|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
DTP kongresini izlemek için Ankara'ya hareket ettiğimiz saatlerde Başbakan Ecevit'in hastaneye kaldırıldığı haberi geldi. Ve tabiî bu haber, kamuoyu ilgisi açısından zaten problemli olan DTP kongresini iyice gölgede bıraktı. Ama, yaşlı Başbakan'ın "elveda" hazırlığı ile genç bir politikacı adayının siyasete "merbaha" deyişinin garip buluşması yine de ilginçti. Ne var ki, bu gidiş ve geliş aynı değerde; yani birbirini ikame edecek güç ve şiddette hareketler değildi. Başbakan'ın bırakması muhtemel boşluk ile Mehmet Ali Bayar'ın doldurması muhtemel alan aynı büyüklüğe tekabül etmiyordu. Çünkü, sözler ne kadar yaldızlı, ortaya konulan hedefler ne kadar büyük ve görkemli tarif edilirse edilsin, DTP nihayet siyasal terminolojiyle "küsürat" olarak ifade edilecek kadar küçük oy oranına sahip, hacimsiz bir partidir. Dünkü peroformans, belki insanların başını bu partiye doğru hafiften çevirdi ama o kadar. Konuşmasına, "Benim adım Mehmet Ali Bayar... Kaldırın ellerinizi havaya ve kendinize olan güveninizi gösterin" gibi, hafif "Amerikanvari" cümlelerle başlayan ve etkileyici bir hatip olan Bayar'ın konuşmasında öyle pek bilinmedik şeyler yoktu. Bayar, birçok yeni oluşum ve siyaset girişiminden alışıldığı gibi, ekonomiden demokrasiye, Avrupa Birliği'den siyasete kadar her önemli konuda sınırsız bir değişim vaadinde bulunuyor. Yine alışıldığı gibi, Türkiye'nin bu değişim potansiyeline sahip olduğu ve yaşamakta olduğu yıkımı hak etmediğini söylüyor. Ortalığa söylendiğinde anlamlı ve alımlı görünebilir ama bu sözlerin hangi siyasal tabanla kenetleneceği sorusuna cevap aranmaya kalkıldığında aynı sepati halesini oluşturmak kolay olamıyor. Bu durumda, "makul çoğunluk" da bir slogandan öte anlam taşımıyor. Bu yüzdendir ki, Bayar'la biraz kıpırdanan ve medyanın ilgisine mazhar olan DTP'lilerin aklına gelen ilk soru da değişimin nasıl olacağı değil ilk seçimlerde hangi partiyle ittifak yapacaklarıydı. DTP'nin bugünkü durumuna bakılırsa, delege ve partililerin ittifak planlarının Bayar'a göre çok çok daha gerçekçi bir hedef olduğu ortadadır. Salondaki insanlar, Bayar'ın dediği gibi elbette Türkiye'nin bir gerçeğiydiler ama mesela DYP'lilerden ya da ANAP'lılardan ne farkları olduğu veya MHP'lilere göre hangi cazip üstünlüklere sahip oldukları belli değildi. Bayar'ın "40 yaşında" olmaklığının 50, 60, 70 yaşındaki liderlere nisbeten ne gibi avantajlar sunduğu da öyle.. Gerçek şu ki, 28 Şubat'ın kötü sicilini her hücresinde taşıyan bir partinin işi iki kere zordur. Böyle bir parti ve onun eski ya da yeni lideri farketmez, önce inandırıcı bir pişmanlık itirafında bulunmalı, ondan sonra halk tarafından sofraya çağrılmayı beklemelidir. Ama, sadece "İsmet Amca"sının çağrısını yeterli bulan Bayar, soru içinde soru kaynayan siyasete apansız giriverdi. Salona da kendisi için hazırlık yapılan yerden değil, kongreyi beraber izlediğimiz Zaman yazarı Mustafa Ünal'ın deyimiyle, "tıpkı siyasete girişi gibi arka kapıdan" giren Bayar'ın önünde uzun ince bir yol olduğunu söylemek bile çok güç. Çünkü, bu partiyi yürüdükçe hızlandıracak bir güzergahın varlığından bahsedebilmek imkansızdır. Zira, çok daha erkenden yola koyulan siyaset konvoyları trafiği kapatmış durumdadır. Eğer kestirme bir yol bilmiyorsa! Bayar'ın deposundaki benzin onu yolun sonuna kadar götürecek gibi görünmüyor.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |