|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
İslam dünyasının imajı, bu dünyayı oluşturan ulusdevletler düzeyinde olsun genel anlamda olsun çatışma, kaos, terörle eşanlamlı olarak algılanıyor artık. Bir tarafta ulusdevletlerin iç çelişkilerinden kaynaklanan bunalımlar, diğer tarafta her siyasi birimin çoğunlukla uluslararası sistemin miras bıraktığı anlaşmazlıkların çatışmaya dönüşmesi İslam dünyası imajını manipüle etmeye yetiyor. İslam dünyasını ve Müslümanların Batı medyası kanalıyla hem dünyanın hem zaten önyargılı olan Batı toplumlarının gözünde negatif algılanmasına neden olan çatışma alanlarına bakıldığında ilginç bir durum ortaya çıkıyor. Bu çatışma alanlarının hemen hepsinde hukuki durum Müslümanların lehine olmasına karşın politik şartlar aleyhlerine işliyor. Bölgesel kriz ölçeğini aşmış, en azından uluslar arası sorun haline gelmiş çatışma alanlarına bir göz atmak bile bu gerçeği tespite yetiyor. Kıbrıs, Filistin, Bosna, Keşmir, Çeçenistan... Bu listeyi daha da çoğaltmak mümkün. Dikkat edilirse bu listedeki çatışma alanlarının tümü jeo-ekonomik ve jeo-stratejik açıdan dünyanın en önemli bölgelerinde yer alıyor. Ve hepsinin arkasında doğrudan veya dolaylı olarak mutlaka en azından bölgesel veya dünya gücü var. Filistin sorununda artık dolaylı bile denilemeyecek kadar doğrudan müdahil olarak ABD; Çeçenistan sorununda Rusya, Kıbrıs sorununda AB, Keşmir sorununda Hindistan... Bosna sorununda Rusya, AB ve ABD arasında güç dengeleri bugünkü durumu doğrudan etkileyen faktörler olarak öne çıktı. Ve bu bunalımların hepsinde de hukuki statü Müslümanların lehine ama reel durum tümüyle aleyhlerine işlemektedir.
Keşmir'in yazgısı mı?
Bir zamanlar Keşmir denilince akla gelen ilk şey bir yeryüzü cennetini hatırlatan 'Keşmir bahçeleri' idi. Himalayaların eteğindeki bu şiir ülkesi yine aynı yerde duruyor ama ne yazık ki, Keşmir o şiirsel çağrışımından çok farklı yerlerde artık. Oysa aynı Keşmirliler, Himalayalardan akan karsularıyla beslenen Keşmir göllerinin kenarındaki bahçeleri sulamaya devam ediyor. Ama 'Keşmir bahçeleri' gibi hayal gücümüzün sınırına yolculuğu tahrik eden çağrışımını hatırlayan kaç kişi var? Keşmir bahçeleri gibi bir imgelemi doğuran kültür ve kültürün insanları orada varlığını sürdürmesine rağmen Keşmir denilince ilk akla gelen işgal, çatışma, baskılar oluyor. Hatta Pakistan ve Hindistan'ı nükleer savaşın eşiğine getiren bir dünyanın en hassas bölgesinin adı artık. Bu denli gerilim bölgesi olmasına ve Kıbrıs gibi konular başta olmak üzere her alanda en büyük diplomatik desteği veren Pakistan'ın Hindistan'la Keşmir konusunda yaşadığı gerilim Türkiye'de yeterince bilinmez. Keşmir 6 Milyonluk nüfusuyla, Hindistan'daki 120 milyonluk Müslüman azınlık içinde rakamsal olarak küçük bir ayrıntı gibi görünebilir. Ancak, gerek Keşmir'in tarihi ve kültürel derinliği, iki ülke arasındaki stratejik önemi göz önüne alındığında, bölgenin öneminin rakamsal boyutuyla ters orantılı olduğu fark edilir.. Keşmir sorunun Türk kamuoyunu bilgilendirmek amacıyla Keşmir heyeti İstanbul'da değişik temaslarda bulundular. Keşmir heyetinin yaptıkları toplantılardan özellikle ikisi önemliydi; ilki TESEV'deki medya ve akademik çevrelere yönelik, diğeri Bilim-Sanat Vakfı'nda daha uzman bir halkaya yaptıkları sunum. Bilim-Sanat Vakfı'ndaki toplantıda Prof. Ahmet Davutoğlu'nun ve Fribourg Üniversitesi'nden Dr. Jean-Francois Mayer'in katkıları önemliydi. Genç araştırmacıların sordukları sorularda konuya vukufiyetleri ve ilgileri doğrusu Keşmir heyetini bile heyecanlandırdı. Keşmirli Müslümanların; Keşmir sorunu çözülmeden Pakistan-Hindistan arasındaki gerilimin yumuşamasının mümkün olmadığının özellikle altını çizdiler. Sorunun çözüm yolu da BM'lerin aldığı kararları uygulamaktan geçmektedir. Yukarıda belirttiğimiz gibi, uluslararası hukuk normları açısından Müslümanların bir sorunu yok, ancak bölgesel bir güç olan Hindistan'ın işgali yarım yüzyıldır devam etmektedir. 11 Eylül öncesi Avrupa Birliği'nde, hatta ABD'de Keşmir sorununda huhuki olarak Müslümanların haklılığı teyit edilebiliyordu. Ancak Le Monde Diplomatique'de P. S. Golup'un tespitiyle "dünya ülkelerinin yeni kolonyalizm dönemine ayak uydurmaları ya da yarı sömürge olmaları" anlamına gelen ABD'nin oluşturmaya çalıştığı uluslararası sistem Keşmir'i Hindistan'a rüşvet olarak feda etmeye razı görünüyor. Bu durum Filistin konusuyla çok örtüşmektedir; İsrail'in Filistinlilere karşı sertleşmesi, barış sürecini askıya alması ile Filistin direnişini terörle özdeşleştiren 11 Eylül sonrası politikalar arasında paralellikler olması gibi... Bu bağlamda özellikle İsrail ile Hindistan arasında var olan istihbarattan nükleer alana kadar uzanan sıkı ilişkilere dikkat edilmelidir. Türk dış politikasındaki geleneksel Pakistan dostluğunu terk etmiş görüntüsü veren son dönemdeki sapmalar Ortadoğu'da takip edilen politikadan tümüyle ayrı düşünülemez. Keşmir'deki mücadeleyi Pakistan'ın desteği ile açıklamak bölgedeki gerçekleri görmemezlikten gelmek anlamındadır. Pakistan ile Hindistan arasındaki ayrışmadan bu yana iki ülke arasındaki en büyük sorunlardan biri Keşmir sorunudur. Keşmir heyetinin belirttiği gibi, Hindistan, 'uluslararası anlaşmaları hiçe sayarak işgali sürdürmekle savaşı hukuki, ahlaki ve ekonomik olarak kaybetmiştir.' Genelde İslam dünyası; karşı karşıya kaldığı sorunlarda mağdur taraf olmasına ragmen agresif, saldırgan ve haksız konumda gösterilmesi gibi Keşmirli Müslümanlar, BM'ce alınan karar gereği 'kendi kaderlerini tayin hakkı'nı bile tanımayan Hindistan karşısında suçlu, terörist muamelesi görmektedirler. Kıbrıs'ta Türkiye'nin işgalci sayılması, Bosna'da katliamın ödüllendirilmesi, Keşmir'de, Filistin'de işgal güçlerinin meşrulaştırılması gibi haksızlıklara karşı küresel anlamda Müslümanların imajına yönelik; noktasal olarak hukuki haklılıklarının yanı sıra pratik-taktik çözümler geliştirmek gerekmektedir. Haklı olmanız sonuç almak için gerekli ama hiçbir zaman yeterli değildir. Haklılığınıza kilitlenerek dünyanın sizden yana olmasını beklemek yeterli olmadığının en iyi örneği Keşmir sorunudur. Sorunun 50 yıllık geçmişi bir yana, her bir sorunun muhatabı ülkelerin diplomatik deneyimleriyle, artık yeni bir uluslararası alanda yeni politika, yeni bir diplomatik dil geliştirmeyi, yeni çözümler üretmeyi zorunlu kılmaktadır.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |