|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Son dönemde 'Türkiye'nin İslam dünyası için model' olduğu tarzında ifade kadar Türk siyasetini biçimlendiren seçkinlerin hoşuna giden bir cümle yoktur sanırım. Türk laikliğinin model olduğu tezinin coşkuyla benimsenmesini, "Türkiye'nin doğu ile batı arasında köprü olması" gibi kimlik sorunun ele veren stratejik (olmayan) duruşun doğal uzantısı olarak okumak gerekir. Bu model formülasyonu, yıllardır stratejik ve kültürel anlamda Türkiye'nin köprü kalmasına razı ve ikna olmuş seçkinler nezdinde yeni bir argüman olarak hayli itibar kazandı. İdeolojik ve siyasi olarak statükoyu besleyecek uluslararası destek olarak algılanan "model olma" misyonu dünyadaki siyasal eğilimler ve tartışmalar karşısında gerileyen, kendini yenileyemeyen siyasi anlayışın iktidarını uzatacağı umuluyor. Bilhassa 28 Şubat sürecinden bu yana iyice belirginleşmeye başlayan Türkiye'nin ABD ekseninde bir dış politika tercihine itilmesi 11 Eylül'le birlikte stratejik zorunluluk gibi algılanmaya başlandı. Daha doğrusu 11 Eylül sonrası süreç bu tercihin/dayatmanın uluslararası gerekçesi haline geldi. Toplumun, siyasete ve sosyal yapıya yansıyan gerilimlerden kurtulma sürecine girdiği beklentisi içindeyken gerilimi tahkim eden, gerilimi adeta devlet siyaseti haline getirmek isteyen çevrelerce "model" fikri can simidi gibi geldi. Son olarak, ABD Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz, İslam diniyle demokrasiyi bağdaştıran Türkiye'nin, diğer Müslüman ülkelere örnek oluşturabileceğini söylemiş olması ile aynı kişinin ABD yönetimi içinde Irak konusunda şahinlerden olması dikkat çekici. Aslında Türkiye'nin laik kimliğini model olarak önerenlerle Türkiye'ye köprü olmayı çok aşan, Ortadoğuda yeni misyon yüklemek isteyenler ayrı çevreler. Irak'a müdahale konusunda, İsrail'le ilişkilerde ortaya çıkan tuhaf durumla, iç politikada 13-14 yaşındaki kız çocuklarına başörtüsü yüzünden kelepçe takmaya kadar varan tutum aynı stratejik duruşun ürünü.
Tehdit ya da model
Türkiye'nin İslam dünyasında ne bakımdan model olması gerektiği konusunda ABD bile tam fikir birliği içinde değil aslında. Türk laikliğinin demokrasi malülü yanıyla model olmaktan uzak olduğunu söyleyenler aynı zamanda Bush yönetiminin benimsediği "ya terörden ya ABD'den yana" olmak ayrımıyla belirlenen stratejisini eleştirenler aynı çevreler. Bir zamanlar Türkiye'de CIA adına sorumluluk üstlenen Graham Fuller, Foreign Affairs dergisini son sayısında yer alan siyasal İslam'ın geleceği başlıklı yazısında Türkiye'nin model sorunu üzerine ilginç görüşler sergiliyor. Fuller özetle, Türkiye'nin dini baskı altına alan devlet laikliği ile değil bilakis demokratikleşmenin ifadesi sayılması gereken İslamcı partilerin varlığı ile model olabileceği tezini işliyor. Bush yönetiminin bu tür devletçi laikliği değil Müslümanların dünyayı algılayışlarını değiştirecek İslam'ın liberalleşmesi sürecini desteklemesi gerektiğini salık veriyor. Bu anlamda uç verdiğini iddia ettiği reform hareketlerini umut verici olarak sunuyor. Radikal laikçi tutuma karşı İslam'ın protestanlaştırılması girişimlerini hararetle destekleyen çevrelerce de dillendirilen bu üslup hiç de yabancısı olmadığımız fikirler. İslam'ın değil Müslümanların din algılayışlarını değiştirmeye yönelik reform girişimlerinin desteklenmesini isteyen Fuller daha liberal çözümlerden yana görünüyor. Fuller'in dikkat çektiği önemli bir husus var. Özellikle Bush yönetiminin takındığı sertlik yanlısı politikalar nedeniyle bir uyarıda bulunuyor. Türkiye'deki İslami hareketlerin ve İslamcı partilerin geniş kitlesel tabanı yansıttığının altını çiziyor, ülkede gelişen demokratik ruhun yansıması olarak yorumluyor. Türkiye'nin iyice ABD eksenli bir yörünge izlemesi ile her türlü dini talebin tehdit olarak algılandığı süreç arasında nasıl bir paralellik kurulması gerektiği, halen CIA'de etkin görevi olan Fuller'in Bush'a yaptığı uyarıdan çıkarmak mümkün. Bush'un global ölçekli tehdit algılaması ile (devam eden) 28 Şubat sürecinin tehdit algılaması arasında benzerlik bulmak için analiz gücümüzü zorlamamız gerekmiyor. Gerçekten Türkiye, eğer model olacaksa tam hakkını veremese bile ilkesel olarak savunduğu demokratik, özgürlükçü siyasal yapılanmayı gerçekleştirerek örnek olmayı denemelidir. Bu bölgenin insanlarının temel sorununun dini özgürlüklerden mi yoksa din özgürlüğü dahil siyasal katılım, ifade özgürlüğü gibi temel hakların bastırılmasından kaynaklanan şiddet mi olduğunu hafızamızı yoklayarak bulmamız mümkün.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |