|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Tayyip Erdoğan engelli koşuyu kazandı. Medya, başka partilere ve politikacılara siyasi bağımlılığı yüzünden, Erdoğan'ın önünü kesmeğe çalıştı. Kâh "Bozüyük zirvesi", "kaçakçıya af" gibi manşetlerle, AK Parti'nin yolsuzluklarla mücadele etmeyeceği izlenimini yaratma gayretine girdiler, kâh Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarını, bizzat yolsuzluk bataklığı içinde gösterdiler. Asker sopasını sallayıp korku yarattılar. Bu yetmedi, yasaklardan medet umdular, Sabih Kanadoğlu'nun ipine tutundular. "Başbakanı belli olmayan" seçimde, ülkenin belirsizliğe sürüklendiğini vurgulayıp durdular. Cumhurbaşkanı Sezer ile Tayyip Erdoğan'ı kavgaya tutuşturmaya çalıştılar, ardından da hüküm verdiler: "Erdoğan, Devlet ile kavgalı. Bu, huzursuzluk doğurur." Hangi birini anlatsak! AK Parti'nin önde gelenlerinin eşlerinin başörtüsüne kafayı taktılar. Erdoğan'ın çocuklarını bile kirli siyasetin malzemesi haline getirdiler. Rodos'ta zirve yapıp seçimleri erteletmeğe çalıştılar. O yetmedi, Tuzla'da, bu defa da, AK Parti tek başına iktidar dahi olsa, Deniz Baykal, "meşruiyet için" başbakanlığa gelmeli" dediler. Bu düşünceleri köşelerinde pompaladılar. Gümüşhane'nin cevabı
Ne yaptılar ne ettilerse, başarıya ulaşamadılar. Engelli koşuda, Tayyip Erdoğan ipi göğüsledi. Medya patronunun kendi memleketine bile tesiri olamadı. Gümüşhane'de AK Parti'nin oyu %42... CHP %9'da, ANAP ise %7'de kalıyor. Medya patronu, kendi hemşehrisini bile ikna edemedi. Aksine, belki de ona inat, oylar AK'a gitti. Kötü niyet o kadar bariz ki, partinin adı AK Parti olmasına rağmen, medya, AKP demeğe devam etti. Sırf AK günler ve aydınlık çağrışımı doğmasın diye, inatla AK yerine AKP'de ısrar ettiler. Bu neye benzer bilir misiniz? Adam adını "Aydın" diyor, siz onu, sürekli "Günaydın" diye çağırıyorsunuz. Kötü niyet, peşin hüküm, siyaset mühendisliği 3 Kasım'da duvara tosladı. 28 Şubat'ın sembolü sönen ışıklardı. Karanlıkta kalan Türkiye'de yolsuzluklar yaygınlaştı, fukaralaşma arttı. Halk, "Yakın ışıkları" çağrısına uydu. Aydınlık bir Türkiye için taze bir başlangıç fırsatı yakaladık. Halâ el altından korku pompalamaya devam edenler var. Ertuğrul Özkök, "Eşek şakası" diye isimlendirmekle birlikte "İyi ki ordu var" şeklinde bir manşet atmak istediklerini itiraf ediyor: "Bu manşet teklifi, kuşkusuz şakaydı. Hatta eşek şakası. Ama hiç kuşkunuz olmasın birçok insanın içinden gelen duyguyu yansıtıyor" (Hürriyet 4 Kasım 2002 Ertuğrul Özkök) Yeni dönem
Türkiye'de yeni bir dönem açılıyor. Güç odakları artık hukukun üstünlüğünü kabul etmek zorunda kalacak. AK Parti'yi tek başına iktidar yapan halk, istikrar arzusunu da ortaya koydu. "Temsilde adaletin" sağlanmadığı iddiaları doğru dahi olsa, istikrarlı bir yönetimin ülkemizi taşıyacağı huzurlu ortam, bu noksanı telâfi edecek mahiyettedir. AK Parti, başarılı olduğu takdirde, kamuoyu nezdinde desteği süratle artacak, temsil sorunu da büyük ölçüde aşılacaktır. Netice itibariyle bugünkü seçim sisteminin ve barajın sorumlusu AK Parti değildir. 1950 öncesinde, CHP, kendisine yarar düşüncesiyle çoğunluk sistemini benimsemiş ve oyların %53'ünü alan Demokrat Parti, seçim sistemi yüzünden, 408 sandalye kazanmış, CHP %39 ile 69 milletvekili çıkarabilmişti. Bir başka ifadeyle Demokrat Parti %53 oya mukabil sandalyelerin %83'ünü alıyor, CHP ise %39'luk oyuna karşılık, milletvekillerinin %14'üne hak kazanıyordu. Cumhuriyet Halk Partisi, Demokrat Parti'nin kuyusunu kazmaya uğraşırken, kendi sıkıntıya düşmüştü. Demokrat Parti de, işine yarayan bu seçim sistemini değiştirmedi. 1954'te yeniden genel seçimlere gidildi. 4 yıllık icraat sonucunda, DP, oy oranını %53'ten, %57'ye tırmandırdı; milletvekili sayısı da 505'e çıktı. 1957'de Menderes'in "yaşadığı en kötü seçim gecesinde", DP'nin oyları %47'ye düşmüş, CHP ise %31'den, %41'e yükselmişti. Sandalye dağılımında, 424'e karşı 178 ile, Demokrat Parti açık ara gene öndeydi. Temsil meselesi
Demokrat Parti döneminde, 1965'te Adalet Parti iktidarında veya 1983-1987 ANAP iktidarlarında tek bir parti, sandalyelerin çoğunluğunu elde etti. İstikrarlı bir yönetimle, iktidarlar da daha başarılı bir icraat sergileyebildiler. En azından başarısızlıklarına mazeret üretemediler. 1950'lerde, Demokrat Parti'nin egemen olduğu Parlamento için, temsilde adaletin sağlanmadığı söylenmişti. 1987'de de ANAP, oyların %37'si ile, sandalyelerin %65'ini ele geçirmişti. DP ve ANAP gibi, AK Parti de, Meclis'te gücünün üzerinde temsil ediliyor. Buna rağmen tez vakitte, erken seçim talep edenler, boş bir hevese kapılmasınlar. AK Parti'nin en zayıf olduğu bölgeler, Ege-Trakya ve bir ölçüde Akdeniz kuşağı (Antalya). Buna mukabil Marmara'da, İç Anadolu'da, Karadeniz'de ve Doğu'da çok kuvvetli. Güneydoğu'da ise, HADEP'ten sonra ikinci parti. AK Parti, İslamcı kimliği ön plana çıkarılıp tereddüt yaratıldığı için, özellikle Ege kıyı şeridinde ve Trakya'da zayıf kalmıştır. Edirne'de %8, Kırklareli'nde %12, Tekirdağ'da %16, Muğla'da %12, İzmir'de %17, Aydın'da %18 oranında oy toplayarak, genel ortalamasının bir hayli altına düşmüştür. Buna mukabil, Ege'nin iç kesimlerinde oldukça güçlüdür. Bu tahlil, AK Parti başarılı olduğu takdirde, yeni bir atılım yapma potansiyeli olduğunu gösteriyor. Tereddüt zail oldukça, Türkiye'nin diğer bölgeleri gibi Ege ve Trakya'nın ilgisini de çekecektir. Herşeye rağmen, milli görüş çizgisindeki eski partilerle karşılaştırıldığında, AK Parti, Aydın'da da, İzmir'de de, Trakya'da daha başarılıdır. Erdoğan ve arkadaşları, icraatlarıyla partilerini merkeze oturtabildikleri ölçüde, bir sonraki seçimlerde mutlaka büyüyeceklerdir. AK Parti de kalıcı hale gelecektir. Neden küçüldüler?
Türkiye 1995 seçimlerinden itibaren, tam anlamıyla siyasi istikrarsızlığın kucağına düştü. "Yönetemeyen demokrasi" ile birlikte ekonomik krizin gelmesi de gecikmedi. Bir yandan fukaralaşma, bir yandan yolsuzluk. Siyasi kadrolara karşı tam bir güven bunalımı. AK Parti, fukaralaşan halk yığınlarını, kent varoşlarını, haksızlığa uğrayıp bozuk düzene itiraz edenleri, yolsuzluklardan kurtulmak isteyenleri, İstanbul Dükalığı'na karşı Anadolu'nun özlemlerini ve taleplerini temsil ediyor. Gerçek bir sosyolojik tabana dayanıyor. Bu Parlamento'nun temsilde adalet ilkesine ters düştüğünü söylerken, diğer partilerin yaşadığı temsil krizini de görmeliyiz. Anavatan, Yeni Türkiye, Genç Parti, DSP ve DYP. AK ve CHP'nin dışında kalan partiler, hangi sosyal tabanı temsil ediyor acaba? Muhafazakâr-demokrat veya sosyal demokrat kimlik, bu partilerin seçmenlerini anlatmaya kâfi gelmez mi? Etnik kimlik üzerinde varlıklarını sürdüren DEHAP ve MHP'yi istisna tutabiliriz. Diğerleri neden bu kadar küçüldüler? Niçin Parlamento'ya milletvekili sokamadılar? Çünkü dayandıkları kitleyi kaybettiler. O kitle ya sandığa gitmedi, ya da AK'a yöneldi. Korkuların ve kuşkuların giderildiği bir ortamda, AK Parti daha da büyüme potansiyelini muhafaza etmektedir. Bir yandan Trakya ve Ege'de yeni seçmenle buluşabilir, bir yandan da Meclis'e giremeyen sağ partilerin tabanını çatısı altında toparlayabilir. Sakıp Sabancı'nın "2'inci ANAP dönemi" demesi boşuna değil. Hırsızları, yolsuzlukları ve arsızları olmayan bir ANAP dönemi gelirse, Türkiye büyük mesafe alır.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |