T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
"Sıfır"ın iktidarı

Bir ara Fethullah Hocaefeendi aleyhinde yürütülen çalışmalar üzerine söylemişti : "Benim ölümüm memleketime hayırlı olacaksa canımdan seve seve vazgeçmeye hazırım."

Bunu vatanını seven pekçok insan söyleyebilir. Bu ülke insanının farik vasfıdır zaten vatanı için canından geçmek. Ama böyle olmuyor görüyoruz ki, ucu başbakanlara, bakanlara kadar uzanmak kaydıyla, birtakım insanların canını almakla memleket bir şey kazanmıyor. Birtakım partileri kapatmakla, birtakım düşünceleri yasaklamakla, birtakım insanları sürgüne göndermekle, birtakım insanlara diline, kıyafetine varıncaya kadar anlamsız yasaklar uygulamakla, birtakım insanların siyaset yapmasını, bir kısmının eğitim hakkını önlemekle, hukuku bile birtakım insanları boğacak biçimde kullanmakla vatan bir şey kazanmıyor.

Geriye dönüp bakıyorsunuz, toplumun çok farklı kesimlerinde katmer katmer acılar bırakmışsınız ve deyim yerindeyse, akranlarınıza yani aynı tarihlerde birlikte yola çıktığınız ülkelere bakarak söylemek gerekirse, bir arpa boyu yol almamışsınız. Ekonominiz şamar oğlanı, iç siyasetiniz tükenmiş, dış siyasetiniz ambargo altında, toplumsal yapınızda derin sancılar, eğitimde kıvranıyorsunuz, ahlakta yarınlardan emin değilsiniz...

Asmakla, yasakla, kapatmakla, engellemekle, toplum kesimlerine yönelik korkular üretmekle, memleketin patronu gibi davranmak ve kendinizden başka herkeste bir düşman vehmetmekle olmuyor...

Alın şu "550 – 0 kâbusu"nu...

Kimsede böyle bir talep yok. Verseniz almaya niyeti yok hiç kimsenin 550–0'lık bir yönetimi... Ama bu, müthiş bir korkuyu beslemek için kullanılabiliyor.

Aslında korkunun 550–0'dan kaynaklanmadığını gayet iyi biliyorsunuz. Korku, 276–274'ten, hatta "istenmeyen" bir grubun birinci parti olarak çıkmasından kaynaklanıyor.. Yani çoğunluğu alıp iktidarı oluşturmasından...

Bu memlekette hep, bir toplum kesiminin, -hadi diyelim dün "çarıklılar" idi bu kesimin tanımı, bir ara "ağzı çorba kokanlar" oldu, , bugün "irtica–mirtica" gibi çamurlara bulandı...O yüzden bir kısmımız kendimizi "zenci-beyaz ayrımı"nın ortasında bile bulduk- tehlike odağı olduğu ve onlara asla geçit verilmemesi gerektiği bilgisi ile yüklenmek istendik.

Onun için seçimlerde onların 1-0 öne geçmesinden korkutulduk hep.

Onlar 1- 0 öne geçtiklerinde hakemin devreye girip mutlaka, her zaman favori kalması gereken takım lehine bir penaltı vermesini bekleme psikolojisine girdik. Yan yatacağız, çamura batacağız, başka yolu yok bu maçı alacağız!!!

Korku asla 550–0'dan değil... Korku 276-274'ten...

Başbakanı iktidardan indirip asmadık mı?

Kaç kere darbe yapmadık mı?

Siyasi yasaklar mezarlığı namlı insanlarla dolu değil mi?

Bunlarda haklılık payı aramak mümkün mü?

Kim kimi ne adına yasaklıyor?

Toplumun bir kesiminin öteki kesimine temsil edilme yasağı koymasının demokraside bir mantığı olabilir mi?

Sayısal ağırlık–siyasal ağırlık ucubesini tanır Türkiye...

Hep bu oyun oynanıyor zaten...

Birilerinin oyu her zaman farklı bir özgül ağırlığa sahip oldu bu memlekette...

Onun için önde yürüyen rakamlarınız "kâbus" olarak algılandı.. Onların "sıfır"ları mutlak güç değeri taşısın, sizin bir–iki– beş,......276'nız hep kuşkulu, hep kolayca altedilecek, kolayca gözden çıkarılacak, kolayca küçümsenecek, kolayca darbelenecek bir rakam olsun.

Utanmasalar "Sıfır"ın iktidarının, Türkiye için çok daha uygun olacağını söyleyiverecekler.

Hatta 550'yi (yani 276'yı, yani birinci parti hüviyetini) kazanan grup, kalkıp, "Evet toplum bana böyle bir ilgi gösterdi ama, ben haddimi bilirim, bu, görüntü planında bu şekilde kalsın, ülkenin demokratik yaldızı devam etsin, fakat gene siz yönetin memleketi, siz, efendilerimiz... Haddimiz değil sizlerden izinsiz memleket yönetmek... Öne geçtiğimiz için de affımızı isteriz..." diyecek...

Demezse anasından emdiği sütü burnundan getireceğiz...

Bir biçimde alta alıp, üzerine çullanacağız... Öyle çullanacağız ki, o "nerede hukuk!" diye çığlık attığında "Bilmiyor musun ulan, hukuk bu!" diyeceğiz....

Kaç kere yaşamışız bu ortamı, artık alışmış olmamız lazım, ama alışamıyoruz...

Adama bakın, belki de karnını tıka basa doldurduğu için gördüğü bir "kâbus"u önlemek için yedi düveli devreye sokmaya çalışıyor...

"Kâbus" milletin reyini, şu veya bu ağırlıkta şu veya bu gruba vermesinden oluşuyor...

En iyisi, Anayasa'ya bir madde koymak: "Sıfır haklıdır, sıfırın haksız olduğu yerlerde birinci madde ugulanır."

Türkiye'nin görüntüsünü yaralayan hadise, böyle hukuku, siyaseti, toplumsal hayatı sancılar içine iten, ortada kurallı bir oyun var gibi gösterip, sonunda da hakem rezaletiylie maçı bitirmekten, sahanın hep acı dolu olaylara sahne olmasından kaynaklanıyor. Halbuki "Maç nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, falancalar hep 3-0, 2-1, 5-2 galip sayılır" deseniz, herkes bunun, yani demokrasinin bir spordan ibaret olduğunu düşünür ve maça öyle çıkar, çıkacaksa... İçi rahat eder, boşuna kupa alacağım diye umutlanmaz, averaj ya da antrenman takımı olmak da takımı, içselleştirebildiğiniz, onu bir geçim kaynağı haline getirdiğinizde hiç de yadırganacak bir profesyonellik gibi durmaz.

Bu memleketin "550"likleri haddini bilinceye kadar işler durulmayacak anlaşılan... Garip biçimde de sayıları çoğalıyor, 550 artı 5, artı 50 gibi gidecek nerdeyse... birileri de "sıfır"ın altına doğru yol alacak bu gidişle...


16 Eylül 2002
Pazartesi
 
AHMET TAŞGETİREN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED