T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
AB üzerinden siyaset

Ankara'dayım. Bir iki gün için başkentin havasını almaya geldim. Siyaset iyice gayretsiz, milletvekilleri işlerin iyi gitmediğinin farkında ve bu yüzden umutsuz. Bir seçim olsa, iktidar partileri bugünkü havalarını kaybedeceklerini biliyorlar. Arkalarında milletin desteği yok; durumu medya desteği ile idare etmeye çalışıyorlar.

Sözde demokratikleşme ve basın

Bu yüzden, Basın Kanunu, "demokratikleşme" adı altında, yakında gündeme gelecek. Oysa, uyum paketine zaten Basın Kanunu'nun şikâyet edilen maddeleri konuldu. Ama onların bekledikleri, Basın Kanunu'ndaki 5 ve 7'nci maddelerin değiştirilmesi. Böylece, hem porno yayından mahkûm olanlar, hem de hapis cezasına çarptırılanlar, imtiyaz sahibi olarak kalabilecek. Hapis cezasına çarptırılanların da imtiyaz sahibi olabilmesi, madde gerekçesinde şöyle izah ediliyor: "Süreli yayın sahibinin, ileride belli bir cezaya mahkûm olması halinde, yayının mülkiyetinin devri konusunda ortaya çıkabilecek sorunları önlemek amacıyla, süreli yayın sahibi olabilmek yönünden, belli cezalara mahkûm olmama şartı aranmamaktadır."

Gerekçe hiç de inandırıcı değil. Amaç, bankalarının içini boşalttıkları iddiasıyla yargılanan medya patronlarının mahkûmiyet halinde dahi, imtiyaz sahibi sıfatını taşımaya devam etmelerini sağlamaktır.

Siyaset ve medya birbiriyle alışveriş halindeyken, halk demokrasi paketi hazırlanıyor diye kandırılmakta.

Cheney ve asker

ABD Başkan Yardımcısı Cheney'in, Genelkurmay Başkanı Kıvrıkoğlu ile görüşmekteki ısrarı, Türk demokrasisi açısından haysiyet kırıcı; ama konuya Amerikan penceresinden bakınca gerçekçi bir davranış. Cheney ve Kıvrıkoğlu başkanlığında düzenlenen toplantıya, Dışişleri Başkanı İsmail Cem ile müsteşar Uğur Ziyal da katılıyor. Bu arada, Milli Savunma Bakanı Sabahattin Çakmakoğlu'nun çağrılması unutuluyor.

Dünya standardlarına göre protokol alt üst olmuş durumda. Çünkü ortağı olmayı düşündüğümüz Avrupa Birliği'nde veyahut müttefikimiz ABD'de, Genelkurmay Başkanları, siyasetin emrinde. Milli Savunma Bakanları muhatap kabul ediliyor. Bizde ise, davete çağrılmaları unutuluyor.

Aslında Cheney'in talebi, Türkiye gerçeğini yansıtıyor. Milli Savunma Bakanı Sabahattin Çakmakoğlu'nun unutulması ise "Asil oradayken surete ne gerek var" cümlesi ile izah edilebilir.

Devlet Bahçeli kendisine ulaşan şikâyet karşısında "dengeye" bakıyor. O toplantıda bir Anaplı'nın bulunmadığını öğrenmek istiyor. Bulunmadığını öğrenince de meselenin büyütecek bir yönü olmadığını düşünüyor.

Bir ilke mücadelesi verilmiyor ki. Sadece Anap ile MHP, birbiriyle sürtüşerek puan toplama gayretinde. Koalisyonun bu iki partisi "uyum" içinde dövüşüyor!!!

* * *

Avrupa Birliği üyeliği, siyasi mücadelenin parçası haline geldi. Ama bu çekişmede "Anap iyi polisi, MHP ise kötü polisi" oynuyor. Bahçeli, özgürlüklerin önündeki engel olarak kamuoyuna sunuluyor.

MHP, direnişini "ulusal onur" gibi bir sloganla izah etmeye çalışsa bile, inandırıcı olamıyor. Çünkü İMF'den para alıp ekonomisini ona teslim eden, Ekonomi Bakanı dahi dışardan tayin edilen bir ülkede, iktidar, ulusal onuru koruduğunu söylerse, samimi bulunabilir mi?

ABD Büyükelçisi, "İMF'den aldığınız 35 milyar doların yarısı Amerikan vatandaşlarının vergisiyle ödendi" derken, ulusal onuru zedelenmiş bir ülkede olduğunun farkında. Bu yüzden, Türk milletinin onurunu zedelememeye özen dahi göstermiyor.

Açıkça eveleyip gevelemeden "Sen bana mecbursun" diyor.

Yılmaz'ın stratejisi

İşte böyle bir ortamda, MHP, özgürleştirici adımlara, güvenlik gerekçesiyle karşı çıkıyor. Avrupa Birliği üyeliğinin herkesin uyması gereken şartlarını, "ulusal onurdan taviz" gibi takdim ediyor. Gene Apo ve idam silâhını kullanıyor.

Bence Mesut Yılmaz çok daha akılcı bir tavır içinde. Halkın % 70'inin AB'ye girmemizi istediğini bilerek, o istikamette adımlar atıyor.

Yılmaz'ın, beyanat vermek için Can Ataklı ve Habertürk'ü seçmesi bile, doğru zemini teşhis ettiğini gösteriyor. 28 Şubat'ta kırdığı çevrelerle bir dialog arayışında. Statükocu damgasından kurtulup, liberal ufuklara kanat açmak niyetinde.

Bu bir seçim stratejisidir. Anap, MHP ile kutuplaşarak, özgürlükçü, Batı taraftarı aydınların oylarını toplamak niyetinde. MHP ise, militarist veya (militan) demokrat, statükocu, kuvayı milliyeci, Kemalist bir tabana hitap ediyor.

Bence böyle bir mücadeleden Anap kârlı çıkar. Çünkü, bu durumda, Türk iş âlemi ve medyası Anap'ı destekleyecektir. Zaten, basınla alışveriş içinde olan ve "al gülüm ver gülüm hesabıyla" yelkenlerini dolduran kişi Mesut Yılmaz'dır. AB kozu, Yılmaz'ı desteklemek için can atan medya patronlarının işini kolaylaştırıyor.

Ortaklık umudu

Böyle bir kutuplaşma içinde, muhalefet ne yapıyor?

Tansu Çiller, Gümrük Birliği'ni imzalayan hükûmette yer almış olmanın güveni içinde, "Türkiye'yi Avrupa Birliği'ne de ben sokarım" diye tekrarlıyor. Öte yandan, bazı kanunî düzenlemelerde MHP ile aynı saflarda yer alıyor. Özellikle Kürt meselesinde ve idam konusunda, MHP çizgisinde kalıyor.

Evvelki gün Saadet Partisi'nin ekonomi konusunda verdiği gensoru önergesi direkten döndü. Eğer DYP, sadece 10-15 milletvekili değil de, Parlamento'ya 50-60 milletvekili getirseydi, gensoru gündeme alınacaktı. Özellikle, MHP'nin, ekonomi bakanı Kemal Derviş'e karşı tedirginliği de hesaba katılırsa, müzakerelerde iktidar hayli zor anlar yaşayabilecekti.

Acaba, DYP ihmalden mi Meclis'te yoktu. Yoksa, Tansu Çiller, –hükûmet ortağı olmak umuduyla– bir gizli pazarlık neticesi mi milletvekillerini oylamaya sokmamıştı?

Bu soru, evvelki gün Meclis kulislerinde sık sık soruldu.

Saadet ve AK Parti

Avrupa Birliği karşısında alınan pozisyonları incelemeye devam edersek, Çiller hem Amerikancı, hem de Avrupa Birlikçi. Anap-MHP sürtüşmesinin, MHP'yi dışlayarak DYP'yi koalisyona dahil etmek gibi bir sonuç doğuracağından umutlu.

Saadet Partisi Erbakan'a endeksli. Mahkûmiyet kararından sonra, haksızlığa uğramış olmanın ve sürekli hedef tahtası yapılmanın yorgunluğunu taşıyor dersek haksızlık etmiş oluruz.

Recai Kutan, genç liderlere taş çıkartacak bir gayretle, il il dolaşıyor. Tütün ve şeker pancarı politikalarını eleştiren mitinglerin büyük ilgi topladığını söylüyor. Kendilerini düzene beğendirme arzusu taşımadıklarını ifade eden Kutan, il ve ilçe binalarında "Değişmek için değil, düzeni değiştirmek için oy istiyoruz" pankartlarının asılı olduğunu belirtiyor.

Hem Saadet, hem de AK Partisi, Avrupa Birliği'ne taraftar. Ama, özgürleştirici yasalara samimiyetle destek vermelerine rağmen, siyasi faydayı ve rantı Mesut Yılmaz elde ediyor.

Oysa, özellikle AK Parti lideri Tayyip Erdoğan, Avrupa Birliği silâhını, bugüne kadar kendisine kuşkuyla bakan çevreler ile köprü kurmak için de kullanabilirdi.

Yılmaz AB üzerinden siyaset yapıyor. Doğru şeyler üzerine siyaset yapmak kötü mü? Bence Apo'nun idamını ister gibi yapıp, milliyetçi duyguları ve öfkeyi kaşımak, çok daha yanlış ve memleketimiz aleyhine işleyecek bir strateji!


22 Mart 2002
Cuma
 
NAZLI ILICAK


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED