|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Artık susuyor ve sadece yazıyor!
Kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz? 1955 İstanbul doğumlu, birisi Demokrat, birisi Cumhuriyet Halk Partili nene izdivacından doğan, siyasi tarafı ağır basan, ama siyasetten de hiç hoşlanmayan ve her dakika siyasetle iç içe olan bir adam. Fakat hayatında siyaseti iyi uygulayan, böylelikle hem kendi iç huzurunu sağlayan, hem de başkalarını dostluk ve iyi iletişim sağlayan biriyim. Robert Koleji'nden mezun olduktan sonra İngiltere'de tarih ve iktisat eğitimi alıp Türkiye'ye döndüm. Burada siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler dalında master yaptım. TRT'de ve BM'de danışmanlık görevinde bulundum. 1983'ten bu yana televizyonda yapmadığım program kalmadı. Dramasından belgeseline ve açık oturumuna kadar. Bakın, televizyonlar genellikle kitlenin seviyesinin biraz üstünde bir yayın politikası izlerler ve onu giderek yukarı çekerler. Ama bizde bu giderek aşağı düşürülmeye başlandı. Yani bu televolecilik sadece birkaç programa has değil. Artık bütün yayınlara sirayet eden bir virüs haline geldi. 2000'de buradan da elimi eteğimi çektim. Artık iğrendim. Kanallar o kadar süflileşti ve avamileşti ki! Dönmek de istemiyorum. Şimdi susmak ve yazmak zamanı. Öyleyse kitaplar devam edecek... -Evet şu ana kadar 3 romanım dahil, tarih ve siyaset konularında 24 kitabım yayımlandı. Bugüne değin siyaseti kullanıp tarih konulu kitaplar yazdım. Bundan sonra ise tarihi kullanıp siyasi kitaplar yazmayı düşünüyorum. Son iki kitabımda konuları birden bire siyaset teorisyeni olarak ele aldım. Bir uluslararası ilişkiler uzmanı olarak yetiştim ve Ermeni, Kürdistan ve Hilafet gibi bazı konuları ön plana çıkardım. Çünkü bu konular Türkiye'nin geleceğini ve kaderini ilgilendiriyordu. Türkiye'nin 21.yy'da layık olduğu yeri bulması gerektiğine inanıyorum. Bunu yaparken de çağın iklimini, ruhunu ve küreselleşmeyi iyi anlamak ve anlatmak gerektiğini düşünüyorum. O nedenle Said'i Nursi'nin yeni Sait, eski Sait farklılaşması gibi ben de, 2000 yılında birden yeni bir Mim Kemal olarak ortaya çıktım. Bunun ilk çıktısı Küresel Toplum, ikincisi Küresel Ekonomi Politik isimli kitaplarım. Bundan sonra da devamı gelecek. Zamanının çoğunu öğrencilerine ve kitaplarına ayıran Prof. Mim Kemal Öke, boş zamanlarında neler yapar? -Valla ben hobisi gezmek olan garip bir Türk akademisyeniyim. Çok para kazanacağım, şöhret olabileceğim her yerden kaçıyorum. Ailemle birlikte olmayı çok seviyorum. Bu benim sığınak noktam. Elimizde bir yol haritası, hep Anadolu'yu dolaşırız. 1990 model köhne bir Renault kullanıyorum. Evim işyerime yakın olsa, bisikletle gidip gelmeyi tercih ederdim. Gösteriş, bir takım haftasonu dergilerine çıkabilmek önemli bir kaygı olmuş herkeste. İyi giyinmek için kıyafete oluk oluk para aktılıyor. Ben de temiz giyiniyorum. Ama bu kadar israf da neyine nesi. Ben de eğlenirim. Geçenler de ailemle Semen'e gittim. Semen'de bir Çolaklı köyü var. Benim hayalim orada tahta bir eve sahip olmak. Köylünün biri bana bakıp: "Siz İstanbul'dan geliyorsunuz, ne kadar şanlısınız" dedi. Ben de ona bakıp "Asıl sen çok şanslısın" dedim. Şimdi planlarımı sabahları çayımı ya da kahvemi alıp bahçesinde oturabileceğim bir ev için kuruyorum. Adam onun sahibi. Ve ben bütün ömrümü onun için geçirmişim. Ya, burada bir haksızlık var! Sizce Türkiye'de en zor şey nedir? En zor şey özgür aydın olmak sanırım. Bir siyasi görüşe bağlı kalmadan, bir grubun sözcülüğünü yapmadan... Ülkemizde ciddi bir anti entellektüelizm olduğuna inanıyorum. Liboş bir entellektüelizm, hatta entellektüelizm düşmanlığı var. Siyasette ciddi bir popülüzm var. Halkçılık, avamilik olarak algılanıyor. Tribünlere oynanıyor, halkın yanlışları söylenmiyor. Hayatta hiç yanlış yaptığınızı düşündüğünüz, pişman olduğunuz oldu mu? "Birleşmeş Milletler'de çalışırken ne diye döndüm" diye pişmanlık duyarım. Bu ülkeyi bu kadar sevdiğim için pişmanlık duyarım. Bu ülkeyi çok sevdik. Ama onlar bizi ne zaman sevecek. Kuralları sevmesem de kırmızı ışıkta duruyorum. Bence yönetim bu kuşkucu, şizofrenik ve paranoyak korkularından sıyrılmalı. Müthiş bir güvenlik sendromu var ortada. Türk toplumu kadar komplocu bir toplum daha yok. Devletin halkına, halkın devlete karşı güveni eksik. Bu, Avrupa Birliği'ne girerken de geçerli, okullarına alınmayan başörtülü öğrenciler için de. Bu Türkiye'nin en önemli sorunu. Devlet vatandaşından bu denli korkmamalı. Vatandaş da bu kadar militarist olmamalı. Güvensizlik sendromunu yenmek için militarizme sığınıyoruz. Demokrosi bir yerde risk almaktır. Tüm çatışma, militan demokrasi ile çoğulcu demokrasi, ya da katı cumhuriyetçilikle liberal demokrasi arasında yaşanıyor. Bilge Kağan'ın 5000 yıl önce Orhun Yazıtları'nda yazdığı, Türk'ün başına bunlar gelir dediği şeyler, aynen günümüzde yaşanıyor. Artık bunları aşmış olmamız lazım.
'ABD KÜRESELLEŞMEYİ TERS ÇEVİRMEK İSTİYOR'
Son kitabınızda 11 Eylül olaylarından da bahsetmişsiniz. Bazı çevrelerin söylediği gibi ABD gerçekten 11 Eylül'ü küresel yayılımına bir vesile olarak mı kullandı?
Bana göre ABD 11 Eylül'ü küreselleşmeyi yaymak için değil, ters çevirmek için kullandı. Benim burada küreselleşmeden anladığım ABD'nin güdümünde bir küreselleşme inşası değil. İnsan haklarının ve farklılıkların kabulüne ilişkin, etiği olan bir küresel toplum inancı ve ideali. ABD, tüm yaşananları adeta geri vitese takarak ters çevirdi. Ve 19. ve 20. yy'lardaki güç politikasını andırır bir tarzda, bir anda güç politikasını ortaya çıkarıp, büyük balığın küçük balığı yuttuğu bir uluslararası ilişki ortamı yarattı. Amerika'nın bu yaptığı, örneğin İsrail'e ve Hindistan'a farklılıkların reddi, inkarı ve imhasına yönelik olumsuz bir numune teşkil ediyor. Bu da giderek, Batı'ya karşı sözüm ona Usame'nin bayraktarlığını yaptığı İslam'a karşı bir çatışma ve savaşı getiriyor. Olayın en kötü yönü de bu zaten.
|
|
|
|
|
|
|
|