T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Kırka'nın fırınları

Geleneğindeki diri bir damara dayanmayan hiçbir toplum, tarihte aktif bir rol oynayabilmiş değildir. Medine Pazarı, iki önemli hedef gösteriyordu: Kendi 'millî' pazarınızı kurun ve bunu mümkün olan en ileri serbestî içinde gerçekleştirin.

Beldeler, coğrafyalarından ziyade insanlarıyla güzeldirler. Eskişehir'in hoş bir belde olduğundan kuşkum yoktu. Üniversite yıllarında, Eskişehir'den çok sayıda seçkin arkadaş Aşiyan sırtlarını güzelleştirmişti. Kemal, Yener, Ufuk, Abidin, Metin.. ilk aklıma gelenler. Onlar vasıtasıyla Nabi Avcı, Ahmet Kot gibi ağabeylerle tanışmıştık. Nedense İlhan Kutluer'in de Eskişehirli olduğunu düşünmüştüm uzun zaman. (Üsküdar'da birkaç Eskişehirli arkadaşla beraber oturduklarından olsa gerek!) Mona Roza'yı, Yağmur Duası'nı, Necip Fazıl merhumun gençlik şiirlerini ilk onlardan dinlemiştim. İnceliklerin keşfine açılan birer kapıydılar.

Yediler Kültür Merkezi'nin davetlisi olarak geçen hafta ziyaret ettiğim Eskişehir'de ilave güzellikler keşfettim. Beş yıldır, adına '28 Şubat Süreci' veya 'postmodern darbe' dedikleri baskı rejimi karşısında ne yapacağını bilemez duruma gelmiş ve -ne demekse- 'halktan umudunu kesmiş' çok sayıda insanın aksine, milletine derin bir güven besleyen 'adam'larla karşılaştım. Ve mütevazı bir salonda, adamlık zenaatı üzerine birkaç saat söyleştik. Gece yarısı İstanbul'a dönmek üzere otobüse bindiğimde, dar zamana sıkıştırılmış soluksuz siyaset karşısında soluklu siyasetin ne demeye geldiğine dair dersimi almış, memnun ve mutmain bir uykuya dalmıştım. (Gerçekten, biraz daha uyusam Kavacık sapağını geçecek, kendimi Avrupa yakasında bulacaktım! Kesinlikle inanıyorum ki, uykuya yol açan fiziksel yorgunluk değil, 'gözüm arkada kalmadı!' duygusudur.)

Milli pazarınızı kurun

Söyleşide söz dönüp dolaşıp Türkiye'nin 'ekonomik kurtuluş'una gelince, onlara Misak-ı İktisadî'den söz ettim. Misak-ı Millî'nin mütemmim cüz'ü olan bu yeminleşme, dile getirilmemiş bir Medine Pazarı'dır. Geleneğindeki diri bir damara dayanmayan hiçbir toplum, tarihte aktif bir rol oynayabilmiş değildir. Medine Pazarı, iki önemli hedef gösteriyordu: Kendi 'millî' pazarınızı kurun ve bunu mümkün olan en ileri serbestî içinde gerçekleştirin. Misak-ı İktisadî'de bu işaret taşları şöyle ifadelendiriliyordu: "Türk halkı sarfettiği eşyayı mümkün mertebe kendi imal eder. Türk halkı açık alın ile serbestçe çalışmayı sever, işlerde inhisar (tekel) istemez." (Yeri gelmişken, Mustafa Budak'ın Misak-ı Millî'den Lozan'a başlıklı kapsamlı çalışmasının Küre Yayınları tarafından okuyuculara sunulduğunu hatırlatalım. Tel: 212. 589 1576)

Kapitalizmin serbest piyasa olmadığını, sınırsız sermaye birikiminin ancak piyasayı bastırmak suretiyle gerçekleştiğini, devletin bu süreçte kapitalizmin suç ortağı olduğunu, İslam toplumlarının tarih boyunca bir yandan serbest piyasayı korurken, diğer yandan bir takım temel ihtiyaçlarını (eğitim, sağlık, vb.) piyasa dışı kollektif yollarla giderdiklerini, böylece 'kapitalist' bir zümrenin, daha da önemlisi kapitalist zihniyetin topluma hükmedemediğini.. anlattım. Programı sebebiyle o akşam Kırka'da bulunması gereken Mustafa Keleşoğlu, dönüşünde Kırka'nın fırınlarından söz etti. Bu fırınlar özel mülk değil, köyün malıdır. Dul hanımlardan biri tarafından işletilir. Her hâne sırayla hamurunu getirir, pişen ekmeklerden birini 'ücret' olarak öder. Böylece 'işletmeci' hanımablamız günde sekiz on ekmek 'kazanır'; bunların bir kısmını da satarak bazı ihtiyaçlarını giderir. Kırka, belki asırlardır kapitalizme direnişini sürdürüp gider.

İçimde düğümlenen bir ukdeyle bitireyim: Ayrılış zamanı yaklaşırken, bidat-ı hasene kabilinden bir 'Onur Defteri' uzatıldı ve kültür merkezine dair bir şeyler yazmam talep edildi. Hem ikinci paragrafta işaret ettiğim uzun soluklu siyasete gönderme yapmak istediğimden, hem de gün boyu Eyüp Bey'in aktüel siyasete nüfuz kabiliyetini konuşup şakalaştığımızdan, siyaset dersimizin alınmış olduğundan söz ettim sadece. Oysa şu birkaç kelimeyi de ilave etmeliydim: Asalet tevarüs edilmez, iktisab edilir. Sonra, asil bir köke atıfla kavileştirilir. Güzel insanlar, ancak böyle bir asalet halkasıyla irtibat içinde varlık kazanırlar. Asalet, güzelliğin; güzellik kahramanlığın evidir.

Bakkalların öfkesi nasıl diner?

Kırka'nın fırınlarını anlatırken, üç yıl kadar önce yazdığım bir yazıyı hatırladım. Sakıp Sabancı, Ümraniye'de Carrefour'un temelini attığı zaman çevredeki bakkallar tarafından yuhalanıp protesto edilmişti. Siftah bile yapamadığını söyleyen bir bakkal, elindeki pankartı indirmek isteyen güvenlik görevlisiyle didişirken, bir yandan da öfkeyle söyleniyordu: "Bu adamlarda hiç insaf yok mu?" Sakıp Bey ise, aşina gülümsemesiyle, "Bunlar bizi yıldıramaz. Yolumuza devam e-de-ce-ğiz!" demekle yetinmişti.

Kapitalizm insafa değil, kâra ayarlı bir sistemdir. Şu sıralar Alman ve İngiliz perakende zincirleri, tıpkı bizim bakkalların yaptığı gibi, ünlü Amerikan şirketi Wal-Mart'ın Avrupa dalgası önünde bir dalgakıran oluşturmakla meşguller. Almanya'da Metro'yu köşeye sıkıştıran Wal-Mart, İngiltere'nin en büyük süpermarket zincirlerinden Asda'yı satın alarak Britanya adasında da hakimiyet kurmaya çalışıyor. Avrupa Birliği içinde kendisine en yakın rakibinin ikibuçuk misli satış hacmine sahip olan Wal-Mart, yakında Dudullu veya Sultanbeyli'de faaliyete geçerse hiç şaşmam. İşte Amerikan devinin ve Avrupa kapitalizminin ilk sıralardaki marketçilerinin 1998 yılı toplam satışları (Milyar euro): Wal-Mart (ABD) 117, Metro (Alm.) 38, Intermarche (Fr.) 31, Carrefour (Fr.) 31 ve Migros (İsv.) 10 milyar euro. (Aradaki üç yıl içinde, Wal-Mart'ın cirosunun 200 milyar euroyu geçtiğini, buna karşılık Carrefour'un Continent'i satın aldığını belirtelim.)

Peki, bakkalların canı cehenneme mi diyeceğiz? Sistemin insafsızlığına itirazsız boyun mu eğeceğiz? Hayır! Bakkal, sıcaklığın simgesidir. Avrupa'nın birçok ülkesinde, Türk bakkallar, Türkler'den çok Avrupalılar'ın rağbet ettiği satış yerleridir. Gerekçeleri şu: "Fiyatları biraz yüksek ama, bizimle konuşuyorlar!" Birbirleriyle konuşmayı unutmuş bir toplumda, bakkalar hayatî bir işleve sahiptir.

Ancak, meselenin iktisadî yönü de hafifsenebilecek gibi değil. Süpermarketlerde ürünler hem ucuz, hem taze. Çünkü "sürüm" fazla. Çözüm açık: Bakkallar, ellerinde pankartlarla sokaklara döküleceklerine, semt semt örgütlenerek, toplu alımlar yapmak, böylece maliyetlerini düşürmek zorundadırlar. Bir bakıma, Kırka modeli. Sakıp Ağalarla başka türlü başa çıkmaları çok zor.


19 Mayıs 2002
Pazar
 
MUSTAFA ÖZEL


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED