|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Pazar günü, Tayyip Erdoğan, İstanbul'da 10 binlerce kişiye hitap etti. Gördüğüm en kalabalık mitingti. Ama medya, ertesi gün, bu mitinge, hemen hemen hiç yer vermedi. Hepsi ağız birliği etmişçesine, AK Parti Genel Başkanı'nın, Balıkesir mitinginden söz ediyordu. Uçuş izni alamadığı için Erdoğan'ın helikopterle gidemediği Balıkesir mitingi, haber olarak medyaya yansırken, bu seçim döneminin en muhteşem kalabalığı görmezden gelinmişti. İşte Türk halkı, bu yüzden gazeteciye güvenmiyor. Eğer bir liderin, katılamadığı mitingden bahsedip, aynı gün katıldığı ve büyük kalabalıklar topladığı mitingi görmezden gelirseniz, vatandaş da sizi görmezden gelir. Hesap sormak
Seçime yaklaştıkça, gerilim artıyor. Tayyip Erdoğan, İstanbul mitinginde, 3 Kasım sonrasını hesap verme korkusu içinde bekleyenlerin olduğunu söyledi: "Onlar karanlığı istiyorlardı. Çünkü karanlık onları gizliyordu. Uykuları kaçtı." Bu defaki hesap sorma işinin "Koskotas dosyalarına" dönüşmemesini umut ederiz. Süleyman Demirel, 1991'de "ödünç oyları" talep ederken, boğazına kadar yolsuzluklara batmış bir Türkiye'de, herkesin hesabını vereceğini müjdeliyordu. Maalesef ümitler hükûmet kurulur kurulmaz söndü. Cavit Çağlar, Demirel kabinesinin ikinci adamı oldu. Yaşar Topçu Ulaştırma Bakanlığı'na geldi. DYP'nin emektar ismi Hüsamettin Cindoruk, Demirel'in etrafını saran gruptan duyduğu rahatsızlığı, "Beşli çete" yakıştırmasıyla dile getiriyordu. Pazar günü, Zeytinburnu mitinginde Tayyip Erdoğan'ı dinlerken hep bunları düşündüm. Acaba, yeni bir hayal kırıklığı ile mi karşılaşacaktık? Ama, Mavramoloz ormanında, Koç'a üniversitesini inşa ettirmemek için direnen de, Mustafa Süzer'in Dolmabahçe'yi çirkinleştiren inşaatını durduran da Tayyip Erdoğan'dı. Güç odaklarına karşı yasaları egemen kılmağa uğraşmıştı. AK Parti kimden oy alıyor? Bu parti, muhafazakar yapıdaki Anadolu sermayesinin, imkânlarını kaybedip fukaralaşan eski orta sınıf mensuplarının, adaletsizlik duygusunu yüreğinin taa içinde hisseden kitlelerin desteği ile büyüyor. IMF politikalarının ezdiği kırsal kesim de AK Parti'ye yöneliyor! Gelir düzeyi yüksek olanlar CHP'yi tercih ederken, özellikle kent varoşlarında oturanların oyu Tayyip Erdoğan'a gidiyor. Araziye inip halkla yüzyüze gelenler, bir büyük öfkeden söz ediyor. Bu öfkenin temelinde fukaralaşma var. Vatandaş, fukaralaşmanın da, yolsuzluklardan kaynaklandığı inancını taşıyor. Hesap sorma vaadi, bu yüzden önemli. Tabii seçimlerden sonra vaadler tutulacak mı, yoksa güçlü çevrelerle yeni ittifaklar mı kurulacak sorusu, ben de dahil, birçok kişinin zihnini kurcalıyor. Kutuplaşma
Zeytinburnu mitingi coşkuluydu. Tayyip Erdoğan, CHP-AK Parti kutuplaşmasının altını çizmeğe özen gösterdi. Çünkü, bu kutuplaşma kendisine oy getirecekti. "Oylar boşa gitmesin, baraj altında kalanlara oy atarak istikrarı bozmayın. Bölünmeyin" telkinleri ile, CHP zihniyetinin alt edilmesi gereğini vurguluyordu. Erdoğan, mazinin ışığında, "CHP zihniyeti"nin ne olduğunu anlattı. 1946 seçimleri, "Açık oy gizli tasnif" esasına dayanıyordu. Menderes "Yeter söz milletin" diye ortaya çıktı. 1950'de halk, hile yapılmasın diye sandıkları kucaklamıştı. Tayyip Erdoğan, "AK Parti sandıklardan patlarcasına çıksın" dedi. "Patlarcasına..." AK Parti lideri, Belediye Başkanlığı dönemini, bu kutuplaşmayı daha iyi vurgulayabilmek amacıyla bir kere daha hatırlattı: "CHP'li belediye, işçiye, memura para ödeyemiyordu. İstanbul susuzdu. Çöp yığınları altındaydı. Metro inşaatı, müteahhite para verilemediği için durdurulmuştu. Zaten hiç bir müteahhite hak edişleri ödenemiyordu." Ve tek bir cümle ile özetledi: "Milletin anasını ağlattınız." Yarışan iki kişi
Bu kutuplaşma, yarışın iki parti arasında cereyan ettiğini gösterip, yakın düşüncedeki seçmenin, oyunun alınmasını sağlayabilir. "CHP gelmesin" diye düşünen sağdaki seçmen, özellikle AK Parti'yi besleyen eski Fazilet Partililer ile MHP'liler, AK'a yönelebilir. Arena programına sadece Tayyip Erdoğan ile Deniz Baykal'ın çıkması, bu ikili yapılanmayı müşahhas hale getirmiştir. "İki kişi yarışıyor, hangisine kendinizi yakın hissediyorsanız, ona oy atın" mesajı verilmiştir. Baykal ve Erdoğan'ın, Çiller, Yılmaz ve İsmail Cem ile tartışmayı kabul etmemeleri, onlarla "başa çıkamam" duygusundan değil, ikili yönelişi bozmama arzusundan kaynaklanıyor. Tek başına, iş başına
Tayyip Erdoğan, İstanbul mitingine de "Tek başına iş başına" adını vermişti. "Tek başına iktidar" talebini vurguluyordu bu şekilde. Bir diğer afişi ise, gene hesap sorma vaadiyle ilgiliydi. "Yakın ışıkları, yolsuzluklar aydınlansın." 28 Şubat'ın sembolüydü sönen ışıklar. "O karanlıkta", Türkiye'yi soyup soğana çevirdiler. Sadece bol keseden dağıtılan bankaların hortumlanması değildi mesele. Karadeniz duble yolu hakkındaki iddiaları unutmak mümkün mü? Bu yol, müteahhitler arasında paylaştırılmıştı. 1998'de, ANAP'lı Bayındırlık Bakanı Yaşar Topçu hakkında verilen soruşturma önergesi, CHP oylarıyla geri çevrildi. Topçu, "aklandı". Bugün dokunulmazlıkların kalkmasını isteyen CHP, o tarihte Yaşar Topçu'ya arka çıkmıştı. Ama bir hakkı teslim edelim. Deniz Baykal, doğrudan doğruya, hiçbir zaman bir yolsuzluk olayının içinde görünmedi. Hatta, Türkbank skandalından sonra, Mesut Yılmaz ve Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Güneş Taner hakkındaki soruşturma önergesini destekledi. 28 Şubatçı medya, ona o kadar kızdı ki, Baykal, "istikrarı bozmakla"suçlandı. Büyük ihtimalle, Kartel'in yürüttüğü bu olumsuz kampanyanın da, CHP'nin baraj altında kalmasında tesiri oldu. Tuzla toplantısı
Mazideki bu kopuk ve soğuk ilişkilere rağmen, Aydın Doğan'ın CHP Genel Başkanı'yla biraraya geldiğini, geçen gün Vakit gazetesinden okuduk. CHP eski milletvekili adayı ve İş Bankası Yönetim Kurulu üyesi Bülent Tanla'nın Tuzla'daki evinde, 14 Eylül günü gerçekleşen bu toplantıda, CHP-AK Parti koalisyonunun görüşüldüğü sızan haberler arasında. İddiaya göre, Aydın Doğan, AK Parti Genel Başkanı Tayyip Erdoğan'ın başbakan olamayacağını, partisinden diğer bir isme bu görevi vermeyi sakıncalı bulup, Deniz Baykal'ı başbakan yapabileceğini söylemiş. Hatta, bunu bir duyum olarak dile getirmemiş. "Böyle olsun, diye gayret sarfederiz. Erdoğan'ı ikna ederiz. Bu, onun da işine gelir" demiş. Bize o konuşmayı nakleden kişi, Arena'daki tartışma programından sonra Aydın Doğan gazetelerinin "Koalisyon" başlığı atmasına dikkat çekiyor. Ya Derya Sazak'ın Abdullah Gül'e sorduğu soru? (Milliyet 28 Ekim 2002) Soru farklı cümleler kullanılsa bile şu anlama geliyor: "Siz birinci parti olsanız, tek başına iktidara gelseniz dahi, CHP ile koalisyon yapıp Baykal'a başbakanlık koltuğunu ikram eder misiniz?" Gül, milletten, Baykal'ı başbakan yapmak için oy talep etmediklerini söylüyor. Siyaset mühendisliği
Erdoğan'ın milletvekilliğine aday olamayacağı 20 Eylül'de kesinleşmişti. 14 Eylül'de, Bülent Tanla'nın evindeki buluşmada, katılımcılar, Yüksek Seçim Kurulu'nun yasak kararı alacağını nerden biliyorlardı. (6 Eylül'de Diyarbakır 4 Nolu DGM, Tayyip Erdoğan'ın sabıkasının silinmesine karar vermişti. Yargıtay 8. Dairesi ise Diyarbakır 4 Nolu DGM'nin kararını, 16 Eylül'de yok hükmünde farz etti. Demek 14 Eylül'de Aydın Doğan, Tayyip Erdoğan'ın Genel Başkan olamayacağını söylerken, henüz Yargıtay 8. Dairesi bir karar vermemişti.) Aydın Doğan, siyaseti etkilemeye bu kadar çalışmamalı. Çünkü her girişimi ters tepiyor. Önce, Ecevit'in ayağı kaydırılıp, MHP dışlanıp, Hüsamettin Özkan başkanlığında bir hükûmet kurulacaktı. Gazeteleri, bu düşünceyi yaydılar. Hatta, meşhur Frankfurt Zirvesi'nden sonra, milletvekili sayısı noksan kalırsa, AK Parti'nin dışardan yeni hükümeti destekleyebileceğini söylediler. Bu formül tutmadı. Hükûmet dağıldı. Yeni Türkiye istenilen ölçüde büyümedi. Derviş'in Özkan ve Cem ile işbirliği yapmasını da temin edemediler. Plan çökünce, bu defa "Rodos Zirvesi" toplandı. Orada Aydın Doğan ve iki gazetesinin genel yayın müdürü, seçimlerin ertelenmesi için Tansu Çiller'i ikna etme gayretine girdiler. Özer Çiller'e, eşini başbakan yapacaklarını söylediler. Bu oyun da, Tansu Hanım'ın kararlı tutumu sayesinde gerçekleşemedi. Şimdi bir başka tertibi sahneye koyuyorlar: AK Parti birinci bile gelse, Baykal başbakan olacak. Oysa, 3 Kasım sonrasında "Işıklar yanınca", bırakın siyaseti şekillendirmeyi, büyük ihtimalle kendi dertlerine düşecekler. Medya siyaset ilişkilerinin 3 Kasım sonrasında daha sağlıklı bir yapıya kavuşacağı umudunu taşıyoruz.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |