|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Türkiye'nin burnunun dibinde ne oluyorsa, şu sıralarda 'kaynayıp gitmek' durumunda. Ne de olsa, şunun şurasında, dört gün sonra seçim var. Bu seçimle birlikte, bazılarının -bu bazıları Başbakan, Başbakan Yardımcısı, Dışişleri, İçişleri, Milli Savunma, Enerji vs. gibi en önemli mevkilerde de olabilirler- 'siyasi kariyeri' muhtemelen sona erecek. Bir ülke açısından, az buz 'dramatik sonuç' sayılmaz. O nedenle, Türkiye'nin, belki kendi yakın-orta-uzun vadeli geleceğini etkileme şansına sahip ve burnunun dibiyle ilgili gelişmelere şu ara ayıracak dikkati yok. Aksine, önümüzdeki hafta başından itibaren, dünyanın birçok ülkesi ve bu arada Türkiye'nin burnunun dibindeki ülkeler, Türkiye'de ortaya çıkan 'seçim sonucu'na göre kendilerini nasıl 'ayarlayacakları'nı tasarlamaya ve bunu tartışmaya başlayacaklar. Türkiye'nin 'burnunun dibiyle ilgili' ya da 'burnunun dibindeki' gelişmeler dediğimizde, bunlar Irak (özellikle Kuzey Irak), Kıbrıs ve bu arada Rusya diye sıralanabilirler. Irak (ve Kuzey Irak) malum; ne ve niye olduğunu tekrarlamak dahi gerekmiyor. Kıbrıs ise -adı konmamış biçimde- Türkiye'nin AB perspektifleriyle doğrudan doğruya ilgili ve ilişkili. Kopenhag'da 12 Aralık 2002'de Türkiye'ye 'tarih verilip verilmemesi' bir başka deyimle 'Türkiye'nin AB entegrasyonu ufkunun korunmasının teşvik edilmesi'ne dair kararda, Kıbrıs'la ilgili o tarihe dek söz konusu olacak gelişmelerin 'belirleyici önemde' olduğunu herkes biliyor ama bunu 'yüksek sesle' ilan etmiyor. Birleşmiş Milletler'in 'perde arkası'nda harıl harıl çalıştığı ve Genel Sekreter Kofi Annan ile Özel Temsilcisi Perulu diplomat Alvaro de Soto'nun bir 'çözüm taslağı' üzerine eğildikleri biliniyor. BM damgalı 'Kıbrıs çözüm taslağı'nın, büyük ölçüde Türkiye'yi tatmin edebilecek bir içerik taşıdığı da kulağımıza gelen bilgiler arasında. Bununla birlikte, Rauf Denktaş'ın New York'ta kendisini Kopenhag Zirvesi'ne yaklaşan bir süre yatağa mıhlayacak sağlık sorunlarından ötürü hastanede kalacağını da biliyoruz. Denktaş'ın ciğerleri, geçirdiği kalp kapakçığı değiştirilmesi ameliyatından sonra su toplamıştı. Bu arada, ameliyat dikiş yerleri de attı. Denktaş, iki kez daha yoğun bakıma alındı. Bu durumda, 3 Kasım seçimlerini takip edecek dönemde, Denktaş'ın New York'ta hastanede kalmasının 'Kıbrıs sorununun yakın geleceği'ni nasıl etkileceği üzerinde durmak gerekiyor. 3 Kasım sonrası oluşacak hükümet, konuya, Kopenhag 2002 perspektifi ile hızla eğilmek zorunda kalabilir. Türkiye, Kıbrıs sorununa ilişkin olarak alışkanlık haline getirdiği 'Denktaş'lı sözcülük'ün yerini 'Türkiye'nin Kıbrıs kararı'yla ve hızla doldurmaya kendisini mecbur hissedebilir. Kıbrıs kadar doğrudan ve Kıbrıs kadar yakın vade açısından Türkiye'yi etkileyecek cinsten görünmeyen bir 'burnunun dibi' gelişmesi Rusya'yla ilgili. Moskova'daki 'trajik olay' tüm dünya kamuoyunu ilgilendirdiği gibi, Türkiye'yi de bir hayli yakından ilgilendiriyor. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, 2000 yılındaki Kursk nükleer denizaltısının tüm mürettabatıyla ölüme terkedilmesindeki 'kendi vatandaşlarına karşı inanılmaz derecede sorumsuz devlet' anlayışını, Çeçen damgalı terör eyleminde izlediği politikayla da ortaya koydu. Putin, ne olduğunu bir türlü açıklamaya yanaşmadığı ama zehirli olduğu besbelli 'gaz' kullanarak, eyleme son verdi. Evet, Çeçen terör eylemcilerinin tümüne yakını öldürülerek saf dışı bırakıldı; günahsız rehinelerin dörtte üçü kurtarıldı ama sayıları 100'ün üzerindeki günahsız rehineler de gazlanarak hayatını kaybetti. Putin, bunların ailelerinden 'özür dilemek'le yetindi. On yıllarca gerilere giden 'totaliter devlet zihniyeti' ve herhalde 'Ortodoks-Komünist kokteyli'nden türeyen 'KGB usülü' gaddarlığın sonucu bu. Putin, bir de kalkıp, olayı 'Rusya'nın 11 Eylül'ü' olarak sunarak, Amerikan desteği elde etmeyi hesaplıyor. Hayli 'sığ' bir 'terör tanımı ve terörle mücadele anlayışı'ndan yola çıkarak Amerikan dış politikasını oluşturmaya çalışan ve Irak konusunda BM Güvenlik Konseyi'nde Rusya desteğine ihtiyaç duyan George W. Bush, bu son derece kaba 'Putinesk Rus hoyratlığı'na sempatiyle yaklaşıyor. Ancak, insaniyetin vicdanı, Rus kamuoyundan yükselmesi beklenen seslerle beslenerek, bu işin peşini bırakmayacak. Putin, ne gazı kullandı? Kimyasal silah kullandığı sabitleşirse -ki öyle gözüküyor- o takdirde Saddam'ın kimyasal-biyolojik kitle imha silahlarına sahip olması ve bunları kullanabilme yeteneği ortaya koymasının, Irak'a askeri müdahale meşruiyeti sağlaması tezinin akıbeti ne olacak? Hal böyleyse, Rusya'ya ne yapmak gerekecek? Saddam'la Putin'in arasına nasıl bir sınır çizilebilecek? Bunlar ciddi sorular. Dünyayı ilgilendiriyor. Türkiye'yi ilgilendirecek kısmı ise Moskova'daki 'trajik olay'ın Kafkasya'ya izdüşümüne ilişkin olacak. Rusya (Putin), Çeçen direnişinin ne boyutlara ulaşabileceğini, son olayla da görerek, kestirebiliyor. Bunu kırabilmek için, Gürcistan'ı kendi nüfuzu altına alması ve Çeçenistan'ı güneyden de, alttan kuşatması şart. Nitekim, Kafkasya'yla ilgili kiminle konuşsanız, Eduard Şevardnadze'nin günlerinin sayılı, ayrıca Gürcistan'ın her anlamda -başta güvenlik- 'iflas halinde bir devlet' olduğunu size söyleyecektir. Tiflis'ten Batum'a, ya da ülkenin herhangi bir yerine karayoluyla gitmek asayişsizlik nedeniyle imkansız halde. Gürcistan, Rusya'nın Amerika'yla 'işbirliği' alanı değil; 'rekabet ve çekişme' alanı. O yüzden, Moskova, Gürcistan'ı içerden çökertiyor. Bunun sebebi, Çeçenistan'dan ziyade Baku-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattı idi. Buna şimdi daha kuvvetli biçimde Çeçenistan'ı güneyden çevirme zorunluluğu gerekçesi eklenecek. Anlayacağınız, Baku-Ceyhan garantide değil. Yani, öyle 'teröre karşı olmak' ve bu çerçevede Çeçenistan'a karşı Rusya'yı desteklemek falan yetmeyecek. Böyle bir Türk dış politikası olamayacak. Bunun aksini, ancak, Türkiye'deki milyonlarca Çerkes vatandaşımızın duyarlılığını kaale almayacak vurdum duymazlar ile 'Mavi Akım' ve benzeri Rusya ile işbirliği halindeki projelerden ötürü devlet içinde oluşmuş 'Rus lobisi' göze alabilir. 3 Kasım sonrası Türk dış politikasını çizecek hükümetin, gözünü dört açması gerekecek. Mesele, 'Washington-Bağdat parantezi'nde ya da 'Brüksel-Kopenhag tırnak arası'nda bitmeyecek. Gözlerin dört açılması gerekecek...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |