T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Kılınç'ın sözleri TSK'yı bağlasaydı ne olurdu?

Bu ülkede gündem olabilme, kanaat önderlerini aynı zeminde çarpıştırabilme ve nihayet Türkiye Cumhuriyeti devletinin iç-dış politik tercihleri üzerinde tirbülans yaratabilmenin gerek ve yeter şartı bir kez daha anlaşıldı: Asker olmak!

Türkiye'nin ekonomik ve politik tercihlerinden herhangi birisi konusunda görüşlerini belirtmeniz yeterlidir ve üstelik bunu "kurumunuz değil, kendi adınıza" yaptığınızı söylemeniz bile sözlerinizin oluşturacağı dalga boyunun şiddetini azaltmaz. Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Tuncer Kılınç'ın, Türkiye'nin AB üyeliğine karşı olduğunu "dürüstçe" dile getirdiği sözleri bunu ispatlamaya yetip de artmaktadır.

MGK Genel Sekreteri aslında üzerine vazife olmayan bir konuda görüş belirtmiş olmasına rağmen hiç olmazsa dürüstçe davranmış, lafı eveleyip gevelemeyerek AB üyeliğine karşı olduğunu söylemiştir. Böylelikle, sonradan cihet-i askeriyeden yükselen itiraz şerhlerine rağmen Kılınç, bir ölçüde malumu da ilan etmiştir.

Ama, mesele sarfedilen sözlerin muhtevasının tartışma götürür olması değildir. Bundan daha önemli olan, Türkiye'nin askeri bir komuta karşı refleksi andırır bir şekilde bu sözlerin yanında ya da karşısında konumlanmasıdır.

Bu o denli keskin olmuştur ki karşıtlar bile, bir MGK Genel Sekreteri'nin nasıl olup da böylesine geniş bir nüfuz alanına hükmedebildiğini sorgulama gereği hissetmemişlerdir.

Oysa, Türkiye'nin dış politika tercihleri ne genel sekreterin ne de sekretaryasını yürüttüğü MGK'nın yetki alanındadır. Türkiye'nin AB'ye girip girmeyeceğine, girmeyecek olursa bunu hangi ittifaklarla ikame edeceğine karar verecek olan hükümettir. Dolayısıyla Kılınç'ın, konuşmasının başına şerh düşerek, sözlerinin TSK'yı bağlamadığını söylemesi bir anlam ifade etmemektedir. Zira bağlasa bile, TSK zaten Türkiye'nin dış politikasını tayinle görevli ya da yetkili bir kurum değildir. Şu halde, sözler TSK adına sarfedilmiş olsa başka bir anlam taşıyacağını ihsas etmenin de bir anlamı yoktur.

Bu vesileyle Milli Güvenlik Kurulu'nu bir kez daha hatırlamakta ve bu kurulun ülke güvenliği konusundaki kaygılarının, fevkalade yüksek bir demokrasiyi baskılama potansiyeli içerdiğini görmekte yarar vardır.

Anayasa'nın tarifiyle, MGK'nın görüşleri ve zorunlu gördüğü tedbirler Bakanlar Kurulu tarafından öncelikli olarak dikkate alınır. Uygulanması zorunlu olmadığı gibi dikkate alınıp sümenaltı edilmesi de mümkündür. Ve şunu bilmekte yarar var; MGK, bugün ulaştığı muazzam örgütlenme ve zengin personel yapısına rağmen, esasen toplandıkça var olan bir kurumdur. Toplantıda alınan kararlar dışında, idari ve siyasal sistemle herhangi bir yasal ilişkisi tanımlanmamıştır. Cumhurbaşkanı'nın başkanlığında toplanan kurulun gündemini de yine Cumhurbaşkanlığı belirler. Anayasal bir görev olmayan "MGK Genel Sekreteri" sıfatı, toplantı arafesinde Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık ve Genelkurmay Başkanlığı arasında görev yapan bir tür özel kalem müdürlüğü gibidir. Sekreter, kurulun üyesi değildir ve gerek görülmedikçe toplantılara da katılamaz.

İşte, siyasi hayatımızın kilit pozisyonlarından biri muamelesi gören MGK Genel Sekreterliği böyle bir makamdır. Gücü, yasaların ya da Anayasa'nın bir atfıyla değil doğrudan sekreterin giydiği üniformayla alakalıdır ama, Genel Sekreter'in asker olması da bir kanun emri değildir. Pekala bir sivil de MGK Genel Sekreteri olabilir ve galiba artık bunun zamanı da gelmiştir.

Neden?

Çünkü, genel sekreterin sürekli olarak askerlerden seçilmesi ve tayinlerin, tıpkı bir kuvvet ya da ordu komutanı atanır gibi Yüksek Askeri Şûrâ'da belirlenmesi MGK'yı sivil-asker ortalığı değil basbayağı askeri bir kurul haline getirmektedir. Bu da hem ülkedeki demokrasinin niteliğine yönelik algılamaları olumsuz etkilemekte ve hem de MGK'yı bir tür süper hükümet pozisyonuna yükseltmektedir. Türkiye'de sistemin sağlıklı yürüyebilmesi için bu kurulun asli konumu olan tavsiye makamına indirgenmesi şarttır. Bu, Avrupa'nın da böyle bir talebi olduğu için değil, Türkiye'nin yakın tecrübesi acilen öyle gerektirdiği için elzemdir.

Kılınç'ın sözleri ülkedeki bütün kurul ve kurumların anayasal sınırlarına çekilmesi ve demokrasi ile hizalanması gerçeğini ortaya koymuştur. Bu ölçüye vurulduğunda bazı kurumların etkinliği artacak, bazılarının da doğal olarak azalacaktır ki, "demokrasiye balans ayarı" da ancak böyle mümkündür.


12 Mart 2002
Salı
 
MUSTAFA KARAALİOĞLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED