T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Fransa, Türkiye, demokrasi...

Fransa'da başkanlık seçimlerinde ırkçı Le Pen'in ikinci tura çıkan iki adaydan birisi olması hemen her yerde bir bomba etkisi yarattı. Demokrasinin beşiği Fransa, yeni demokrasi anlayışının alabildiğine yürütülmeye çalışıldığı Avrupa yeni sorunla karşı karşıya kaldı. Fransız basının önemli organları, seçim sonuçlarının alındığı 21 Nisan tarihini "Kara gün" olarak tanımlıyor. Dün Paris sokaklarında 100 bin kişi Le Pen karşıtı bir yürüyüşte bir araya geldi, Fransız aydınları kendilerine soru üzerine soru soruyor.

Ama ne seçimlerin meşruiyetini tartışan var, ne de bizde olduğu sadece sonuçlardan yola çıkarak siyaset dışı tedbirler almayı düşünen. Chirac'ın "cumhuriyetçi cephe" önerisinde olduğu gibi siyasi riske karşı siyasi önlemler ortaya atılıyor. Le Pen'in varlığı bir sonuç olarak ele alınmadan önce, bu varlığın nedenleri sorgulanmaya çalışılıyor.

Nitekim Paris Siyasal Bilimler Fakültesi öğretim üyesi Olivier Duhamel dünkü Le Monde gazetesinde şu değerlendirmeyi yapıyordu:

"Berlusconi ve Haider arasında seçim yapmak zorunda kalan bir demokrat Berlusconi'yi seçer. Bu mantıkla ikinci turda Chirac'ın Le Pen'i ezip geçmesi ve Fransa'nın tüm dünyayı rahatlatması şimdiden kesindir. Ancak, 21 Nisan birinci tur sonuçları ortadadır ve unutulmayacaktır. Artık değişme zamanıdır..."

Le Pen böyle bir başarıyı nasıl elde etti?

Önce şunu belirtmek gerek; Le Pen'in aldığı oylar 1995 seçimlerinde elde ettiği oylardan sadece 250 bin daha fazla. Buna karşılık merkez sağın ve merkez solun gerilemesi ise toplam yüzde 15 civarında. Seçimlere katılma oranının yüzde 56 olduğu düşünülürse, oy vermekten kaçınan kesimler içinde en önemli kalemi üst ve orta düzey yöneticilerin ve entelektüel meslek sahiplerinin oluşturduğu akla getirilirse, ortada "siyasi merkez"le ve "siyaset"le ilgili bir sorun var demektir.

Siyasetle ilgili sorunun ise iki istikameti var:

1.Bu seçimler gerek katılma oranı gerek sonuçlarıyla globalleşme süreci ve 11 Eylül'ün izdüşümlerini taşımaktadır

2.Bu seçimler, Fransız solunun iflasını ifade ettiği oranda, Fransa'daki "sol modeli" tartışmaya açıyor.

Nasıl?

Yanıt için Fransa'nın ünlü sosyologlarından Alain Touraine ile ünlü siyaset bilimcilerinden Oliver Duhamel'i dinleyelim

Touraine, Le Monde'da dün yayınlanan makalesinde şunları söylüyordu:

"Sağ ve sol arasındaki farkı ortadan kaldıranlar Le Pen'in zaferine katkıda bulundular. Maastricht'e ve euro uygulamasına şüpheyle yaklaşanlar, güçsüzlük duygusunu yaratanlar, devlet müdahalesini davet edenler, Le Pen'e karşı olsalar bile, Le Pen'in başarısına zemin hazırladılar. Bugün sesini en çok yükseltenler ne işçiler, ne üreticilerdir; yaşlarından, yaşadıkları kentlerden, eğitim seviyelerinin düşüklüğünden ya da uzmanlıklarının işe yaramaz hale gelmesinden dolayı kendilerini tehdit altında hisseden, güvensizlik duygusuna kapılan kesimlerdir. Le Pen'e kaydılar, koruma istiyorlardı ve partiler ile siyasi kurumlardan ümitlerini kesmişlerdi.

Geleceğinden çok geçmişine güven duygusunun artması karşısında tedbir almayan, vahşi kapitalizmin baskısına karşılık düzenleyici yeni kurallar üretmeyen, işlerin bir kısmını bürokrasiye ve askere bırakan yöneticilerin ülkesinde sonucun böyle olması kaçınılmazdır. Hükümetlerin globalleşen bir ekonomi karşısında yetersiz kaldıkları fikrine ulaşarak, mutlaklaşan bir iktidarla mücadele etmek yerine, onun varlığına kayıtsız kalan entelektülerin diyarında da öyle...

Çıkış solun yeniden doğmasıdır. Bunun için iki sol arasında seçim yapmak gerekir: Ya savunmacı, devlete yaslanan, eşitsizlikler karşısında yenilik ve mücadele üretmekten yoksun bir sol... Ya da ekonomik ve sosyal hedefleri bir araya getiren, amaç olarak eşitsizliklerle mücadeleyi benimseyen etmeyi seçen, devlet araçlarını bu çerçevede kullanan bir sol..."

Duhamel'e gelince, o da şunları söylüyor:

"Siyasette uzun süredir yeni popülist dalganın üç ögesine, katılımın gitgide düşmesine, görüşlerin dağılması ve yüzeyselleşmesine, siyasi beklentinin tepkisellik üzerine oturmasına boyun eğdik. Yalnız değiliz. Avusturya Haider'le, İsviçre Blocher'le, İtalya Berlusconi'yle, Danimarka Kjaersgaard'la, Hollanda Pim Fortuyn'la bizi izliyor.

İngiltere, Almanya, İspanya'da ise bunlar yok. Çünkü bu ülkelerin siyasi partileri daha az kireçlenmiş durumda, medyatik ucuzluk daha az, televizyon kanalları daha az yıpranmış halde, siyasi sorumlular toplumla daha içiçe.. Blair, Schröder ve Aznar gelen göçten ve Avrupa'dan söz ediyorlar. 11 Eylül 2001'den sonra iyice belirleyici hale gelen bu iki tema seçmenlerin sıkıntılarına tekabül ediyor, bu sıkıntılara yanıt veriyor. Fransa'da kaybeden adaylar 11 Eylül olmamış gibi davrandılar. Göçmenler meselesinde Le Pen dışında kimse ağızını açmadı, açamadı. Seçimleri bir jest ya da söze indirgeyen medyatik ucuzluk ile seçmeni satın almaya yönelen popülist tepki söylemleri 21 Nisan'a egemen oldu..."

Şimdi sormak gerekir:

Bizim derinde yatan soru ve sorunlarımız, dozu dışında bunlardan ne kadar farklı?

Yanıtın üzerine yata durun, hafta sonu Avrupa'yı, Türkiye'yi, globalleşmenin girdi ve çıktılarını tartışmaya devam edeceğiz...



24 Nisan 2002
Çarşamba
 
ALİ BAYRAMOĞLU
ALİ BAYRAMOĞLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED