T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Sağlıksız Başbakan'dan sağlıklı siyasete...

Başbakan Bülent Ecevit'in 'bağırsak iltihaplanması' iddiasıyla haftasonunu hastanede geçirmesi, Türk siyasi sisteminin ne kadar 'kırılgan' olduğunu ortaya koydu. Bülent Ecevit'in yaşlılığı ve sağlığı, uzun zamandır tartışma konusu. Başbakan'ın gerek yaşı, gerekse sağlık durumu, 'Bülent Ecevit dönemi'nin 'geçiciliği'ni; bir başka deyimle Türkiye'nin 'Ecevit'li siyasi geleceğinin olmadığını' gösteriyor.

Ecevit'in ara ara, ortaya fırlayıp 'sağlığının gayet iyi olduğu' güvencesi vermesi, son kez hastanede sadece 26 saat kaldıktan sonra taburcu olması; yukarıdaki 'olgu'yu geçersiz kılmıyor. Türkiye'nin 'Ecevit'li geleceği' söz konusu değil.

Aynı şekilde, henüz 2002 yılının Mayıs başında iken ve her an bir sağlık sorunu üretecek gibi gözüken Ecevit'in DSP'si ile MHP'nin parlamentodaki sandalye sayılarının 127'de eşitlenmiş olması, 2004'ün ilkbaharına dek bir seçim olmayacağı ihtimalini de pek zayıflatıyor.

Gelgelelim, ülkeyi 'suhuletle' yönetme yeteneği ne kadar azalmış olursa olsun, Türk siyaseti, Ecevit'in birdenbire 'siyaset sahnesini terketmesi'ne hazır gözükmüyor. Türk siyasi sisteminin 'kırılganlığı' bu noktada kendisini gösteriyor. Hem yönetemeyen bir Başbakan'a sahip; hem de şu kertede onsuz bir yönetimi düşünemeyecek kadar sorunlu.

Avrupa Birliği'ne 'aday statüsü'ne sahip ve İslam coğrafyasındaki ülkelere Amerikan yönetici çevrelerince, bir 'model demokrasi' olarak sunulan Türkiye gibi bir ülkede, 'makul' olan; siyasi partiler ve seçim kanunlarını bir an önce değiştirerek, seçimlere hazırlanması ve halk iradesini yansıtacak türden bir 'siyaset sınıfı yenilenmesi'ne gitmesidir.

Türkiye, bunu yapamıyor. Bunu yapamadığı için, siyasi sistem gayet 'kırılgan' zaten.

Niçin yapamıyor?

Çünkü, şu andaki siyasi göstergeler, bir seçim halinde Tayyip Erdoğan'ın Ak Partisi'nin barajı geçebilecek tek parti olduğuna işaret ediyor. Elbette ki, kamuoyu yoklamaları ile seçim sandığı aynı şey değil. Seçim sandığı, seçmenin önüne konulduğu vakit, barajı aşacak olan sadece Ak Parti olmayacak. Ancak, aynı göstergeler, şu anın ölçülerine göre Ak Parti'nin muhtemelen 'iktidara geleceği'ne de işaret ediyor.

Türkiye, Tayyip Erdoğan'ı istiyor olsa da; Ankara'daki 'devlet merkezi' ile Türkiye'nin ekonomik performansını belirleyen İstanbul'daki 'ekonomi merkezi' Tayyip Erdoğan'ı istemez görünüyor. Hatta, ülkenin yine İstanbul'da 'konuşlanmış' bulunan 'entellektüel merkezi'nin de, Tayyip Erdoğan ve Ak Parti konusunda iştiyakli olduğu söylenemez.

Bu, bir açıdan bakıldığında Batılı demokratik normlara uyan bir durum değil; ama bir başka açıdan bakıldığında Türkiye'de varolan bir 'siyasal gerçeklik'. Bu yüzden, Ankara'daki 'devlet merkezi', İstanbul'daki 'ekonomik-entellektüel merkez' ve Anadolu ve büyük şehirlerin 'Anadolu'su'nun –şu dönem itibarıyla Ak Parti'nin arkasına yerleşen– eğilimlerinin 'optimal' bir noktada buluşacağı noktaya ve o ana kadar, Türkiye'de seçim tarihinin belirlenmesi zor gözüküyor.

Bu 'buluşma'nın mümkün olabileceği, Tayyip Erdoğan'ın Ak Partisi'nin arkasında esen rüzgarın, partinin hedefleri ve program içeriğinden ziyade, 'mevcuda tepkiden' kaynaklandığı kanısının yaygınlığında yatıyor. Dolayısıyla, Ak Parti'nin ardına yerleşmiş 'tepki'nin yön değiştirmesiyle, yani Ak Parti'nin 'tek iktidar adayı' olmaktan çıkmasıyla; o 'optimizasyon'a ve söz konusu 'buluşma noktası'na gelinebileceği tasarlanıyor.

Yukarıda işaret edilen kanaati en veciz biçimde, 'değişimci siyasi kimliği' ile önemsenen iş adamı Cem Boyner, önceki gün Star gazetesiyle söyleşisinde şu sözcüklerle vurguluyor:

"İnsanlar mevcut seçim sisteminde kendi istemedikleri parti işbaşına gelmesin diye bir sonraki istemedikleri partiye oy vermeye razı geldiler. Böyle negatif seleksiyonla seçim olmaz."

Boyner'in anlattığı, Tayyip Erdoğan ile Ak Parti'nin halihazırdaki konumu. Zaten, aynı söyleşide "Mehmet Ali Bayar, Recep Tayyip Erdoğan yeni isimler olarak lanse ediliyor. Kemal Derviş eninde sonunda bir partinin içinde yer alacağına dair mesaj veriyor. Yeni isimlerin şansı olduğuna inanıyor musunuz?" sorusuna verdiği cevap, Tayyip Erdoğan'a ilişkin kanaatini de açıklıkla dışa vuruyor:

"En çok onların şansı var. Bu, eskilerin şansı olmadığı anlamına gelmiyor. Değiştikleri takdirde herkesin şansı var. Ben Recep Tayyip Erdoğan'ı yeni bir isim olarak görmüyorum. Erdoğan'ı bu oyunun Türkiye'ye yenilikler getirecek bir aktörü olarak görmüyorum. Genç olması veya ülke siyasetinde ilk defa aktif olması, bir insanı yeni yüz yapmıyor. Beni de yeni bir yüz yapmıyor."

Bunu, Cem Boyner'in kişisel kanaatleri olarak görüp, omuz silkmek mümkün. Ancak, Cem Boyner, birkaç yıl önceki YDH deneyimi nedeniyle, 'değişimci kimliği'ni tescil ettirmiş 'siyasi bilinç sahibi' az sayıdaki önemli iş adamından birisi. Onun günümüz siyasetine ilişkin davranışı, İstanbul'daki 'ekonomik-entellektüel merkez'in ya eğilimlerini yansıtacak; ya da onu etkileyecek önemde.

Son birkaç gün içinde üstüste Ak Parti'ye ilişkin gözlem ve tahlillerden bulunurken, böylesi bir tabloyu aklımızda bulundurmuştuk. Yani, şu an için arkasına aldığı 'yaygın halk desteği'nin Ak Parti'yi yapısal çelişkilerinden arındırmaya yetmeyebileceğini ve partinin yüzyüze bulunduğu açmazları aşması için yeterli sayılmayacağını vurgulamak istemiştik.

O gözlemlerimizin özünü tekrarlarsak: Ak Parti; önderlik kadrolarının geldikleri 'siyasi-ideolojik gelenek' ve bunun kendilerine kazandırdığı 'kimlik imajı' ile varmak istediği ve şu anda sosyolojik olarak üzerine oturmakta olduğu 'merkez' ya da 'merkez-sağ' zemin arasında bir çeşit 'siyasi arafat'ta bulunuyor. Organizma olarak partinin 'siyasi arafat'ta bulunması, ister istemez, onu destekleyen kitleleri 'sosyolojik arafat' haline sokuyor. Yani, manzara, bir 'sabite' veya bir 'kalıcılık' ölçüsü oluşturmuyor.

Bununla birlikte, Tayyip Erdoğan ve Ak Parti'nin önünün 'toplum mühendisliği projesi'yle kesilmeye çalışılmasının ise, onu ve partiyi, Türkiye'nin 'tepkiselliği' artmış, 'duruma öfkeli' milyonlarının nezdinde daha da güçlendireceği de, üzerinde önemle durulması gereken bir başka husus.

Dolayısıyla, 'makul çoğunluk'a dayanmak isteyen herhangi bir siyasi şahsiyet ya da siyasi organizmanın bir 'itiraz'ı yüksek sesle seslendirmesi gerekiyor. 'Tayyip Erdoğan'a alternatif' gibisinden, sistem tarafından sunulmuş olarak algılanabilecek her gelişme, Tayyip Erdoğan ve Ak Parti'yi daha da güçlendirmekten başka bir sonuç vermez.

Ya, halkta birikmiş 'tepkisellik', 'pozitif enerji' ile siyasete dahil edilecek; ya da Türkiye'nin seçim sistemi 'negatif seleksiyon'dan kurtarılarak, ona yeni bir biçim kazandırılacak.

Bu arada, Ak Parti'nin de kendisini 'siyasi ve sosyolojik arafat'tan ve 'negatif seleksiyon üzerinde yükselmek'ten kurtarması gerekiyor.

Herhalükarda, Ecevit'in haftasonundaki 'hastane serüveni'ni, Türkiye'de 'siyasi yenilenme' için bir 'start' olarak görmekte yarar var.


7 Mayıs 2002
Salı
 
CENGİZ ÇANDAR


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED