T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
'Radikal' olmayan bir demokrasi

Birkaç gün önce vefat ettiğini gazete ilânından öğrendiğim Metin Çelenligil, emekli olmadan önce savcıydı; İstanbul/Bakırköy adliyesinde basın dâvâlarına bakıyordu. Allah rahmet eylesin. Rütbeli bir kişinin suç duyurusuyla ilgili ifademi aldıktan sonra, 'izafe edilen suç vârit olmadığı için' hakkımda dâvâ açmamıştı. O gün ilk kez karşılaştığım Çelenligil'in yüzünde yürekli bir hukuk adamının dinginliğini görmüştüm...

Ara sıra karşılarına çıktığım mahkeme heyetleri kürsüde ne kadar 'ürkütücü' dururlarsa dursunlar, tanıdığım savcı ve hâkimlerin mâkul ve anlayışlı insanlar olduklarını gördüm hep. Yoğun iş yükü altında ezilseler bile belli etmez, dedikodudan uzak bir hayatı tercih ederler... Ahmet Necdet Sezer'in önceleri herkesi çok şaşırtan bazı davranışlarını, yıllar içinde tanıdığım 'hâkim beyler' sayesinde anlamakta hiç zorlanmadım. Bir Yargıtay başkanının 'cüzdan ile vicdan arasına sıkışma' benzetmesine herkes alkış tutarken, hemen karşı çıkan sınırlı sayıdaki kalemden biri de ben olmuştum...

Savcı ve hâkim beyleri üzecek her şey beni de üzer...

Savcılar, genellikle, dâvâ açma eğilimindedirler; açılan dâvâlarda da dâvâlının suçlu olduğunu düşünürler. Rahmetli Çelenligil'in TCK 159'dan dâvâ açılmasını gereksiz bulması eğilimlere uymayan bir davranıştı. Bir başka savcı, Kanal 7'deki bir yorumumla ilgili olarak, olayın üzerinden tam 1,5 yıl geçtikten sonra, dâvâ açtı. Yargılandığım DGM savcısı mahkeme heyetinden cezalandırılmamı istedi. TCK 312'de yapılan değişiklik üzerine bir başka savcının talebiyle beraat ettim.

Tayyip Erdoğan'ı mahkum eden Diyarbakır 3 Numaralı DGM'de, savcı, sanığın beraatini istemişti; üç kişilik mahkeme heyetinden ikisinin görüşü istikametinde çıktı mahkumiyet kararı... Aynı mahkeme, TCK 312 değişikliği üzerine 'ceza kaydının adli sicilden silinmesi' talebine de yine 2-1 karşı çıktı. Bu sebeple, Diyarbakır 4 Numaralı DGM'nin önceki kararı yanlış bularak 'ceza kaydının adli sicilden silmesi' şaşırtıcı değildi.

Diyarbakır 4 numaralı DGM'nin verdiği kararı başka sebeplere bağlamak isteyenler var. Önce bir sütunda dile getirilen iddia başkalarınca çoğaltılıyor. Oysa, hâkimlerden biri taraf değiştirse, benzer bir karara ilk mahkeme de varabilirdi. Bu tür iddiaları ortaya atanlar, sadece adları sanları belli bir mahkeme heyetine târizde bulunmuyor, bütün bir yargılama sürecini de şâibe altında bırakmış oluyorlar.

Şu soruları sormak daha önce hiç aklımıza gelmemişti: Savcının beraat istediği bir dâvâda 2-1'lik mahkumiyet kararı nasıl çıktı? "Adli sicil kaydı silinemez" kararına itiraz şerhi koyan hâkimin hukuki görüşleri neden dinlenmedi? Bir üst mahkemenin bozduğu karara Yargıtay'ın bir dâiresi nasıl bakabildi? Daha önemli soru ise şu: Yargıtay başsavcısı, "Vatandaş olarak devredeyim" demesini gerektiren yetki-dışı girişimlerde neden ısrar eder?

Bu soruları, Diyarbakır 4 Numaralı DGM'yi şâibe altında bırakmaya çalışanlar gibi belli bir maksatla soruyor değilim. Erdoğan'ın yargılanma süreci içerisinde, bana 'hukuk-dışı' görünen davranışların bile, 'devleti korumak' veya 'demokrasinin kendi kendini savunma refleksi' gibi genel ilkelere dayandırıldığının ve olaya böylece hukukilik kazandırıldığının farkındayım çünkü. Benim 'hukuk' anlayışım bu yaklaşımı benimsemese bile, yapılanların 'radikal demokrasi' temelinde belli bir mantığı bulunduğunu biliyorum...

Türkiye'nin ihtiyacı, 'radikal demokrasi' gibi 3. Dünya ülkelerine yakışan bir ideolojik cendereden kurtulabilmektir. 'Siyasi yasak' kavramlarının uluorta telâffuz edilemediği bir ülkede yaşamak hepimizin hakkı.

NOT: Bu yazıyı yazdıktan sonra, önceki günkü yazımı haberleştiren bir gazeteyi gösterdiler. O yazımda şunu diyordum: "YSK üyeleri de bu ülkede yaşıyorlar. 'Aday olabilir' kararını verirlerse bunun ne tür bir siyasi sonuca yol açacağını elbette biliyorlar; Erdoğan'a siyaset yolunu kapatmanın sonucundan da haberdarlar... Her iki durumda da kendilerini bekleyen bir 'bedel' olduğunun herhalde farkındalar. Kararları, kendi hayatlarını da derinden etkileyebilecek..."

Bu satırları yazarken, ben, herhalde sizlerin de anladığı gibi, 'bedel' sözcüğü ile, hukukun siyasete âlet edildiği iddialarının ayyuka çıktığı, demokrasisi özürlü, 'hayat kalitesi' düşük bir ülkede yaşamayı kast etmiştim... "YSK'nın ağır görevi" başlıklı bir yazıda başka ne kast edilebilir? Bu satırları birinci sayfa haberi yapanlar ise, yazımdan 'vurmalı-kırmalı' bir 'tehdit' anlamı çıkarmışlar... Kocaman bir "Aferin" onlara... F.K


20 Eylül 2002
Cuma
 
FEHMİ KORU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED