|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Önümüzdeki dönemin yeni siyasal mühendislik faaliyetinin "makul çoğunluk" safsatası üzerinden inşa edilmeye çalışılacağına dair işaretler giderek belginleşiyor. Demokrasi tabanındaki farklı eğilimlerin bir bölümünü iktidar sepetine koyarken, diğerlerini ayıklayıp kenara itme formülü olarak da tanımlayabileceğimiz bu deyim; son 5 yılda ülkeye giydirilen kaos libasını tersyüz etmeyi hedefliyor. Elbisenin düzünün yani, geçen dönemin anahtar kelimesinin "istikrar" olduğunu biliyoruz. İstikrar baskısı altında aza kanaat ettirilen Türkiye, şimdi de "makul olmayan durumlar" tehditiyle "makul çoğunluk" demokrasisine rıza göstermeye zorlanıyor. En azından bu denenecek... Bir ülkede, demokrasinin klasik ve vazgeçilmez tarifleriyle, temel üniteleri deforme edilmeye başlanmışsa korkmanın da vakti gelmiş demektir. "Çoğunluk" yerine "makul çoğunluk", "çoğulculuk" yerine "istikrar" ikame edilmeye kalkışılıyorsa durum endişe vericidir. Orada, demokrasi oyununun kurallarını ve oyun sahasını çoğunluğun elinden alıp, merkezi planlama ile nitelikli bir çoğunluğun zevkine uygun dizayn etme niyeti aşikar bir hal almıştır. Buna rağmen endişe; masa başı tanzim faaliyetleriyle DTP'nin müstakbel genel başkanı Mehmet Ali Bayar'ın göz açıp kapayıncaya kadar başımıza geçirileceği senaryosuyla ilgili değildir. Tabi, bir de böyle bir şey olursa yani, eğilimler üç-beş ayda yular tutulur gibi oradan oraya çekilir duruma gelmişse, o zaman durum endişe verici olmaktan da öteye bir hal alır. Ama, en azından şimdilik böyle bir durumun ihtimal dışı olduğunu varsayabiliriz. Zira, deyimin ilk kez Bayar tarafından kullanılması "makul çoğunluk"un tercihlerinin onun ismine ciro edileceği garantisini içermemektedir. Bugünün sorunu, yaklaşmakta olan seçimler bağlamında Türkiye'nin yakın geleceğine ilişkin düzenlemelerde yine, bir önceki seçimde olduğu gibi seçmenin tercihlerinin bir bölümünün daha baştan, kategorik olarak reddedilme eğiliminin su yüzüne çıkmasıdır. Demokraside makul olan bizatihi çoğunluğun kendisiyken, daha özel bir çoğunluk tanımıyla gerçek ve meşru olan güç dağılımının geçersiz hale getirilmesidir. Bu eğilimi ölçmek için "makul çoğunluk" denilen şeyin hangi kümenin adı olacağı sorusuna cevap aramak yeterlidir. Öncelikle... Çoğunluğun içinde illa da bir sol parti bulunmalı diye bir fikir olmazsa olmaz şartı olarak ileri sürülürse, işbaşında bulunan ve hem en sağdan hem merkezden hem de soldan partilerin oluşturduğu koalisyonun içler acısı halini izah etmek bayağı güç olacaktır. Cetvelle iktidar sınırı çizmenin ülkeye faturasının ne olduğu geride bıraktığımız dönemde ayan beyan ortaya çıkmıştır. O zaman, makul çoğunluğu üretmek için diğer seçeneklere bir bakalım... AK Parti-SP oy toplamı mı? AK Parti-SP-MHP oy toplamı mı? AK Parti-SP-MHP-DYP oy toplamı mı? Ya da buna bir de ANAP'ı ilave edersek makul çoğunluğa ulaşabilir miyiz? Olmazsa... ANAP-DYP-MHP ortak kümesi mi? DSP-CHP-DYP ittifakı mı? Hangisi... Yoksa, temel paradigma, içinde Ak Parti veya Saadet'in bulunmayacağı her türlü seçenek midir? Öyleyse bunun neresi makul dür? Ve öyleyse, her gün bir yenisi avdet eden baskıların üzerinden dertsiz, tasasız bir demokrasi modeli üretebilmek mümkün müdür? Karşı karşıya bulunduğumuz birçok önemli ekonomik, siyasal ve sosyal sorunu daha da derinleştiren yanlış analiz Türkiye'ye hala normal ve işlerin yolunda gittiği bir ülke muamelesi yapılıyor olmasıdır. Oysa öyle değil... Türkiye'nin milli geliri 10 bin Dolar'ın üzerinde değil 2 bin Dolar'ın altında. Türkiye, dünya yaşam kalitesi istatistiklerinde nal topluyor. Türkiye, bebek ölümlerinde de, işsizlikte de, borçlanma da ilk sıralarda. Türkiye hangi ekonomik gösterge baz alınırsa alınsın normal bir ülke değil. Demokrasisi de öyle... Türkiye'de her düşünceden insanların siyasi örgütlenme hakkı tanınmış değildir. Düşünce özgür değildir. Siyasi partiler kapatılmakta, siyasetçiler yasaklanabilmektedir. Bu ülkede insanların inançlarını temel görünürlülükleriyle yaşamaları bile suç kabul edilmektedir. Bu kadar anormalleşmiş, makuliyetini bu ölçüde yitirmiş bir yerde "makul çoğunluk" gibi muğlak bir gücü, diğer bütün eğilimlerin blokajı haline getirmek, Türkiye'nin anormalliğinin devamına duacı olmaktan başka bir şey değildir. Daha açık bir ifadeyle, bu saatten sonra Türkiye'de siyasal mühendislik projelerinde ısrar etmek, insanlara "bunu sizin fakirliğinizin, sağlıksızlığınızın, işsizliğinizin, karamsarlığınızın ve yarınlardan umutsuzluğunuzun devamını sağlamak için yapıyoruz" demekten başka bir şey değildir. Bazılarının böylesine küstahlaşabilmelerinin nedeni de, ard arda iki ekonomik krize giren, bütün ekonomik ve dış politika tercihleri IMF-Washington eksenine teslim edilen Türkiye'nin bu hale düşürülmesinin hesabının onlardan sorulmamasıdır. Sahte korkularla uyuşturdukları sistemin sadece hukuksuzluk ve hortumculuk üreten bir mekanizmaya dönüşmesini "istikrar" diye yutturanlar; hem hukuk hem de etik ölçülere göre meşruiyetlerini yitirmelerine rağmen, hayal bile edemeyecekleri bir rahatlık içinde soluklanmaya devam ediyorlar. Böyle olunca da, sandık değeri sıfıra yakın olan "hırsız ve muhteris azınlık" kendisinde ülkeye istikamet verme cesareti bulabiliyor. Onlara ilk cevabı sandık verecek. Sonra da umutla, o sandıktan çıkanların sandığın iradesini yüksek siyasete dönüştürme becerilerine bakacağız...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |