|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Önce bir hissimi paylaşmak istiyorum sizlerle: Ben bazı Osmanlı padişahlarının çocuklarını boğdurmalarını, kardeşlerini katletmelerini hiçbir zaman içime sindiremedim. Bu konuda öne sürülen devlet güvenliğine endeksli hiçbir gerekçeyi de kabule şayan görmedim. Bu konuda fetva verilmişse, onlar da içimi durultmadı. 27 Mayıs'la ilgili olaylar da, öylesine derin bir sarsıntıya yol açıyor içimde. Bunda yalnız olmadığımı da düşünüyorum. Yani, kinleri bütün duygularının üzerine çıkmış küçük bir azınlık dışında çok geniş halk kitlelerinin de 27 Mayıs'ı derin bir burkuntu halinde hatırladıkları kanaatindeyim. 27 Mayıs'ın yıldönümünde medyaya yansıyan hatıralar, bilgiler tam bir acı yumağı. Her karesinde yürekleri mengeneye sokan bir ıstırap. -Bir başbakana sırtını dönen merasim bölüğü... -Yassıada komutanının başbakanı tokatlaması... -Korkunç bir yargı (!) süreci... -Her fırsatta, her türlü aşağılamalar... Gözaltında soyunma, giyinme, ve gözaltında tuvalet ihtiyacını giderme... -Ailelerle görüşmelerin işkenceye dönüşmesi... -50 kelimeyi geçmesi yasaklanan "Görüldü" notlu mektuplar... -Başbakan'ın ve iki bakanın idamı... -Darağacında fotoğrafının çekilmesi için başbakanın ikinci defa boynuna ip geçirilmesi... -İdamın ardından sağnak sağnak yağmur ve Yassıada'yı kaplayan içli Kur'an tilaveti... Bunlar unutulmuyor. Her biri derin bir insani dram saklayan bu hadiseler halk vicdanında yaşıyor. Sanki hep "devlet güvenliği" ile ilgili bir gerekçe bulup çocuklarımızı boğuyoruz... İşin önemli bir yanı, çok partili hayata geçildikten sonra ilk olarak devreye giren ve "27 Mayıs gölgesi" diye niteleyebileceğimiz bu kırılma noktasının, daha sonraki askeri müdahalelerde hep hatırlanması... Askeri müdahalelerin, 27 Mayıs'ın izdüşümü gibi algılanması... Bunun, bugün bir kere daha altının çizilmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü eğer bu gerçekse, yani toplum, 27 Mayıs'la sonraki açık ve örtülü askeri müdahalelerin genetik alaka içinde bulunduğunu düşünüyorsa, diğer bir ifadeyle, 27 Mayıs'ın acı yumaklarını, her askeri müdahelede yeniden hatırlıyorsa, yani bir 27 Mayıs gölgesi, sürekli yüreklerin üzerinde heyula gibi dolaşıyorsa, bunun ciddi ve ağır toplumsal bedellerinin dikkate alınması gerekir. Bana göre, 27 Mayıs bir gölge olarak yaşıyor. Toplum vicdanını kanatmaya devam ediyor. Bir Menderes acısı bu ülkenin yakın tarihinde kan sızısı halinde varlığını sürdürüyor. Bu kan sızısı, her askeri müdahalede değişik şiddetlerde yürekleri yokluyor. Bence böyle. Ben, 27 Mayıs gölgesinin, belki farklı toplum kesimlerini vurma biçiminde, her askeri müdahalede toplum vicdanında yaralar açtığını düşünüyorum. Askeri kesim acaba bu konuda bir değerlendirme yapmış mıdır bilmem. 27 Mayıs'ın travmatik niteliği özeleştirel bir yaklaşımla değerlendirilmiş midir? 27 Mayıs sonrası açık ve örtülü askeri müdahalelerin 27 Mayıs'ın gölgesi altında kalıp kalmadığı tahlil edilmiş midir? Bütün bunların toplumsal hisleri nasıl etkilediği üzerinde düşünülmüş müdür? 12 Mart sonrası idamlar hâlâ en azından bir toplum kesiminde yaşıyor. 12 Eylül sonrası idamlar, işkenceler, cezaevlerinde yaşlanmalar, üniversitelerde yaşanan kıyımlar bir başka 27 Mayıs sendromu halinde toplum hafızasına kazınmış durumda... Ve 28 Şubat sonrası... Bugün sokaklarda "eğitim hakkımızı istiyoruz" diye çığlık atan gencecik çocuklar var. Bir fırtına onlardan kimini dünyanın farklı ülkelerine savurdu. Birçok ailede, Menderes hüznüne benzer yıkımlar nüksetmiş durumda. "Bu çocukların suçu ne?" diye soruyor vicdanlar... Ben onlara baktığımda babaları tarafından boğdurulan bebeleri hatırlıyorum. Ne o? "Devleti tehdit edeceklerdi bunlar başörtüleriyle!!! yaşasalardı!!!" Kıyıma uğrayan başörtülü kamu görevlileri, eşleri başörtülü kamu görevlileri... Tayin edilmeyen İlahiyatlılar... Kıyılan siyasiler? Asker kişilerce küfredilen siyasiler... Yargı - siyaset buluşması... Yassıada'dan izdüşümler... İnsanlar "Ne zaman bitecek bu kâbus?" diye soruyor... Bu yazıyı yazarken İlahiyat mezunu bir genç aradı beni: "Üniversite mezunuyum. Tezgahtarlığa almıyorlar. İnançlı olmasam" diye başlayan sesinde yıkılmışlığın bütün hüznü vardı. "Seçim ne zaman?" diye soruyordu. Bütün ümidini seçimlere yüklemişti. Bir yıkımın ardında kalan duygular bunlar.... 28 Şubat'ın beş yıl ardından sonra ya da 27 Mayıs'ın 42 yıl ardından... Üstüste yıkımlar... Ben bir özeleştiri yapılması gerektiğini düşünüyorum. Evet, Özal, Menderes, Zorlu ve Polatkan'ın naaşlarını Yassıada'dan getirterek devlet adına bir özeleştiriyi hayata geçirdi. Bu tarihi özür beyanı çok önemlidir. Ama o bile, 27 Mayıs öfkesini hâlâ silememiş bazı kesimlerde, Özal'ın suç hanesine yazıldı. Özal o davranışıyla sanki külli bir devlet tavrını değil de, "mahkum edilmiş Menderes" çizgisini temsil ediyor konumda değerlendirildi. Onun için sanki henüz kimilerimizin içinde beyan edilmemiş bir özür var gibi geliyor bana. 27 Mayıs'a hâlâ sahiplenen, orada yapılanları haklı bulan bir damar... Bana göre bu damar, Türkiye'deki sancılı ortamın besleyici bir mahiyet taşıyor. Şunu demek istiyorum: Herkes kendi payına ne düşüyorsa 27 Mayıs kâbusundan, onları arındırmalı zihninden... Menderes'le, Zorlu ve Polatkan'la, onların aileleri ile helalleşmenin bir yolunu bulmalı.. Başka türlüsü mümkün olur mu bilmem ama, en azından kalbi planda bunu başarmalı diyorum. "27 Mayıs'ın gölgesi bundan böyle hiçbir yüreğin üzerine düşmemeli" diyorum.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |