T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Kimse ölümün gözlerini durduramaz

Kimi zaman işte öylesine tuhaf anlar olur insanın hayatında. Su gibi duru, saf ve dingin... Hiçbir zaman erişemeyeceğiniz kadar "güzel gözler"in peşinde adeta kayarcasına hayatın içine doğru çekildiğinizi hissedersiniz. Çoğu sabahlarda kendinizden önce uyanırsınız, kendi çölünüzün efendisi olarak...

İşte böylesine bir sabahta, bir esinti gibi kendi boşluğumda dolanıp duruyorum. Hiç kıpırdamadan kendi sessizliğimi dinliyorum ancak içimi ateşe veren "zaman"ın o muhteşem gözleri peşimi bırakmıyor.

Bu yüzden sabahın son düşleri de kör oluyor/ gecenin kaybolmuş fotoğrafı/ yeni bir ölümün hatırasını getiriyor şehrin uykularından/ ve ölüm bütün kapıları işaretliyor./

Zaman çoğu kez yanımızdan güzel bir kadın gibi süzülüp geçiverir. Zamanı durduramayız, ölümü de... Ve kimse ölümün gözlerine bakamaz, çünkü onlar durdurulamaz ve kimseye ait olamazlar.

Tıpkı gökyüzünü ateşe vererek kuş gibi uçup giden kadınların gözlerini durduramadığımız gibi... Çünkü ölüm de, zaman da yakalanamaz, durdurulamaz ve kimseye ait olamaz, belki sadece yakın durulabilir...

Yakalayıp durdurduğunu sandığın anlarda bile bir kuş gibi uçuverir elinden...

"Onun gözlerine kimse bakamaz
Baksa da göremez
Müzikle inilen gizli bahçelerinde
bir başka varlık daha var
her zerresi içimde kayboldukça
onu bulamam, bulsam da meleklere geri dönemem.
Shubert'in, Bach'ın son gecesinde
Onun şehirlerinde başıboş bırakıldım
hiç umudum yok
zehirle filizlenen aşklardan.
Bu yüzden onun gözlerine bakamam
baksam da göremem."

Ölümle hayat arasında her anın bir gölgesi, her sesin binlerce yankısı olmalı. Oysa şimdi ne bir fısıltı, ne bir çığlık var şehrin kollarında. Her şey toza ve küle dönüşmüş sanki... İnsanlar zamanın gözlerinde buharlaşıp kızgın toprağa düşüyor ölümden bile utanarak...

Şimdi, zamanın en yakıcı aralığına gözümü dayayıp beyaz bir at gibi dörtnala koşan ölüme bakıyorum ama ölüm durmuyor. Uçurumları, yarları, okyanusları aşıyor, köprülerden, vadilerden geçiyor, korkuyla çarpan yüreklerde koşuyor...

Kah toprağa, kah hiç söylenmemiş ilahilerin nağmelerine karışıyor küllerim. Su en büyük hasretimdi ama ben ölümün gözlerine yanarak gençleşiyorum... Tıpkı Beethoven'in 9. Senfonisi'yle ayaklanan yürekler ve notalarla havalanan martılar gibi...


19 Mayıs 2002
Pazar
 
MEHMET OCAKTAN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED