak, Kuzey Irak üzerinde Türkiye'nin hakkı olduğunu söyleyerek, bazı öneriler yapmaya kadar işi vardırdı. Bunun 'üst düzey istihbarat yetkilisi' olmayan 'devletin üst düzey görevlisi' tanıkları hala hayattalar. Turgut Özal'ın ölümünden sonra, izlediği politika bir yana bırakıldı ve Türkiye'nin bölgeye yönelik politikası savrulmaya ve yalpalamaya başladı.

Kaldı ki, Körfez Savaşı'nın hemen sonrasında, Kürtler (ve bu arada Türkmenler) ayaklanmanın bastırılması nedeniyle büyük sıkıntı içindeydiler ve yüzbinlerce Kürt ve bu arada Türkmenler, Türkiye sınırlarının içine sığınmıştı. Hiç kimsenin 'Bağımsız Kürt devleti'ni düşünebilecek hali de, gücü de yoktu. O dönemde, 'bağımsız Kürt devleti' hiçbir şekilde gündeme gelmemişti.

Bu tür 'yanıltıcı açıklamalar'ın ardında, hala aşılamamış ve Kürtlere ya kötü gözle, ya yan gözle baktıran bir zihniyet var. Türkiye'de bazı merkezler, Irak Kürt liderlerini onun-bunun 'şımarttığı aşiret reisleri' gibi görüyorlar; uluslararası politikanın 'meşru aktörleri' olarak görmüyorlar. Onları, en büyük bölümü bizim vatandaşımız olan bir halkın siyasi liderleri olarak görmek ve saygılı davranmak yerine, 'özünde baldırı çıplak asiler' gibi görme eğilimindeler. Aslında, bu bakış açısı, Kürtleri, küçük gören ve kötü gözle gören bakış açısının bir yansıması. O nedenle, Irak'a ilişkin son tartışmalardaki, kimi beyanlar ve sütunlara yansıyan değerlendirmeler, bizim halkımızın bir bölümünü ciddi surette incitiyor. Bu davranışların açtığı yaralar, Güneydoğu'da 'yatırım, aş-iş'le giderilemeyecek kadar derin oluyor.

Bir başka yanıltma, Türkmenlere ilişkin. 'Türkmen sorunu', Saddam'ın yani Türkmen kimliğini adeta imha eden 'milliyetçi-totaliter Arap merkez'in zayıflamasıyla Körfez Savaşı sonrasında ortaya çıktı. Ona da ilk atan Turgut Özal'dı. Irak Milli Türkmen Partisi yetkilileri, sık sık, Çankaya Köşkü'nde kabul edilirlerdi. Irak Kürt liderleriyle yapılan toplantılarda yer alırlardı. Türk Dışişleri, Irak Türkmen temsilcilerine kapılarını, Özal politikası sonucunda, ilk kez, 1991'de açtı.

O dönemden sonra, 'Türkmen sorunu' da Ankara tarafından ihmal edildi. Türkmenlerin adı, sadece Irak Kürtlerine karşı bir 'koz' olarak, yeri geldiğince telaffuz ediliyor.

Türkiye'nin gerçekten bir 'Türkmen politikası' var mı? Irak'ta kaç Türkmen yaşıyor ve nerede yaşıyorlar; buna dair bir 'envanter', Ankara'da hangi 'devlet kasası'nda var? Cumhurbaşkanı'na, Başbakan'a, Dışişleri Bakanı'na bir sorun bakalım; tatmin edici bir cevap alabilir misiniz?

Türkiye, Türkmenler için ne istiyor? Kültürel haklar mı? Bölgesel özerklik mi? Birleşik Irak içinde federe devlet statüsü mü? Hangisi? Ne?

Eğer, Türkmenlerin büyük çoğunluğu, Kuzey Irak'ta değil de, Saddam'ın yönetimindeki alanda ise; bunu kimden istemek gerekiyor: Barzani ve Talabani'den mi? Bağdat'tan mı? Amerikalı yetkililerle görüşmelerde, Türkmenlerin durumu hakkında somut ve ayrıntılı bir plan sunuluyor mu? Çok şüpheliyiz.

Ayrıca, mütemadiyen Kerkük'ün bir Türk/Türkmen şehri olduğunu tekrarlayıp duruyoruz. Kerkük'ün kompozisyonu hakkında gerçekten bir fikrimiz var mı? O da şüpheli.

Örneğin, Kamus-u Alem ya da Kamus-u Türki yazarı, büyük Osmanlı mütefekkiri Şemseddin Sami'nin, 19. yüzyıl sonunda şehrin sakinlerinin dörtte üçünün Kürt, geri kalanının Türkmen ve Arap olduğu, 760 Yahudi ile 60 Keldani'nin şehirde ikamet ettiğini yazdığından haberimiz var mı? Buna karşılık, 1959'da Bağdat'taki General Abdülkerim Kasım'la ittifak halindeki Molla Mustafa Barzani'nin adamlarının Kerkük'te 'Türkmen katliamı'na kalkıştıklarında, şehir nüfusunun yüzde 50'sinden fazlasının Türkmen, yüzden 40'ından azının Kürt ve geri kalanın Asuri ve Ermeni olduğunu bu ülkede kaç kişi biliyor?

Irak, Kuzey Irak, Kerkük konularında ciddi olmamız ve ciddi davranmamızın zamanı geldi, geçiyor.

Günlerdir anlatmak istediğimiz sadece bu...


19 Ekim 2002
Cumartesi
 
CENGİZ ÇANDAR


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED