T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

K R O N İ K  M E D Y A
Dışişleri kimi uyardı?

Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Yusuf Buluç, Çarşamba günü düzenlediği basın toplantısında Kuzey Irak'taki gelişmeler ve Türkiye'nin tutumu konusunda çok önemli açıklamalarda bulundu. Anlaşılan Dışişleri Bakanlığı, sorunun seçim meydanlarında malzeme yapılmasından rahatsız olmuştu ve bu yöndeki gaz vermelere bir set çekmek istemişti. Çok önemli bir haberdi, ama Hürriyet, Milliyet, Sabah, Vatan (16 Ekim) gibi çok satışlı gazeteler tuhaf bir ilgisizlikle karşıladı değerlendirmeyi. İlgisizlik dediğimize bakmayın, basbayağı "yok hükmünde" saydılar ve tek sütunda bile görmediler haberi. (Büyük gazetelerimizin Kuzey Irak konusunda hafta başından beri sürdürdüğü adrenalin yükseltici habercilikle bu son tavrın bir kıyaslaması için, aşağıdaki "Hadi savaşalım..." başlıkla yazımıza göz atabilirsiniz.)

Bu önemli haber ne yazık ki sadece "küçük basın" tarafından değerlendirildi. Radikal ve Yeni Şafak manşetten, Cumhuriyet ve Zaman birinci sayfadan geniş haberlerle işlediler konuyu. Şimdi artık asıl mevzumuza, haberi okura "çözümleyerek" aktarmanın gazeteci açısından taşıdığı tehlikelere gelebiliriz.

İsterseniz, meseleyi en "net" biçimde koyan Radikal'le başlayalım... Gazete "Dışişleri Ecevit'i sert uyardı!" diyor manşette. Bu netlik üst başlık, alt başlık ve birinci sayfa spotlarıyla iyice pekiştiriliyor. Hepsini aktarıyoruz: "Siyasilerin tırmandırdığı 'Kürt devleti' tartışması komediye döndü... Dışişleri Ecevit'i sert uyardı!.. Başbakan Bülent Ecevit'in 'İşler çığrından çıktı' dediği Kuzey Irak'ta her şeyin kontrol altında olduğunu açıklayan Dışişleri Bakanlığı liderlere seslendi: Basiretli, soğukkanlı ve gerçekçi değerlendirmeler yapın... Dışişleri Bakanlığı, başta Başbakan Ecevit ve yardımcıları olmak üzere siyasilerin Irak'la ilgili açıklamalarına müdahale etme ihtiyacı duydu. Bakanlık sözcüsü Yusuf Buluç, Ecevit'in tersine Kuzey Irak'taki gelişmelerin tamamen Türkiye'nin kontrolü altında olduğunu söyledi... İşlerin çığrından çıkmadığını söyleyen Buluç şöyle konuştu: 'Şimdi polemik zamanı değil. Bu sözlerimin muhatabı medya ya da kamuoyu değil. Daha ötedeki bazı makamlara sesleniyorum. Basiretli, soğukkanlı ve gerçekçi değerlendirme yapma zamanıdır."

Cumhuriyet: "Ankara'dan Barzani'ye tepki"

Cumhuriyet'in haberi de en az Radikal kadar net. Bir farkla: Bu gazetemize göre, Bakanlık sözcüsü'nün "polemik yapmaması yönünde" uyardığı kişi Başbakan Ecevit değil, Irak Kürdistan Demokratik Partisi (IKDP) lideri Mesut Barzani'dir. Gazetenin "Ankara'dan Barzani'ye tepki" başlıklı haberinin flaşında aynen "Türkiye, IKDP Lideri Mesut Barzani'yi 'polemik yapmaması' yönünde uyardı" deniyor.

Haberin devamından, Cumhuriyet'in de bu sonuca Buluç'un sözlerini "çözümleme" yoluyla vardığını öğreniyoruz: "Buluç bir soru üzerine şunları kaydetti: 'Şimdi zaman, bir polemik zamanı değil. Bu sözlerimin muhatabı Türk medyası ya da kamuoyu değil, daha ötesindeki birtakım makamlara sesleniyorum."

Görüyorsunuz, iki gazete, biribirinin tıpkısı sözlerden tamamen farklı sonuçlar çıkartıyor ve başlıkta sanki haberin kaynağı, bu sonuçları aynen telaffuz etmiş gibi sunuyor. Okur, ancak haberin devamını okursa, böyle bir şeyin olmadığını anlayabiliyor.

Haber kaynağının ağzından çıkan sözleri bu tarz bir "mealen aktarma" yöntemiyle habere dönüştürmenin meşru olmadığı çok açık. Hatta okurların tamamı, "gazetem haklı, bundan çıksa çıksa bu sonuç çıkar" dese bile meşru değil. Belki haberin yanına yerleştirilecek bir analiz yazısıyla, gazetenin kunuşmayı nasıl yorumladığı aktarılabilir, o kadar.

Gelelim Zaman ve Yeni Şafak'ın konuşmayı nasıl yansıttığına... Zaman, çok daha geniş bir adres gösteriyor: "Dışişleri Bakanlığı, Irak konusunda siyasî makamlardan yapılan zamansız açıklamaları eleştirdi."

Bu, ilk ikisine kıyasla daha kabul edilebilir bir yaklaşım... Ama bizce en doğrusu Yeni Şafak'ın hiçbir adres göstermeyen, yorumu ve adres bulmayı okurlara bırakan şu yaklaşımı:

"Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Yusuf Buluç, Kuzey Irak'taki gelişmelerin Türkiye'nin kontrolünde olduğunu belirterek, 'Türk medyası ya da kamuoyuna değil, daha ötesindeki birtakım makamlara' seslendi. Buluç, haftalık basın toplantısında, bölgedeki son gelişmelere ilişkin değerlendirmelerde bulunurken, şunları kaydetti..." (Neleri "kaydettiğini artık ezberlediğiniz için, buraya tekrar almıyoruz.)

Son olarak Radikal ve Cumhuriyet'in çözümlemelerini karşılaştıralım... Bize sorarsanız, Radikal'inki çok daha gerçeğe yakın. Cumhuriyet'in çözümlemesi ise çok tuhaf. O sözlerden "Barzani" nasıl çıkar, anlamak imkânsız... (A.G.)

Hadi savaşalım...

Haber değerlendirmede gazeteden gazeteye fark olur da bu kadar mı olur?

Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Yusuf Buluç'un, Kuzey Irak konusundaki hararet düşürmeyi amaçlayan sözleri dört "küçük" gazetede manşetten, yan manşetten değerlendirilsin de dört "büyük" gazetede tek satırla olsun görülmesin... Tuhaf bir durum... Büyük basınımızın Afganistan Savaşı öncesinde ve sırasında gerçekleştirdiği "Türkiye'nin de askere alınması" yönündeki ısrarlı yayınlarını düşünürseniz, hararet düşürmeye yönelik bu son girişimi sevmedikleri için haberi görmedikleri sonucunu çıkarabilirsiniz. Buna, şu son günlerde, savaş ihtimali karşısında gösterdikleri aşırı heyecanı da eklerseniz, meseleyi böyle yorumlama yönündeki eğiliminiz daha da büyür. Ama Sözcü'nün konuşması kargaşaya da gelmiş olabilir, bir ihtimal olarak bunu da belirtelim. Değerlendirmenize yardımcı olması için, "Savaş kapıda, Mehmetçik hazır" haberciliğinden bir potpuri sunuyoruz...

Siyasileri galeyana getiren ilk haber 13 Ekim tarihli Milliyet'te yer aldı.

Milliyet, okurun gözünün yaşına bakmamış, günlerden Pazar falan olduğunu da dikkate almadan dayamıştı sürmanşeti: "Ecevit Milliyet'e açıkladı:

Savaşa sürükleniyoruz... Başbakan, 'Kuzey Irak'ta iş çığırından çıktı' sözüne açıklık getirdi: Türkiye iradesi dışında bir savaşa sürüklenmekte..." (Haberi, gazetenin tepesinden aşağısına doğru yönelmiş bir F-16 savaş uçağının süslediğini söylemeye herhalde gerek yok.)

Milliyet, habere bir gün önceki manşetinin kupürünü eklemeyi de ihmal etmemişti: "Hadlerini aştılar..."

Sonraki günlerde basının işi daha kolaydı, çünkü siyasiler devreye girmişti. Yılmaz'ın "Türkiye savaşa girmeli"si; Yazıcıoğlu'nun "Kerkük'e girelim, koridor açalım"ı; Çiller'in "Orada o devleti ya kurdurmayacağım ya kurdurmayacağım"ı; Gül'ün "Madem bir durum var, Başbakan hepimizi toplasın, millî tepki verelim"i falan... Ardından, günü haftalar öncesinden belirlenen (Radikal) MGK toplantısının "olağanüstü" diye nitelenmesi geldi.

Bazı gazetelerimiz işi iyice tuhaf noktalara götürdü. Mesela dünkü (17 Ekim) Vatan'ın (yani Dışişlerinin itidal açıklamasına hiç yer vermeyen gazete) üç "gündem" sayfasından biri bu meseleye ayrılmıştı. O sayfada yer alan toplam beş haberin başlıklarını aktarınca siz de bize hak vereceksiniz: "Savaş kadrosu için kamuda hazırlık...", "Ankara savaşa hazırlanıyor, Çankaya'da Irak zirvesi...", "Ecevit: Olaylar irademizi aşabilir...", "Sivillere sürpriz, Meclis içinde askeri tatbikat...", "Diplomatik eleştiri: Türkiye irtifa kaybetti, emekli büyükelçi Onur Öyman, Türkiye'nin bölgesel gelişmelerde ağırlığını hissettiremediğini söyledi..."

Ne dersiniz, Vatan vatanî görevini bilhakkın yerine getirmiyor mu sizce de? (Not: Vatan gazetesi yazarı Zülfü Livaneli'nin bugünkü yazısı "Sivil hezeyan, askeri temkin" başlığını taşıyor. Yazıda sivillerin savaş kışkırtıcılığı eleştirilirken, askerlerin serinkanlı tutumundan övgüyle söz ediliyor.) (A.G.)

MİT, 'televole kültürü' ve Ertuğrul Özkök

  • "MİT Müsteşarlığı geçtiğimiz günlerde Türkiye'nin önde gelen medya kurumlarının yöneticilerine birer brifing verdi. Bu brifingde konuşulanların yazılmaması istendi. Ancak bugün geldiğimiz noktada artık MİT'e kadar ulaşan ciddi bir endişenin kayda geçirilmesi gerektiğine inanıyorum."

  • Hürriyet'ten Ertuğrul Özkök'ün 17 Ekim tarihli yazısı yukarıdaki satırlarla başlıyordu. İsterseniz, Özkök'ün "yazılmaması" istenen ancak dayanamayıp tadımlık bilgiler verdiği bu brifinge (aslında burası da problemli; Özkök "...yöneticilerine birer brifing verdi" ifadesini bilerek kullanıyorsa ortada çok brifingin olması icabediyor!) geçmeden önce bu satırları yorumlamakla yetinelim:

    Artık biliyoruz, epeydir alıştık ama yine soralım: Medya kurumlarının yöneticilerinin MİT Müşteşarlığı gibi kapalı kurumların böyle "kapalı" dışarıya tek kelime sızmayan brifinglerine katılması yerinde midir? "Yerindedir" deniyorsa, bu "önde gelen" yöneticiler bu toplantılara sadece medya mensubu sıfatıyla mı, yoksa başka bir sıfatla mı katılıyorlar?

  • Bize soracak olursanız, medya mensuplarının basın mensuplarına açık "basın toplantıları" dışında MİT ve benzeri kapalı kurumlarla bu derece içli dışlı olmaları kabul edilebilir bir tutum değildir.

  • Peki Özkök'ün sözünü ettiği brifigte anafikir neymiş?

    Özkök: "MİT Müsteşarlığı'nın verdiği mesajın özeti şuydu: 'Televole kültürü, toplumda büyük sorunlara yol açmak üzere.' MİT, televizyonlarda durmadan pompalanan televole cinsi olayların, eknomik krizden bunalmış kitlelerin bilinçaltında derin tepkilere yol açtığına inanıyor. Ve Türk medyasının buna bir çözüm bulması gerektiği görüşünü taşıyor. (...) Televole kültürü artık MİT'in dikkatini çeken ciddi bir tehlike haline gelmiştir."

  • Özkök'ün yazısının devamı bizi ilgilendirmedi; televole kültürünün "varlıklı insanlar"ı yanlış tanıtması, ya da kendisinin medyada "dünyanın en liberal görüşlerini" savunması gibi konularda söyledikleri bizce önemli değildi. Dolayısıyla aktardığımız ikinci bölümü tekrar dönelim:

    MİT Müsteşarlığı'nın "televole kültürü" üzerine bir brifing düzenlemiş olduğuna hâlâ inanamıyoruz....

  • Bir ülkede başta medya olmak üzere üniversiteler, sivil toplum kurumları, yazarlar çizerler gibi "kültür"le doğrudan içiçe olan pek çok kurum ve odak dururken "televole kültürü"ne DE (!) MİT'in el atmış olması gerçekten çok şaşırtıcı! Özkök'ün verdiği bilgilerden çıkarttığımız gibi MİT'i asıl endişelendiren husus milletin "televole" programlarına bakıp "varlıklı insanlar"a karşı duyacağı tepkinin önlenmesi bile olsa, bu işin saydığımız "açık" kurum ve odağın ilgi alanı içinde olması gerekmez mi?

    Özkök'ün satırlarından taşan bir başka "gerçeklik" çok daha vahim: Düşünün, ülkenin "önde gelen medya kurumlarının yöneticileri" şimdi de, kendi elleriyle büyüttükleri "televole kültürü"nün önüne nasıl geçilebilir diye MİT Müsteşarlığı'nda brifing alıyorlar! Hem de "konuşulanların yazılmaması" şartıyla.... (K.B.)

    Ali Kırca gerçekten de atv'den hiç ayrılmadı mı?

    Sabah gazetesinin haberine göre 17 Ekim tarihinde "Siyaset Meydanı"yla atv'de seyircinin karşısına çıkacak olan Ali Kırca, "aslında atv'den hiç ayrılmadığını" söylüyormuş.

    Siz söyleyin, söylenecek söz mü bu? Kırca belki hatırlamıyordur ama biz kendisini birkaç ay önce başka bir kanalda, birkaç hafta önce ise bir başka kanalda gördüğümüzü çok net olarak hatırlıyoruz! Hatta bazı izleyicilerin "Yahu olur mu böyle şey, daha seçim sonuçlanmadan 'Seçim Meydanı' boş bırakılır mı?" diye söylendiklerine bile şahit olduk... (K.B.)


  • 18 Ekim 2002
    Cuma
     
    YÖNETENLER: Kürşat Bumin
    Alper Görmüş


    Künye
    Temsilcilikler
    ReklamTarifesi
    AboneFormu
    MesajFormu

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
    Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
    Bilişim
    | Dizi | Röportaj | Karikatür
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
    © ALL RIGHTS RESERVED