|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Geçtiğimiz hafta sonu, Konya'ya davetliydim. Ne zaman Anadolu'ya gitsem moralim düzelir, Türkiye'nin geleceğine beslediğim güven artar. Büyükşehirlerde kaybolan sıcaklığı, dostluğu, o samimi misafirperverliği taşrada bulurum.
Yüksek ahlâk, yüksek teknoloji
Cuma günü Ankara'dan arabayla Konya'ya gittim. Şehrin girişinde, organize sanayi bölgeleri peşpeşe sıralanıyor. Anadolu'nun bağrında yeşeren bu müteşebbis güç, Türkiye'nin teminatı. Konya, irili ufaklı tesisleri ve holdingleriyle, ülke ekonomisinde önemli bir yer tutuyor. MÜSİAD, orta ölçekteki bu müteşebbislerin yurt dışına açılmasına büyük destek sağlıyor. Sloganları yüksek ahlâk ve yüksek teknoloji. İşadamları, kendi milli ve manevi değerlerini korurken, bütün ülkelerle ticaret yapmaya teşvik ediliyor. Avrupa Birliği normlarına nasıl intibak edecekleri anlatılıyor. "Yeşil sermaye" dünyayı fehtetmeye hazırlanıyor.
Mazlumder konferansı
Konya'ya hem Mazlumder'in tertip ettiği bir konferansta konuşmak, hem de MÜSİAD'ın Genel Kurulu'na katılmak için gitmiştim. Mazlumder'in panelinde, 8 Mart Kadınlar Günü'nde "ayırımcılık" konusuna temas edecektim. Ama, Mazlumder'in, Selçuklu Üniversitesi başörtüsü mağdurları ile birlikte organize ettiği panel maalesef valilik engeline takıldı. Oysa dernek, "Eğitim ve İnsan Hakları" konulu panel için, valiliğe başvurmuş, Valilik de, müracaatı, gereği için Konya Emniyet Müdürlüğü'ne havale etmişti. Emniyet Müdürlüğü, Mazlumder'den, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Kanunu'na göre, bir Tertip Heyeti bildirilmesini talep etmiş. Halbuki söz konusu kanunun 4/a maddesi, derneklerin yapacakları kapalı salon toplantılarını istisna kapsamına alıyor; bir başka ifadeyle, dernekler, tıpkı, sendikalar, vakıflar ve meslek kuruluşları gibi Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na tâbi değil; tertip heyeti bildirmeden sadece yönetim kurulu kararıyla kapalı salon toplantısı düzenleyebiliyorlar. İşte bu yüzden Mazlumder, Konya İdare Mahkemesi'nden, Emniyet'in yasağı hakkında yürütmeyi durdurma kararı aldı. Cuma sabahı alınan bu kararda üç hâkimin imzası bulunuyordu. Vilâyet, karara, gene aynı mahkemede itiraz etti. Sabah yürütmeyi durduran üç hâkim, öğleden sonra kendilerinin aldığı yürütmeyi durdurma kararını iptâl ettiler. Ve Mazlumder'in paneli yapılamadı.
Sohbet
Panel yapılamadı ama, Selçuk Üniversitesi'ne sokulmayan başörtülü kızlarla otelde uzun uzun görüşme fırsatı bulduk. Aralarında, mühendislik ve tıb son sınıftan, başörtüsü engeline takılanlar bile vardı. "Bu zulüm daha ne kadar sürecek?" diye soruyorlardı. İşte bazılarının söyledikleri veya sordukları... -Ben enerjimin tükendiğini hissettiğim anda, gözlerimin önüne Merve Kavakçı'nın o fotoğrafı gelir. Ve yanında siz... O an, ne hissettiniz? -Parlamento'da Kavakçı'ya, başörtüsünden dolayı gösterilen o tepkiyi biz üzerimize de aldık. Kırıldık... Neden istenmiyoruz? Neden itilip kakılıyoruz? -DSP milletvekili Sema Pişkinsüt, Merve Kavakçı'ya tepki gösterenlerin en ön saflarında yer alıyordu. Daha sonra, DSP Kongresi'nde, kendisi aşağılayıcı bir tavırla karşılaşınca, Merve'ye yaptığını hatırlayıp üzüldü mü? Pişman oldu mu?
Tabiî bütün sorular Kavakçı'yla sınırlı değildi. Ama o genç kızlar, Kavakçı'nın da kendileri gibi mağdur edildiğini düşünüyor, ortak bir kaderi paylaştıklarına inandıkları için, ona ilgi duyuyorlardı. Kavakçı'nın Meclis'ten atılması, öz vatanlarında garip olduklarını yeniden hatırlamalarına vesile olmuştu.
Özgürlük
Başörtü düşmanlarına bu genç kızlarla konuşmalarını, durumlarını anlamaya çalışmalarını tavsiye ederim. Onlar için eğitim görmek ve bir meslek edinmek, özgürleşmeleri, bir kişilik sahibi olabilmeleri için şart. -Suudi Arabistan'da yaşamak hiç istemezdim. Evet, oranın çok güzel bir manevî havası var. Ama kadınlara hiç hak tanınmıyor. Kadının çarşıdan alışveriş yapmasına bile kötü bakılıyor. Araba kullanmasına izin verilmiyor. Ayrıca, ikinci, hatta üçüncü eş korkusu duyuyorlar. -Türkiye'de, askerlerin endişelerini haklı çıkaracak bir radikal kesim var. Ama, bunların sayısı çok az. Biz, çoğunluğuz, farklıyız; rejimle bir problemimiz yok. -Kadın fıkıhçıların sayısının az olması, hatta hemen hemen hiç kadın fıkıhçı bulunmaması, bizim aleyhimize işliyor. Erkekler, kadınların haklarını daraltacak biçimde tefsir yapıyor. Meselâ, Ankara Üniversitesi'nde kadın fıkıhçı, Hidayet Şevket Tuhsal var, onun görüşlerini ifade etmesine izin verilmez. Erkeklerin işine gelmiyor. -Ailemde 5 kızın üçüncüsüyüm. Kardeşim liseden sonra okumadı. Ben üniversitedeyim. Aynı şeyi kardeşim söylese annem dinlemez. Ben tahsilli olduğum için ağırlığım ondan çok fazla. -Annem geleneksel kapalı. Ben liseden sonra kendi tercihim olarak kapandım. Ama maalesef şimdi üniversitede, çeşitli zorluklarla karşılaşıyoruz. Hiç kimseye yaranamadık. Bizim çevrede de, hakkımızı aradığımız için, erkeklerle eşit olduğumuzu savunduğumuz için, bize "carcar kızlar" diyorlar. -1980'lerde kadınlar, bizden önceki nesil, takvalarını ispat için, çamaşır makinesi bile kullanmadı. Çünkü o teknoloji, Hz. Muhammed zamanında yoktu. Biz çağa ayak uyduruyoruz. -Erkeklerin işine geliyor bu başörtüsü davası. Onlar, bizim için mücadele ediyor. Biz onlara, şükran borçlu duruma düşüyoruz. Oysa hakkımızı biz korumalıyız.
Dişilik ve kişilik
Üniversitelere sokulmayan genç kızlarla saatlerce konuştuk. Ve resmi otoritelerin, akıl almaz gafletini bir kere daha yerinde tesbit etme fırsatını buldum. Genç kızların üniversitede okuması, onların çağdaş dünyaya açılması demek. Durumlarını "Dişiliğe hayır, kişiliğe evet" formülüyle izah edebiliriz. Cinselliklerini arka planda gizliyorlar ama, kişilikleri alabildiğine gelişiyor. Geleneksel kalıpları devirip, cemiyet içinde saygın bir birey haline geliyorlar. Daha doğrusu, üniversiteden bekledikleri bu. "Geleneksel din anlayışı erkekleri üstün kılıyor ve kadını ona itaat etmeye zorluyor" diye yakınmalarına şahit oldum. "Evlendikten sonra ikinci sınıf haline getirmeye çalışıyorlar bizi. 'Koca hakkı, Allah hakkı' deniliyor" "Öyleyse, siz de, evlenmeden önce niçin pazarlık etmiyorsunuz?" diyecek oldum. Cevap hazırdı: - O zaman kimse almaz bizi. Evde kalırız. Zaten "carcar kızlar..." Bir de pazarlık ederlerse...
Özgürlük ve Harem
Okula giderken baba evinde özgürlüğüne kavuşan, sözü dinlenir bir fert haline gelen genç kız, evlendiği takdirde aynı ortamı bulamayacağı endişesini duyuyor. Bir zamanlar, kız evlatlarını okutmayan babalar, şimdi onların iyi bir tahsil görmesi için ellerinden gelen her fedakârlığı yapıyor. Hatta, imkânı olanlar, Türk üniversitelerinde engellenen kızlarını yurt dışına gönderiyor. Aslında genç nesilde, erkek-kadın ilişkilerinde daha çok eşitlik var. Özellikle okuyan kadın kendini eşine de ezdirmiyor.
Konuştuğum kızlara, "talep edeceksiniz" dedim. Bir panelde size arkada mı yer ayırdılar, hemen ön sıralara geçin. Haksızlığa mı uğradınız, hakkınızın takipçisi olun. Onlar mühendis, doktor, öğretmen olmak istiyor. Okuyup adam olmak istiyor. Okuyacaklar, meslek edinecekler ve şahsiyetlerini ancak bu şekilde yakın çevrelerine kabul ettirebilecekler. Feminizm yapmıyorlar. Erkeklerle bir çatışma içine girmiyorlar. Sadece müstakil bir varlık, düşünen bir birey olarak mevcudiyetlerini tescil ettirmek peşindeler. Diploma onlar açısından hayatî. Ama gelin görün ki, devlet, çağdaşlık adına, özgürlük peşinden koşan genç kızları "Harem"e kapatıyor.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |