T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Sokaklar, Tayyip Erdoğan, 'siyaset mühendisliği'...

AK Parti'nin 3 Kasım seçimlerine Tayyip Erdoğan'lı mı, yoksa Tayyip Erdoğan'sız mı girmesini kararlaştırmak, kolay verilecek bir karar değil. Çünkü, söz konusu olan 'hukuki' imiş gibi gözükse de, öyle bir karar değil. 'Siyaset mühendisliği' ile ilgili bir karar.

'Hukuki' bir karar olsaydı çok daha kolaylıkla verilir ve yarına sarkmazdı. 'Siyaset mühendisliği', çok daha zor bir iş. Hukuki hata, sonuç itibarıyla, düzeltilebiliyor. Bunun kanalları ve mekanizmaları var. İşte, Tayyip Erdoğan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne başvurdu bile. Bu dahi, Türkiye'de hukuk sisteminin gelip bir noktada tıkandığını ortaya koyarken, bir yandan da Avrupa hukuk sisteminin Türk hukuk sisteminin üzerinde bulunduğu ve işin üstesinden gelebileceği yani 'hukuki hatanın düzeltilebileceği' inancını ifade ediyor.

'Siyaset mühendisliği' ise öyle değil. Buradaki bir 'mühendislik hatası'nın tamiri çok zor olabilir. O yüzden de, Tayyip Erdoğan'la ilgili kararda, haliyle, zorlanılıyor. Çünkü, bu karar, 3 Kasım seçimlerinin kaderi, bir başka deyimle '4 Kasım Türkiye'si'nin siyasi fotoğrafını etkileyecek.

Bizim dikkatimizi çeken bir husus var. Türkiye'de AK Parti'nin seçimleri kazanmasından en ziyadesiyle 'ürktüğü', 'bunu istemediği' ve 'bunun önüne geçmek istediği' varsayılan merkezlerin ve çevrelerin, 'seçimlerin ertelenmesi'ni de kesinlikle istemedikleri.

Üstelik, bunca yıl bizlere etmedikleri hakareti bırakmamış, her türlü 'muhbirliğe' soyunmuş kalem sahipleri ve gazete yöneticilerinin, yıllardır bizim yazıp söylediklerimizi, bugünlerde hararetle savunuyor olmalarını da ibretle izliyoruz.

Bütün bunlardan şu sonuç çıkarılabilir:

Türkiye'nin etkili merkezleri, 3 Kasım'dan AK Parti iktidarı ya da AK Partili bir hükümet çıkmasından özellikle tedirgin değiller. Sorun, bu sonucun Tayyip Erdoğan'lı mı, Tayyip Erdoğan'sız mı çıkması gerektiği kararında düğümleniyor.

Burada önemli bir 'sosyo-psikolojik durum' söz konusu. Tayyip Erdoğan, belli ki, bazı çevreler nezdinde, AK Parti'den farklı bir 'simge'yi ifade ediyor. Acaba, öyle bir 'simge'ye rıza göstermeyen (Marksist deyimle) bir 'sınıf mücadelesi' refleksi mi söz konusu olan?

Zira, Tayyip Erdoğan, birden fazla 'olgu'yu simgeliyor. En başta, ülkeye çöreklenmiş ve tüm vicdanları yaralayan 'adaletsizlik olgusu'nu. Ayrıca, 'sokağı'... Kimi sosyologların deyimiyle 'merkeze karşı çevre'yi...

Tayyip Erdoğan'sız bir AK Partili hükümet, elbette 'çevresiz merkez' anlamına gelmiyor ama kolaylıkla 'terbiye edilebilecek, bir omurgasızlar topluluğu' olarak, 'merkez' tarafından görülüyor olabilir. Oysa, Tayyip Erdoğan'lı bir AK Partili hükümet –özünde 'terbiye edilebilecek' nitelikte olsa bile- 'sokağın isyanının zaferi'ni temsil edeceği için, istenmiyor olabilir.

Umur Talu'nun dünkü Star'daki çarpıcı yazısının şu satırları, kastettiğimiz anlamda 'sokak' ile Tayyip Erdoğan ve kendisine ilişkin gelişmeler arasındaki irtibatı anlatıyor:

"... Adaletin bir sistem olarak anlayamadığı... Toplumda en geniş anlamında yaygın bir adalet arayışının patlamış olduğu. Ne ANAP'ın Avrupa Birliği propagandası, ne de MHP'nin bunun tam tersi beyanları etkiliyor. Halk, büyük çoğunluğuyla, sistemin aktörü, sistemin parçası, bir önceki dönemin düzen maşası gördüklerini tasfiye sürecinde. Bu, varolan kanunlar dairesine hapsedilemeyecek kadar sıkı bir patlama.

Partisi Meclis içinde doğmuş olsa da, Tayyip Erdoğan'ın şahsında AKP sokaklardan geliyor. CHP, bir zamanlar düzenle, rejimle özdeşleşmiş adına rağmen, geçen seçimin sokağa atılmış partisi olarak, oradan güç alıyor. Kendisi medya patronu olmasına rağmen, diğer medyada yer bulamadığı için 'medya paradoksu'na maruz kalan, kendi yayın organlarında yer alsa da, medyanın büyük kısmında yer verilmeyen Cem Uzan da, medyadan çok, sokaktan, meydanlardan çıkıyor. MHP ile DYP, yani barajı aşma ihtimali görülen diğer iki parti, düzen ile sokağın arasında. Kendilerini sokakta kabul ettirebildikleri ölçüde çizgiyi zorlayabilecekler. Yukarıdaki ilk üçün toplamı, şimdiden yüzde 50-60 arasında görünüyor. Buna HADEP-DEHAP'ı da koyun...

Sokakların öfkesi, kafadan yüzde 60'ın üzerinde. 'Oylar çöpe gidiyor' diyen halt etmiş. Asıl, oylar çöplükten çıkıyor! Çöpe atıldıklarını düşünenlerin ayaklanması bu.

Toplumdaki adalet arayışı, ne böyle uzaktan kumandalı trenlere atlıyor, ne de kanunları ruhsuz, korkak yorumlarının içine tıkılıyor. AKP'ye kaymış seçmen, Tayyip Erdoğan'ı, siyaset becerisi, ekonomi bilgisi ile bu ülkenin en iyi başbakan adayı gördüğü için mi orada sanıyorsunuz? Kendinden, kendine ait, kendine dair ve kendisi için bir şeyler hissedebilen, kendisini çöplüklere yollayanlara kafa tutabilen birilerini arıyor insanların çoğu. O yüzden de, güce, düzene, oligarşiye yakın görünen herkes eriyecek."

Zaten 'paradoks' da kendisini burada dışa vuruyor; 'oligarşi', AK Parti'nin kazanması muhtemel seçimlerin yapılmasından yana, seçimi erteleme girişimlerine karşı. Buna karşılık, Tayyip Erdoğan'ın önünün tıkanmasını, AK Parti'nin önünü daha da açabilecek olmasına rağmen, fazla dert edinmiyor.

Acaba, bunun, Umur Talu'nun "Benim esas merakım, sonrası. Esas merakım, bugün sokakların ayaklanmasıyla oyları toplayacakların, yarın hangi binalarda ehlileştirilip, evcilleştirileceği" sorusunun cevabıyla ilişkisi yok mu?

Aslında, cevap, sorunun devamındaki şu sözcüklerin hemen ardından geliyor: "Omuzlarında yükseldikleri insanların üstünden, birtakım güçlerle nasıl bir dansa kalkacakları. Çünkü sokaklar ayaklansa da, son söz, genellikle kaleler ile kulelere kalır."

YSK'dan Tayyip Erdoğan'la ilgili çıkacak karar, bir ihtimal, 'kuleler' ve 'kaleler'in 4 Kasım'a ilişkin 'tasarımı'nı yansıtacak.


20 Eylül 2002
Cuma
 
CENGİZ ÇANDAR


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED