|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Kızıma bir masal kitabı aldım. Milli Eğitim Bakanlığı yayınlarının Çocuk Edebiyatı dizisinden çıkmış. Canımı sıkan ilk şey, kitabın kapağına yapıştırılan "etiket" oldu. Üstelik bu etiketteki fiyat ile arkadaki fiyat aynıydı. Kapağı yıpratmadan etiketi sökmek neredeyse imkânsız. Buraya bu etiketi yapıştıranlar, kitap kapağının saygıdeğer bir "eser" olduğunu ya bilmiyorlar ya da her türlü saygıdeğer esere olduğu gibi buna da saygısızlık etmekte bir sakınca görmüyorlar. Kitabın adı Bir Varmış Bir Yokmuş. Kapakta böyle yazılan ad, nedense içeride virgüllenerek üç kez "Bir Varmış, Bir yokmuş" biçiminde yazılmış. (Başlıklarda noktalama işareti kullanmaya gerek var mı?) Eserin alt başlığı şöyle: "Otuzüç Ülkenin En Güzel Peri Masalları". İşte canımı sıkan ikinci şey: Buradaki sayı "Otuz Üç" biçiminde ayrı yazılmalıydı. Çünkü çocuklarımıza okullarda öğretmenleri, dilimizde sayı sözcüklerinin -çek, senet, fatura, makbuz gibi belgeler dışında- ayrı yazılacağını öğretirler ve sınavlarda da "öğretilen" istenir. Nitekim geçen yıllarda ÖSS sorularından biri Otuz Beş Yaş'ın yazımıyla ilgiliydi. Otuz Beş'in Otuzbeş yazılacağını, yazılabileceğini sanan öğrenciler, o soruyu doğru yapamamış oldular. Bu sınavlarda bir sorunun bile ne denli önemli olduğunu söylemeye gerek var mı? Öğretmenlerin öğrettikleri ile eğitim ve öğretimden sorumlu bakanlığın yayınları arasında tutarsızlık bulunması, hoş görülebilecek bir kusur olmasa gerek. Bilgi ile uygulama, inanç ile eylem, düşünce ile davranış arasında mesafe olabilir ama "çelişki" koymak ve bunu olağanlaştırmak, bu ülkede ahlâkın temelinde sürekli işleyen bir mikrop sanki. Bu mikrobu görmek için mikroskoba gerek yok, göz yeter! Bir Varmış Bir Yokmuş'un yazarı Roger Lancelyn Green, iç kapakta "anlatan" diye sunulmuş. "Resimlendiren Vojtech Kubasta"nın adını, ancak içeride görebiliyoruz. "Türkçeleştiren Nejat Muallimoğlu" ibaresini hem kapakta, hem içeride görüyoruz. "Çeviren / Mütercim" ya da "Çeviri / Tercüme" yerine "Türkçesi / Türkçeleştiren" sözcüklerinin kullanılmasında, yapılan işi sıradan çeviriden ayıran bir edebiyat iddiası bulunduğunu söyleyebiliriz. Yahya Kemal'in Hayyam Rubailerini Türkçe Söyleyiş'i ya da Can Yücel'in çevirileri, herhangi bir tercüme bürosunda yapılabilecek bir iş değildir. Hele Nuri Pakdil'in Jacques Prévert'in bir şiirinden bir "kitap" çıkarması (Ay Operası), çeviriyi de, Türkçeleştirmeyi de aşan bir eylemdir. Bir Varmış Bir Yokmuş'un ilk masalını kızıma ben okuyuverdim. Kurt Çocuk adlı bu masalın ilk cümlesinde yine canım sıkıldı. TDK İmlâ Kılavuzu dahil, birçok yerde "Kızılderili" biçiminde yazılan sözcüğü Nejat Muallimoğlu "Kızıl Derili" yazmıştı. Bir çelişki daha! "Kızıl Derililer'i, Kızıl Derililer'le" yazımındaki gereksiz kesme işaretleri, geçerli kurala göre ayrı yazılması gereken "terk etme"nin, "terketme" diye bitişik yazılmış olması, sıkıntımı daha da artırdı. Bu koşullarda, bu çocuk, yazım kuralları ve noktalama işaretlerini öğrenebilir mi? Nasıl öğrenebilir? (Kurallar, kağıt üstünde kurulu dururlar: Sınavlarda ya da patron istediğinde işlemeye başlarlar! Patronun neyi, ne zaman ve niçin isteyeceğini kestirmek kolay değildir.) Masalın sonuna doğru "bir kurdun uzun uzun havlaması"nı okudum. Kızıma sordum: "Hangi hayvan havlar?" "Köpek" dedi. "Hangi hayvan ulur?" "Kurt" dedi. Birkaç satır sonra "bir kurdun kesik kesik havlaması"nı, daha sonra çocuğun "kurtlarla birlikte havladı"ğını da okudum. Nejat Muallimoğlu, Türkçe ile ilgili kocaman bir kitap da yazmıştı ama Türkçeleştirdiği kitapta kurtları köpekleştirip havlatmakta beis görmemiş. Bozkurtlarımızın havladıklarını îmâ etmek gibi -siyasal- bir niyeti olduğunu düşünmek bile istemiyorum. Dilimize kazandırdığı bu masalda "Bir aslan miyav dedi, minik fare kükredi" cinsinden bir espri, bir ironi filan da yok. Eee? Benim bildiğim, olağan zamanlarda havlayan bir köpek, olağanüstü durumlarda uluyabilir ama bir kurt, hiçbir durumda havlamaz, havlamamalı! Bu can sıkıcı "ayrıntılar"ı ve bunların 29 Mayıs 1453'ten 27 Mayıs 1960'a gelişimizde bir payı olup olmadığını bir yana bırakalım da; ne havlayan, ne uluyan, sadece "Uuuuu! eden" bir şaire bakalım. İki aylık edebiyat seçkisi Okuntu'nun Mayıs-Haziran sayısından Osman Özbahçe'nin Arkadaşlik bitti şiirinin son bölümünü okuyalım: "Bir gün, sert bir gündü, bir köpek uluması duydum / Uluma durdurmuştu beni. "Uuuuu!" ettim köpeğe; çünkü el fikriyle gelişen bir şiir yazmak istediğim günü hatırlatmıştı bana uluma! / Ben "Uuuuu!" edince köpek sustu. Rüzgâr da kıpırdamadan durdu / bütün otlar ve ağaçlar ve evler ve insanlar ve çoluk çocuk ve herkes sustu / kimse konuşmuyordu, kimse kıpırdamıyordu / "Herkes beni duymak istiyor," dedim / Konuşmak için yumruklarımı sıkınca / Yumruklarımın yoksulluktan daha sert olduğunu anladım" Uluyan bir köpek çıkarsa karşınıza, siz de "Uuuuu!" edin. İşe yarayacaktır.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |