|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Pazar günü yapılan seçimlerin ortaya çıkardığı sonuçların Türkiye'yi aşan bir boyutu olduğu muhakkak. Seçimin Türkiye'yi aşan boyutunu doğru değerlendirebilmek için her şeyden önce ortaya çıkar tablonun doğru okunması gerekiyor. Bu da dünya için Türkiye'nin ne anlama geldiği ile yakından alakalı. AKP'nin kazandığı başarının ne anlama geldiğini tartışmadan önce seçimi kaybedenler üzerinde durmak istiyorum. Bu seçimin sonuçları itibariyle ilginç bir durum ortaya çıktı: kazanan/larla birlikte kaybedenlerin maglubiyetinin başlı başına siyasi bir anlam taşıyor olması bu seçimin ayırt edici özelliği. Bu bağlamda, seçimin kazanan taraf açısından siyasi anlamı ve sonuçları kadar kaybedenler üzerinde düşünmek gerekiyor. Her şeyden önce köhnemiş, kirlenmiş, halktan kopuk siyaset erbabının tasfiye olması bu seçimin en önemli sonuçlarından biridir. Büyük kısmı tarih, toplum, siyaset vizyonundan yoksun, yaslandığı güç odaklarından başka meşruiyeti kalmamış, entrika üstüne kurulu bir siyasetle Türkiye'nin üstüne çöreklenenlerin devre dışı kalması başlı başına önemli bir sonuçtur. AKP'nin başarısı yansıtılmak istenenin aksine toplumsal karamsarlığın tepkisi değildir. Türk toplumunun umut arayışının sonucu olarak okunmalıdır. Ve verilen oyların anlamı üzerinde en fazla düşünmesi gereken de AK Parti yönetimidir. Bu oylarda tepkinin önemli bir payı olduğu muhakkak; ancak iktidara getirdiği parti kadar bu toplumun ufkunu karartan politik anlayışın tasfiye etmiş olduğu göz önüne alındığında negatif olanı silen pozitif bir tepki özelliği taşır. Reaksiyon olmaktan çok aksiyon boyutu ağır basar. Bu özelliği ile Türk toplumunun kendine özgü reflekslerinden birin açığa çıkardığı söylenebilir. Tasfiye edici özelliği öne çıkan sosyolojinin iktidara taşıdığı siyaset anlayışının rengi, çerçevesi henüz netlik kazanmadı. Ama en azından şu rahatlıkla söylenebilir: siyaseti bu tarzda biçimlendiren sosyolojinin kriz içindeki Arjantin ayaklanması ile baglantısı kurulamaz. Arjantin'de umudu tükenen kızgın kitlelerin yıkıcı öfkesine karşılık Türkiye'de siyaset sosyolojisi açısından negatif olanı tasfiye eden pozitif bir tavır, siyaset anlayışı sandığı yansıdı. Türkiye'nin kaderini belirleyecek sessiz çoğunluğun kritik zamanda gösterdiği refleks bir kez daha ortaya çıktı. En azından halk AKP'nin söylemini bu şekilde algılayarak tek başına hükümet kurmasına yetecek oyu verdi. İktidar ya da muktedir olmak Burada en kritik sorulardan biri AKP'nin kendisine yönelen çoğunluğun oylarını nasıl algıladığı ile ilgilidir. Siyasetin işlevinin toplumsal taleplerin iktidara taşınması olarak algılamakla, mesela, toplumsal gerginliklere yol açmamak gerekçesi ile siyasetin toplumsal talepleri yok sayması, görmemezlikten gelmesi arasındaki fark bu seçim sonuçlarını belirleyen iki ayrı siyasal vaziyet alışın adıdır. Toplumsal talepleri yok sayan, algılama malulü olduğu kadar ahlak zaafiyetiyle kirlenmiş siyaset anlayışının gelip dayandığı yer 3 Kasım seçimlerinin gösterdiği sonuçtur. AKP kendini iktidara taşıyan taleplerle, toplumun tasfiye ettiği siyaset anlayışını iyi okumak zorundadır. Çevrenin ve çevrenin taleplerini merkeze taşımakla merkezin partisi olmak arasındaki fark burada yatıyor. Bu ayrımın farkında olmak, aynı zamanda iktidar olmakla muktedir olmak arasındaki ayrımı iyi yapabilmek anlamına geliyor. Türkiye'de çevreyi temsil iddiasındaki tüm partileri başarması gereken sınav burada başlıyor. Aksi durumda "tek başına iş başına" gelebilirsiniz ancak "tek başına iktidar" olamayabilirsiniz. SP'nin durumu Saadet Partisi'nin aldığı oyların yüzde 2,5'larda kalması, Saadet yöneticileri kadar AKP açısından da önemsenmesi gereken sonuçları bulunmaktadır. Yine tersten başlayarak bu 2,5'luk oyun AKP için neden önemli olduğuna değinelim. SP'nin temsil ettiği misyonun, dillendirdiği söylemin en azından meclise taşınması AKP için bir tür otokontrol işlevi görebilirdi; bu anlamda tutarlı bir muhalefetin varlığını önemsiyordum. İktidar partisinin hükümet etme sürecinde kendisine umut baglamış kitlelerin talepleri ile kurulu sistemin kuralları arasında zaman zaman çelişkiler yaşayacağı muhakkak. Zaten Türkiye'de siyasetin tıkandığı ve 3 Kasımda merkez partilerin hezimete uğramasına neden olan da siyasilerin kitleler karşısında yabancılaşması değil midir? Son seçimlerde siyasetin kavgadan uzak, huzur verici görüntüsünün altında siyasi partilerin siyasal talepleri taşımaya cesaret edememeleri gerçeği vardı. Siyasi partilerin birbirine benzeşmesi olarak ortaya çıkan bu huzur örtüsü dipten gelen talepleri bastırmaya yetmedi, merkezi çökertti. Bu kritik noktada en azından Türkiye'nin önündeki imkanlara işaret etmesi, alternatif ve muhalif bir söylemin mecliste dillendirilmesi, temsil edilmesi önemliydi. Ve böylesi bir muhalefet ve muhalif sese herkesten önce hükümet partisinin dolayısıyla Türkiye'nin ihtiyacı vardı. Nihayet, iki partili meclise ve tek parti iktidarına kavuşmuş olmakla övünen bir Türkiye'de, keşke, zaten güdük bırakılmış siyaseti güçlendirecek, toplumsal talepleri siyasete taşıyacak bir muhalefet olsaydı. Umarım SP yönetimi bu sonuçlardan ders çıkarmıştır.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |