|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Amerika, orta ve uzun vadede dünyanın geleceğinin belirlenmesinde birincil aktör olma rolünü ve gücünü yitirecek. Orta vadede Çin, Almanya ve Japonya'nın sırasıyla ekonomik, teknolojik, siyâsî, stratejik ve askerî alanlarda gerçekleştirecekleri atılımlar ve uzun vadede ise İslâm dünyasında yaşanacak gelişmeler sonrasında ABD'nin dünya üzerinde kurduğu hegemonya "yara alacak." Ama benim karşılaştırmalı medeniyeler tarihi okumlarıma dayanarak vardığım sonuca göre, önümüzdeki yüzyıl içinde ABD'nin şu an başını çektiği seküler ve neo-pagan dünya sistemi, İslâm dünyasının geliştireceği kültürel, entelektüel, siyâsî, toplumsal, ekonomik ve askerî meydan okuma sonrasında büyük sarsıntı geçirecek. Dünya sistemi, son on yıldan bu yana büyük ölçekli bir kriz yaşıyor. Wallerstein, bu nedenle, içinde bulunduğumuz zaman dilimini "belirsizlikler çağı" olarak adlandırıyor. Dünya sisteminin yaşadığı kriz, bir meşruiyet krizi'dir: Bu kriz, esas itibariyle, felsefîdir: Ontolojik ve epistemolojik temelleri olan çift yönlü büyük bir bunalım bu: Birincisi: İnsanın, her şeyin merkezine yerleştirilmesi, yani tanrısallaştırılması, insanın doğayla, kozmik dünyayla ve Tanrı'yla ilişkilerini bozmuştur. İkincisi: Bu durum, Batılıların, Batı kültürünün dışındaki kültürlere hayat ve varolma alanı / hakkı tanımamalarına; tüm dünyaya tek bir kültürün -seküler ve neo-pagan Batı kültürünün- hâkim olmasını dayatmalarına yol açmaktadır. Özetle mikro-düzlemde insan veya ben-merkezci; makro düzlemde ise ırk-merkezci Batı kültürü, kaçınılmaz olarak güce (askerî, teknolojik ve ekonomik güce) dayalı hegemonya kurma biçimini mutlaklaştırıyor ve "orman kanunları"nın geçerli olduğu bir dünya düzeni sunuyor insanlığa. Yani Batı kültürü, farklı kültürlerin aynı anda nasıl varolabilecekleri meselesini bile halledebilmiş değil. Hâlâ "ben", diyor; hâlâ "benim hegemonyam ve benim çıkarlarım"diyor; "ya bizden yana olacaksınız; ya da bizden yana olmazsanız bunun sonuçlarına katlanacaksınız"; yani -Sartre'ın deyişiyle- "öteki, cehennemdir" diyor. Bu mesele, Bush Doktrini'nde açıkça şöyle dile getiriliyor: "Amerika'nın sorunu, yalnızca Ortadoğu ve Hazar petrollerini, doğal gazını ve enerji kaynaklarını kontrol etmek değil. Amerika'nın önümüzdeki dönemde asıl sorunu, dünya sistemine karşı alternatif güçlerin ortaya çıkmasını önlemektir." Şunu iyi bilelim: Batılılar, dünya sisteminin yaşadığı meşruiyet krizinin çok iyi farkındalar. Daha da önemlisi, Batılılar, İslâm'ın; dün, ben-merkezci ve ırk-merkezci olmayan; gücü-putlaştırmayan; farklı kültürlere ve dinlere tıpkı Müslümanlar gibi kendi dinamiklerini, kimliklerini, kişiliklerini, onurlarını koruyarak varolma imkânı tanıyan yegâne medeniyet tecrübesi sunduğunu; yarın da, seküler ve neo-pagan dünya sisteminin adaletsizliklerini, haksızlıklarını, hukuksuzluklarını ortadan kaldıracak yeni bir medeniyet tecrübesi üretecek yegâne kaynak olduğunu bizden çok iyi biliyorlar. "Peki tüm bunların 3 Kasım seçimleriyle ne alakâsı var?" Cevap: Doğrudan alakası var. "Nasıl" mı? Şöyle: Batılılar, dünya sisteminin varlığını, İslâm'ın siyasi, ekonomik ve kültürel bir güç haline gelmesini önleyerek garanti altına alacaklarını düşünüyorlar. Çünkü İslâm'ın böyle bir konuma gelmesi demek, Batılıların kuklası olan seküler ve totaliter sistemlerin yok olması; bu da Müslüman toplumların, birincisi, kendi kaynaklarını kendilerinin kullanması; ikincisi, kendi geleceklerini kendilerinin belirlemesi; üçüncüsü de, tüm bunların sonucu olarak İslâm dünyasının tıpkı Avrupa Birliği örneğinde olduğu gibi yeni bir blok, yeni bir yörünge demektir. Bu işi gerçekleştirebilecek üç temel aktör var: Türkiye, İran ve Mısır. Bu üç ülkenin ekonomik, siyâsî, stratejik ve askerî önceliklerinin İslâm tarafından belirlenmesi, zaten homojen bir coğrafya olan İslâm dünyasının yeni bir blok oluşturması demektir. O yüzden Batılılar (ABD, AB ve İsrail) böylesi bir şeyin gerçekleşmesini önlemek için aynı anda üç stratejiyi birlikte uyguluyorlar: Birincisi: İslâm dünyasında siyâsî, ekonomik ve askerî bakımdan güçlü / büyük ülke olmamalı. Irak'ın üzerine gidilmesinin, ardından İran'ın üzerine gidilecek olmasının nedeni bu. Yine Mısır'ın teknolojik / askerî altyapısının 19. yüzyılda Fransızlar tarafından, Süveyş Kanalı Krizi sırasında İngilizler tarafından; Arap-İsrail savaşları sırasında ise ABD-İsrail tarafından yerle bir edilmesinin nedeni de bu. İkincisi: İslâm dünyasındaki seküler ve totaliter sistemlerin her ne suretle olursa olsun varlıklarını sürdürmeleri isteniyor. Çünkü seküler ve totaliter sistemler, müslüman toplumların, İslâm etrafında top/ar/lanmalarını ve yeni bir yörünge oluşturmalarını imkânsız hale getiriyor. Türk laikliğinin İslâm dünyasına model olarak satılmaya kalkışılmasının nedeni burada gizli. Üçüncüsü: İslâm dünyasındaki mevcut seküler ve totaliter rejimler arasında bile ikili, üçlü veya bölgesel işbirliği projelerinin geliştirilmesine aslâ izin vermek istemiyorlar. 11 Eylül sürecinin temel hedefi, bu üç stratejinin eksiksiz ve aksatılmadan uygulanmasını sağlamak. O yüzden bu üç stratejiyi deleceği, sarsacağı düşünüldüğü için İslâmî söylemleri eksene alan partileri; sosyal, ekonomik, kültürel ve entelektüel söylemleri ve projeleri hadım ederek etkisiz hale getirmek için vargüçleriyle çalışıyorlar. Şu an İslâm dünyasında uygulanmakta olan küresel proje bu. Bu projenin adı, İslâm'ı protestanlaştırma projesi. Yani: İslâm'ı tıpkı Hıristiyanlığa yapıldığı gibi sadece bireysel bir inanç meselesi haline getirmek ve İslâm'ın siyâsî, toplumsal, ekonomik taleplerini iptal etmek; kısacası, İslâm'ı kamusal hayattan uzaklaştırmak. Türkiye'deki başörtüsü yasağının temel nedeni bu: Çünkü başörtüsü, İslâm'ın kamusal alanda temsil edilmesi ve etkin olması anlamına geliyor. 3 Kasım seçimlerini, 11 Eylül sürecinin âcil projesi olan İslâm'ı protestanlaştırma, laikleştirme, yani kamusal hayattan uzaklaştırma projesi belirleyecek. Partilerin tümünün siyâsî, ekonomik, kültürel ve toplumsal düzlemlerde konjonktürel, statükocu söylemleri benimsemelerinin ve dillendirmelerinin temel nedeni bu. Tam da adaletsizliklerin, hukuksuzlukların, ABD-İsrail'in estirdiği incelikli ve baştan çıkarıcı terör havasının hakim kılınmasını sağlayan küresel konjonktüre veya statükoya ya da meşruiyet krizi yaşayan dünya sistemine esaslı muhalefetlerin geliştirileceği ekonomik, toplumsal, stratejik politikalara ihtiyaç duyulduğu bir zaman diliminde, Türkiye'deki başa güreşen partilerin 11 Eylül sürecine uygun / statükocu söylemleri benimsemeleri, sadece Türkiye'nin değil, bölgenin ve dünyanın geleceği açısından da düşündürücüdür. Ancak küresel dünya sisteminin yaşadığı meşruiyet krizi, ilerde daha fazla büyüyecek, belirginleşecek ve dünyanın, özellikle de İslâm dünyasının aklını başına toplamasına yol açacaktır.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |