T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Anadolu'yu 'kazanmak'; Türkiye'yi kazanmak...

Türkiye'nin 'dinamikleri'ni doğru okumak gerekiyor. Bunu doğru okuyamayan hiçbir siyasi partinin, siyasi şahsiyetin, ister kendisini 'yeni' diye allayıp pullayan 'eskiler'den olsun; ister gerçekten 'yeni' olsun, Türkiye'nin geleceğinde pek şansı olmayacak.

Bu bakımdan, birbiri ardına 'siyaset sahnesi'ne fırlayanlara baktığımızda, Türkiye'nin 'dinamikleri'ni ne kadar anladıklarına bakıp değer biçiyoruz. Bunların önemli bölümü 'Ankara-İstanbul ekseni'nde siyaset yapmayı tasarladıkları için, hallerine bakıp 'bilgisayarın sil tuşu'na basıyoruz.

Ankara'dan kastımız 'devlet ve siyaset merkezi', İstanbul'dan kastımız 'medya'; ve tabii 'medya' dendiğinde televizyon kanalları ve 'çok satışlı' gazeteler.

Böyleleri, Ankara'daki 'devlet merkezli siyaset'ten yola çıkıp, 'medyada görünürlük' ile Ankara'daki 'devlet merkezi'nde kendilerine yer edinmeyi tasarlıyorlar.

Oysa, 'sorun' tam da burada. Ankara, 'depolitizasyon sahnesi' oldu. Ankara, 'siyasetsizliğin' merkezi. 'Çok satışlı medya' ise bu Ankara'ya 'endeksli' olduğu için, Türkiye'nin onmilyonları üzerinde etkisini ve itibarını sınırladı. Mekanını olması, onu 'İstanbullu' yapmıyor. Bu, bir 'Ankaralı İstanbulluk', ki, 'çok satış'a rağmen etkili değil. O takdirde niçin 'çok' satıyorlar? Soru şöyle sorulmalı: Neye göre 'çok' satıyorlar? Bundan otuz yıl önce bu kadar gazete ve dergi yoktu ve okuma-yazma oranı daha düşüktü; gelgelelim, tiraj rakamları otuz yıl önceki miktarlarda seyrediyor. Yani, 'çok' satış yok.

Teknolojik gelişme ile 'görsel medya' yani televizyonların etkisi söz konusu. Bununla birlikte, 'ulusal televizyon kanalları' da, 'Ankara endeksli' oldukları sürece etkilerini sınırlamış durumdalar. Anadolu'ya adım atan herkes, 'yerel televizyonlar'ın önemini farkedecektir. Zaten, gün içinde ve hatta gecelerin bir çoğunda ulusal televizyon programları zil takıp oynayanlar görüntüleriyle dolu. Türkiye'yi tanımayan bir yabancı, Türkiye'ye gelip, gün boyu o kanal senin bu kanal benim zapping yaparak dolaşsa; bu ülkede bir ekonomik kriz yaşandığını katiyen düşünemez; Türklerin eğlenceden başına alamayan bir millet; Türkiye'nin ise sabah-akşam eğlenen bir ülke olduğuna hükmeder.

Bu köşede defalarca 'Ankara'nın Türkiye'den koptuğu'nu vurguladım. Birbirinden uzaklaşan Türkiye ile Ankara 'metaforu' üzerinde durdum. Son günlerde bu tespitin 'yerinden' gözlemlerle doğrulandığını izliyorum. Örneğin, Hasan Cemal, çoktandır unutulmuş ve terkedilmiş olan ve gazeteciliğin gazetecilik olduğu dönemde yapılan bir işi yapıyor. Anadolu'yu turlayıp 'nabız' tutuyor. Şu satırlar onun dünkü Milliyet'teki yazısından:

"Şu kadar gündür yolum nereye düştüyse hep aynı şikayetle karşılaştım. İşadamı olsun, belediyeci olsun bütün yerel liderler sürekli olarak aynı şeyi söylüyor. Kentlerinde, bölgelerinde işlerin daha iyi gitmesi için şu istekleri sıralıyorlar:

"Ankara ayak bağı olmasın!"
"Ankara gölge etmesin!"
"Ankara ipleri bıraksın!"
"Ankara vatandaşına güvensin!"
Sivil toplumun talebi böyle.

Trakya'dan Ege'ye, Gaziantep'ten Adana ve İçel'e nereye gitsem, Ankara'nın, yani merkezi devletin nasıl hantal, ağır ve işleri yokuşa süren, sürekli geciktiren bir yapıya sahip olduğu vurgulanıyor. İçel'de de şikayet aynıydı.

Bugüne kadar dokuz il dolaştım. Nabız tutmaya çalıştım. Sohbetlerimi daha çok sokaktaki adamla sınırlı tutma gayreti içinde oldum. Aktif politika içinde olanlara mümkün olabildiğince uzak durdum. Gözlemlerim birbirini doğruluyor:

(1) Koalisyon partilerine tepki büyük. Üçü de inişte...
(2) Tayyip ve AKP var.
(3) CHP ile DYP muhalefette olmanın nimetini topluyor, ufak ufak yükseliyorlar.
(4) Kararsızlık ve kafa karışıklığı çok yaygın.

Seçim araştırmalarına da yüzde 50 civarında yansıyor bu durum. İçel gibi kimi yerlerde bu oranı yüzde 60 olarak verenler de var.

(5) Bu kararsız kitlenin büyüklüğü ister istemez hâlâ yeni bir oluşuma açık kapı bırakıyor."

Şu dönemde 'Anadolu rüzgarı' estiren özellikle Ak Parti. Ancak, 'yoklamalar'da oyu yüzde 20'lerde dolaşıyor. Diğerlerinden açık ara önde 'birinci parti' görünmesine rağmen, yüzde 30 ve yüzde 40 küsurlarla 'güçlü sivil iktidarlar' oluştuğuna tanık olduğumuz bu ülkede, daha hâlâ 'geniş bir alan'ın desteğini arkasına alamadığı da görülüyor. Uzun bir yol daha gitmek zorunda.

'Kararsızlık ve kafa karışıklığı'nın yaygınlığı gözönüne alınırsa, seçimlere dek, 'bu pilav daha çok su kaldırır' denebilir. Anadolu'daki 'Türkiye dinamikleri'ni iyi değerlendirmek kaydıyla.

Bunun ne ve nasıl olduğuna dair son derece ilginç bir değerlendirmeyle Güngör Uras, dünkü Milliyet'teki köşesinde değindi. Şöyle:

"Önümüzdeki günlerde "Anadolu" giderek daha fazla gündeme gelecek. Ve de gündemin ilk sırasına oturacak.

Bugüne kadar ekonomi, sanayi, para - kredi denildi mi devamlı olarak İstanbul'dan söz edilir, İstanbul dışındaki şehirlerde olan biten "yok" sayılırdı. Ama giderek tablo değişiyor. Çünkü:

(1) İstanbul krize yapısal değişimini tamamlayamadan, yapısal değişimin başında yakalandı.

(2) Kriz İstanbul'daki kuruluşların kullanılabilir fonlarını eritti.

(3) İstanbul'a kaynak akıtan finans kuruluşlarının, bankaların kaynakları kurudu. Banka sisteminin kaynaklarından yararlanmadan faliyetini sürdürme şansı olmaya'un büyük kuruluşlarının banka sektöründen (mevcut yapılarını ve faliyetleri ile) kısa ve orta dönemde ek kaynak sağlayarak ayağa kalkmaları ve tekrar koşacak güç kazanmaları imkansız.

Bu tabloda ne olacak? "İstanbul bitti" diyerek Türkiye de bitecek mi? (1) İstanbul bitti denilse de "sıfır" olmadı. Ama "dinamo/öncü" olma gücünü kaybetti. (2) Öncü kelimesini kullanmak abartılı olur ama 'dinamo olma' görev ve sorumluluğu Anadolu'ya kaydı. Anadolu'nun bu şansı kullanıp kullanamayacağını ise önümüzdeki günlerde göreceğiz."

Buradan şu sonuç da çıkarılabilir: Herhangi bir siyasi parti, siyasi şahsiyet ya da 'yeni oluşum'un, 'iktidar şansı' büyük ölçüde 'Anadolu'nun bu şansı'nı kendisi için bir 'şans' haline dönüştürebilmesine bağlı olacaktır.

Yani, KOBİ'lere (küçük ve orta büyüklükteki işletmeler) –Anadolu sermayesinin karakteri genellikle böyle ve TOBB olsun; Anadolu'daki çeşitli sanayici, tüccar ve iş adamları dernekleri olsun; bu olguyu yansıtıyorlar- dayanacak ve onların 'siyasi sözcüsü' haline gelecek bir 'siyasi yapı'nın iktidar şansı, herkesten fazla sayılmalıdır.

Güngör Uras, kendilerini 'siyasetsizleşmiş Ankara'ya ve 'Ankara'dan gelecek kararlar'a bağımlı kılarak, 'Ankalılaşmış İstanbullular' haline gelenlerin 'ekonomik serüveni'ni şöyle açıklıyor:

"İstanbul'daki "büyük sermaye grupları/büyük sermaye çevreleri" genelde Anadolu kökenlerine rağmen "Bizans'laşmış" "aile şirketleri"dir.

Bu aile şirketleri (aile reislerinin sabahtan akşama "kurumsallaşma" türküsü çağırmalarına rağmen) kurumsallaşamamanın getirdiği "iniş çizgisinde" krize yakalandı. İstanbul'u İstanbul yapan bu büyük aile grupları

(1) Küreselleşen pazarların gereği olan ileri teknolojiye, ekonomik büyüklükteki üretime geçemedi. Dünya kalitesi ve fiyatı ile dünya pazarında talebi olan, katma değeri malları üretemedi. İç pazarın sınırlı talebine esir oldu. (2) Kazançlarını üretimden aileye kaydırdı. Üretim artışı için kullanılabilecek kaynaklarını yurtiçinde ve dışında donuk, likit olmayan değerlere bağladı. (3) Aile boyutunu aşan iş hacmi karşısında nefesleri ve kredi kullanma güçleri tükendi. (4) Bu çerçevede bazıları kendi içlerinde erimeye ve inişe geçmeye başlarken bazıları işletmelerini parça parça yabancıya satarak oyun sahasından çekilme arayışına girdi. (5) Kaynağının büyük kısmını İstanbul'a bağlayan finans kesimi de bu çöküş veya gerilemenin olumsuz etkisi altanda ezilmeye başladı. İşte tam bu sırada kriz çıktı. Ne "İstanbul Yaklaşımı" ve ne de "yeniden yapılanma" söylemleri İstanbul'u ayağa kaldırabilir. Çünkü: (1) Aile şirketlerinde hâlâ şirketi güç duruma düşüren aile fertleri hakimiyeti koruyor. (2) Aile içi likit kaynaklar sınırlı. (3) Finans kesiminden imkan sağlansa bile yabancı kaynağın getireceği ek faiz maliyetini karşılama gücü yok. (4) Bu kuruluşların proje kanalında (Project Pipeline) yapısal değişimin yolunu açacak, krizden çıksa yardımcı olacak projeler yok. Hazırlık yok. Kriz darbesini yemiş eski (katma değeri düşük - iç pazara yönelik) üretim yapısı ile krizden çıkmaları ise çok zor. Bütün bunlar nedeniyle İstanbul'u bir süre unutacağız. Anadolu'ya "ümit" bağlayacağız."

Bu 'değerlendirme' doğruysa, bu 'dinamik' gözönüne alınarak kolların sıvanıp Anadolu yollarına düşülmesi gerekiyor.

Niçin; seçim mi gözüküyor?

Gözükmüyor mu? Ya bu yılın sonundan önce; ya gelecek yılın ilkbaharı ya da sonbaharında.

2004 Nisan'ından yapılsa bile, iki yıldan az zaman kaldı. İki yıl, tarih içinde ne kadar bir zamandır ki... Hem, İki yıllık bir zaman diliminde sözü edilen 'dinamikler' değişmez...

Peki, ya 'dış dinamikler'? Yarına...


28 Mayıs 2002
Salı
 
CENGİZ ÇANDAR


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED