|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Bu sefer de aynısı oldu; 28 Şubat'tan beri rotasını şaşırmayan hukuksuzluk aynı şekilde tezahür etti ve aynı tepkisizlik nedeniyle, ortadaki demokrasi utancı iki günde tarihin tozlu sayfaları arasına karışıp gitti. Toplum, adaletsizliği düzeltmek için arayışa girecek yerde, o bildik tembellik ve kolaycılığa sığınarak yine "olan oldu, işimize bakalım" demeyi tercih etti. Demokrasi üzerindeki baskıya direnmek şöyle dursun, herkes hemen yeni durum planı üzerine kafa yormaya koyuldu. Yasaklananın hakkını korumak için yine, "Bir Tayyip gider, bin Tayyip gelir.." ya da "Hepimiz Erbakanız"dan öte bir çözüm üretilemedi. "Suçsuz ceza", hem yasaklananın ve hem de yasakçının yanına kar kaldı. Toplum, kurumlar, insanlar yine, liderlerini o dipsiz yalnızlıktan çekip alacak bir becerinin işaretlerini veremediler. Türk demokrasisinin en büyük düşmanı kolaycılık ve ürkekliktir. Siyaset her defasında, devletin yaptığı düzenlemeyi veri olarak kabul ediyor. Devleti dönüştürecek, demokrasiyi işletecek gücün kendisi olduğunu unutuyor. Bu yüzden, taşlar yerine oturmadan siyasetteki hiçbir inşa faaliyetinin yarar sağlamayacağı gerçeği ıskalanıyor. Her yasak, utanç verici bir teslimiyet ve artık iç bayıltan bir hayalperestlik üretiyor. İnsanlar, yarın herşeyin daha güzel olacağı, seçimden sonra ortaya çıkacak imkanların bütün sorunları bir çırpıda çözeceği hayali peşinde koşturup duruyor. Oysa ne yarın herşey çok güzel olacak, ne de seçim herşeyi düzeltmeye, taşları yerli yerine koymaya yeterli olacak. Bu böyle bilinsin... Bugünkü hukuksuzluk, yasak ve baskının üzerinden bir seçim geçerse mevcut hal statükonun sarsılmaz bir parçası haline gelecektir, bunu da kimse unutmasın. Seçim sanki yasağı, baskıyı ve hukuksuzluğu onaylamak demekmiş gibi, bugün imkan bulamayan siyaset ve siyasetçi yarın daha da kenara itilecek, daha da horlanacaktır. Geçen seçim öncesi siyaseti kuşatan yasak ve baskılara bakın; o günden beri Türkiye'de neler değiştiğini düşünün ve önümüzdeki dönemde nelerin değişebileceğini varın hesap edin. Yasağı aşabilmenin ilk şartı hayal peşinde koşmaktan vazgeçmek, rüyadan uyanmaktır. Zaman herşeyin ilacı değildir ve umudun bir yöntem olmadığını anlamak için yeterince tecrübe yaşanmıştır. Her yasak siyasetin alanını daraltıyor ve siyaset kurumları yasağı sorgulamak yerine kendilerini daraltan bu koordinatlarla yetinmeye alıştırıyor. Yasaklanan ise, bu sistemde giderek taşınması zor bir yük haline geliyor. Baskının ve yasağın en kahredici tarafı da işte budur. Yasağa muhatap olan, koskoca demokraside nefes alabilecek küçücük bir yer dahi bulamıyor. Bu yüzden şeriatın kestiği parmak hep acıyor. Ve şeriat, her defasında aynı parmağı kesiyor. Aynı parmağı kesmekten bıkmıyor, usanmıyor. Erdoğan da, Erbakan da, Bozlak da, Birdal da suçlu değildir. Dahası, onların meşruiyetini tartışmak millet iradesini bir meşruiyet kaynağı olarak reddetmek anlamına gelmektedir. Unutmamak lazım ki halkın reyi, sivil toplumun tercihi tartışmalı hale gelmişse, o zaman bütün kurumların meşruiyeti de tartışmalı hale gelecektir. Çünkü, demokraside en temel meşruiyet kaynağı, hatta hukuk yorumunun bile dayanağı halk iradesidir. Türkiye'yi yasaklı ve şaibeli bir seçime mahkum eden anlayış bu iradeyi yok sayıp 4 kişiye yasak koymakla, sadece şahısları sınırlamakla kalmıyor bütün temel meşruiyet ünitelerini de sarsıyor. Geriye de toplumla siyasetçi arasında, siyaset ile sistem arasında sahte bir güven ilişkisi ile iki yüzlü bir irtibattan başka bir şey kalmıyor. Herkes, hukukun ya da millet iradesinin değil, gücün ve güçlü olanın egemen olduğunu pekala bilerek, göstermelik ve sıkıcı bu oyunu sürdürüyor. Güçlü olanla çıkar birliği yapmak ve kendini güç odağına kabul ettirmek sandıktan çıkmaktan daha önemli hale geliyor. Yasağı da böyle okumak lazım, yasaklananı da, ona seyirci kalanın planını da... Hukuk ya da bazılarının dilinde pek de keyifle yer ettiği şekliyle "şeriat" ise, güç taksimatında tayin edici güce sahip ve garantili bir unsurdur. Siyasetçinin biriktirdiği güç, hukuk marifetiyle bir kalemde silinip atılabiliyor. Bu kadar açık. Şimdi bu tekerrür edip duran tarihe "dur" diyebilecek bir siyasi akıl lazım. Aynı sahneyi bir daha, bir daha izlememek için bu akıl hemen şimdi lazım.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |