T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Unutmadan...

Unutmadan... Bundan bir önceki yazıda, Washington'da çeşitli kişilerden naklen, Irak'a yönelik bir Amerikan askeri harekatı ihtimalinin azaldığını, çeşitli 'oranlar' vererek bildirmiştim. Yazıyı gönderdikten sonra, katıldığım toplantıya geri döndüm. Giandomenico Picco ile aynı tartışma grubundaydık. Picco, konuşmasında benim kısa süre önce yazıda söz ettiğim konulardan aynı şekilde söz ediyordu...

Picco kim mi?

Birleşmiş Milletler'in en tanınmış yetkililerinden... BM Genel Sekreteri Yardımcısı idi. İran-Irak Savaşı'nı sona erdiren müzakerelerde BM heyetinin 'baş görüşmecisi'ydi. Afganistan'a ilişkin Cenevre anlaşmasını görüşen BM heyetinin bir üyesi, 1980'lerde Beyrut'taki Batılı rehinelerin serbest bırakılmasıyla sonuçlanan girişimi yürüten kişiydi. 2001 yılında BM Genel Sekreteri (Kofi Annan) tarafından 'BM Uygarlıklararası Diyalog Yılı' kapsamında 'Özel Temsilcisi' olarak atandı.

Picco, 'Irak'a bir askeri harekat ihtimalini yüzde 70'e 30 olarak görüyordum. Şimdi öyle görmüyorum' dedi. Yanına yaklaştım; 'Az önce bu konuda bir yazı yazdım. Oran verin' dedim. Verdi: 'Yüzde 49 olacak; yüzde 51 olmayacak...'

Kendisine bu 'hükme' nereden vardığını sordum. 'Konu, sizin nasıl olduğunu pek iyi bildiğiniz BM'nin labirentlerine girmiş olduğu için mi?..' Güldü; 'Hem o nedenle, hem de Amerikan generallerinin son iki hafta içinde savaşa karşı çıkan tutumlarından ötürü...'

Pentagon'un 'sivil yöneticileri', Amerika'nın Irak konusundaki 'şahinleri' ama generaller, yani üniformalılar 'savaştan yana değil' gözüküyorlar. Bu konuda, generaller, Dışişleri ve CIA arasında paylaşılan bir 'çizgi' söz konusu. Buna karşılık, Başkan Yardımcısı Dick Cheney, Savunma Bakanı Donald Rumsfeld ve Richard Perle, Paul Wolfowitz, John Bolton, 'Scootie' Lippy gibi isimlerin yeniden 'güçlerini toparlayarak, hamle tazeleyecekleri' öne sürülüyor.

Ne olursa olsun; Irak'a askeri harekat, eli kulağında olmaktan çıkması bir yana, yapılıp yapılmayacağı kuşkulu bir hal aldı. Eğer bir gün yapılırsa bile, bunun en erken Mart-Nisan 2003'den önce olabilmesi mümkün değil.

Unutmadan, bir yere kaydedin...

Dolayısıyla, Irak ve Kuzey Irak 'isteri havası'ndan bir süre kafamızı kaldırıp, seçimlere dönebiliriz. Ne var ki, seçimlere beş gün kaldı ve herhangi bir partinin lehine ya da aleyhine olabilecek haber, yorum, vs. yasak. Dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde görülmeyen bir uygulama. Halkı adam yerine koymamanın, kolaylıkla etkilenecek bir sürü olarak görmenin zihniyetinin bir yansıması.

Bu durumda, Brezilya seçimlerinden söz etmek, 'seçim yasağı'na girmez. Kendi ülkemizdeki seçimden söz edemesek bile, Brezilya'dan söz edebiliriz.

Brezilya'da solcu aday, sendikacı Luiz Inacio Lula da Silva, müthiş bir halk desteğiyle Başkan seçildi. Brezilya, şaka değil, dünyanın en büyük dokuzuncu ekonomisi.

Lula da Silva'nın seçimleri kazanması Türkiye bakımından da 'mesajlar' içerdiğinden özellikle önemli. Zira, bu seçim kampanyasının başında, Lula'nın IMF'ye karşı olduğu ve ABD'nin Lula'nın başkanlığına iyi gözle bakmayacağı iddiaları ortalığı kaplamıştı. Lula'nın Brezilya'yı yönetebilmek için yeterli donanıma sahip olduğu konusunda kuşkular sürekli ortaya atılıyordu. Dahası, Lula'nın partisine Brezilya'yı yönetmekte güvenilebileceği konusunda, geçen yıl, Brezilya seçmeni bölünmüştü.

Lula, son yıl boyunca, kamuoyuna 'değiştiğini' anlatmak için büyük gayret sarfetti. Ülkenin enflasyona karşı başarılı mücadelesini aksatmayacağına ve diğer ekonomik reform girişimlerine karşı koymayacağına söz verdi. Muhafazakar siyasi partilerle ittifak yaptı, ekonomide hakim eğilimlere sahip ekonomik danışmanlar tuttu ve sıkı para politikasını sürdüreceğini ve ülkenin borçlarını ödeyeceğini bildirdi...

Hayır, hayır; 'seçim yasağı' ihlal etmiyorum, Türkiye'den söz ettiğim yok. Sanki ülke ve şahıs isimlerini değiştirerek, sanki Brezilya'dan söz eder gibi yaparak Türkiye'den söz ettiğimi düşünebilirsiniz. Ama doğru değil. Brezilya seçimlerine ilişkin dünkü Washington Post gazetesinin satırları yukarıda söz ettiklerim.

Washington Post'un şu satırları gerçekten Brezilya'dan söz ettiğimizi kanıtlayacak: "Araştırmalara göre, Brezilya ve diğer Latin Amerika ülkeleri, kendi ekonomi sorunlarının, IMF ya da Dünya Bankası'nın empoze ettiği politikalardan değil, kendi içlerinden kaynaklandığını görüyorlar. Seçmenlerin çoğunluğunun gözünde, bu durumun (ekonominin kötülüğünün) sorumlusu resmi yolsuzluk - yani, üst düzey yetkililerinin kamu fonlarıyla ceplerini doldurmaları.

Dünyanın geri kalanının büyük bölümü, anlaşılır biçimde Lula'dan kaygılı. Son günlerdeki söyleminin gerçek mi yoksa bir radikal gündemi gizlemek için mi olduğuna dair emin değil.

Bölgenin önde gelen reformcuları Lula'ya güvenlerini açıklıyorlar. Brezilya Cumhurbaşkanı Fernando Henrique Cardoso, kendi döneminde Brezilya'nın elde ettiği ekonomik istikrarı Lula'nın bozmayacağına ilişkin güvenini ilan etti. Arjantin'in ekonomik yeniden yapılanmasının mimarı olan ve Lula'nın ideolojik kardeşi sayılamayacak olan Domingo Cavallo, Lula'yı benimsediği pozisyonlardan ötürü övdü."

Bu satırları okuduğumda, Brezilya'daki Lula ve sol fenomeni ile Türkiye'deki Tayyip Erdoğan ve Ak Parti fenomeni arasında, acaba 'konjonktürel paralellik' mi var diye düşünceye daldım. Bir süre önce, yine Washington Post'ta beklenmeyen türden bir değerlendirme bu kez Türkiye'ye ilişkin yayınlanmıştı.

Bundan ötesi, 'seçim yasağı'na girebilir; burada keselim.

Unutmadan... Bugün 29 Ekim. Cumhuriyet Bayramı tüm ulusumuza ve Türkiye'den beklentisi olan tüm kardeş ve dost uluslara kutlu olsun...


29 Ekim 2002
Salı
 
CENGİZ ÇANDAR


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED