T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
21. Yüzyılı İslâm Belirleyecek (6)

Bugün yeryüzünde (en başta Kur'ân olmak üzere) otantik kaynaklarını koruyabilen; dolayısıyla bu yüzden insanlığın ortak tecrübesi olan kadim medeniyetlerin bir şekilde mirasçısı olduğunu iddia edebilecek tek din ve dünya tasavvuru İslâm'dır. Batı medeniyeti de, Doğu medeniyetleri de, kurucu / aslî otantik (=birincil) kaynaklarını ya aşındırmış; ya başkalaştırmış; ya da tümüyle yok etmiş / kaybetmiş durumdalar.

Müslüman toplumlar, otantik kaynaklarıyla her zaman yeniden ve yeni şekillerde ilişki kurma imkânına sahip oldukları için, bu kaynakların sunduğu ruh ve dinamizm ile sömürgeciliğe karşı destansı bir direniş mücadelesi verdiler. Görece de olsa siyâsî bağımsızlıklarını kazandılar. Dahası, İslâm dünyasında uygulanan Batı kaynaklı seküler ideolojiler / projeler, müslüman toplumların müslümanlıkla ilişkilerini bozamadı; yok edemedi; aksine bu yabancı / ithal projelerin, epistemolojik, ontolojik ve fenomenolojik açıdan müslümanlık kadar güçlü ve derinlikli olmadığı ve müslüman toplumlarda hiçbir karşılıklarının bulunmadığı anlaşıldı; Batı kökenli beşerî ideolojilerin ve projelerin, müslüman toplumlarda sadece kavga, çatışma, baskı, adaletsizlikler, yolsuzluklar ürettiği suyüzüne çıktı. Sonuçta Batılı ideolojilerin aksine, insanın hem iç, hem de dış dünyasına aynı anda hitap edebilen İslâm, müslümanların yeniden Özne olarak tarih sahnesine çıkmalarına imkân sağlayacak yegâne referans çerçevesi ve dinamik olma dinamizmine sahip olduğunu kanıtladı. Başka bir deyişle, müslüman toplumlar, Batı kökenli seküler ideolojilerin ve projelerin müslümanlık karşısında asla tutunamayacak kadar narsist, ben-merkezci, sığ, patolojik ve fatal (ölümcül ve öldürücü) olduğunu hem bizzat gördüler; hem de bu süreçte İslâm'ın imkânlarını farkettiler ve yeni şekillerde yeniden keşfetmeye başladılar.

Bu süreci, ben, müslümanların yeniden Özne olarak tarih sahnesine çıkma tecrübesi, kısacası özneleşme süreci olarak adlandırıyorum. Müslümanların özneleşme süreci, her şeyden önce, İslâm'ın özgün ve dinamik otantik kaynaklarının varlığını, canlılığını, etkisini ve dinamizmini koruyabiliyor olmasıyla imkân dahiline girmiştir. Otantik kaynakların korunabiliyor ve her daim bizimle var olabiliyor olması, müslümanların yaşadıkları kültürel şokları, travmaları, epistemolojik ve ontolojik kırılma'yı aşmalarını kolaylaştırmıştır.

Bunun en temel nedeni şudur: Otantisite ile özne olmak arasında zorunlu ilişkiler veya bağıntılar vardır. Bu konu üzerinde ayrıca duracağım.

İnsanoğlunun bilebildiğimiz yazılı / kayıtlı tarihinin son 6 bin-8 bin yıllık hikâyesinin ilk evresinde dominant olarak "mabed toplumları" olarak adlandırılan medeniyetler var. M.Ö. 2500'lü yıllarda mabed toplumlarının yanısıra Girit'te "saray toplumları" ortaya çıkmaya başlıyor. Girit'teki saray toplumları tecrübesi Minos ve Miken medeniyet tecrübelerinden sonra yerini M.Ö. sekizinci yüzyıldan itibaren "site / şehir" toplumlarına devrediyor; ama Antik Yunan ve Roma medeniyeti ile birlikte başlayan, insanlığın kadim medeniyetlere dayalı ortak tecrübesinden kopuş süreci Avrupa ve yeni-Roma Amerika deneyimleriyle birlikte tamamlanıyor. Gerek buraya kadar yaptığım analizler, gerekse mevcut göstergeler, 20. yüzyılın ikinci yarısına kadar süren bu kopuş süreci deneyiminin, 21. yüzyılın ilk yarısından itibaren ömrünü tamamlayacağını; insanlığın büyük ölçüde İslâm'ın öncülüğüyle yeniden kadim medeniyetlerin ortak tecrübesiyle buluşarak yeni bir yolculuğa çıkacağını gösteriyor.

Teorik olarak önce Antik Yunan ve Roma, Hıristiyanlık ve Yahudilik, ardından da Rönesans ve Reformasyon'la birlikte başlayan ve pratik olaraksa sanayi devrimleri, İngiliz devrimleri, Amerikan ve Fransız devrimleriyle nihai şeklini alan modern / seküler Batı medeniyeti, tüm dünyaya son 200 yıldan bu yana tek başına Özne olarak yön ve şekil veriyor. Son 200 yıldan önceki dönemlerde birden fazla medeniyet aynı anda Özne konumundaydı. Şu an yalnızca Batı medeniyeti doğrudan Özne, İslam ve Doğu medeniyetleri ise kısmen dolaylı Özne; ama büyük ölçüde Nesne konumundalar.

Ancak bu durumun İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra belirgin bir şekilde değişmeye başladığını gözlemliyoruz: 20. yüzyılın ilk çeyreğinde Osmanlı'nın tarihe karışmasıyla birlikte "İslam medeniyeti" "geri çekilmiş", müslüman toplumlarsa fiilen nesne konumuna düşmüştü. Ama 20. yüzyılın son çeyreğinde İslâm, dolaylı Özne konumuna geçmeye başladı; göstergeleri dikkatle okuyup analiz ettiğimizde İslâm'ın 21. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren doğrudan Özne konumuna geçmeye başlayacağını söyleyebiliriz.

Bu yeni sürecin veya dönüşümün başat göstergelerini kısaca şöyle özetleyebiliriz:

1-Gücü eksene alan ve araçsal bir akıl üreten (aracı; anlam, değer ve güç üretiminin yegane motoriği haline getiren) modern / seküler Batı medeniyeti tecrübesi, geldiği son evre olan ve insanın ilkel dürtülerini ve güdülerini kutsallaştıran postmodernizm'le birlikte çözülme sürecine girmiş; insanlığa kuşatıcı, barışçıl, adil ve evrensel ufku olan bir dünya ve tasavvur vaadedemeyecek bir duruma gelmiştir.

2-Buna mukabil İslâm'ın, otantisitesini korumayı başardığı için insanlığa kuşatıcı, barışçıl, adil ve evrensel ufku olan bir dünya vadedebilecek tek güçlü değerler sistemine ve anlam haritalarına sahip olan bir din ve dünya tasavvuru olduğu suyüzüne çıkmıştır.

3-Küreselleşme sürecinin ikinci raundu, ulusal siyasi, ekonomik ve yapay ırkçı kültürel sınırların ortadan kalkmasıyla sonuçlanacak; bu, müslüman toplumların kendi kaderlerini kendilerinin belirlemelerini, her bakımdan özgürlüklerine kavuşmalarını icbar edecek ve kolaylaştıracak; böylelikle bu süreçte müslüman toplumlar, büyük ölçekli siyasi, kültürel, ekonomik, toplumsal, askeri ve stratejik ittifaklar kurmaya başlayacaklar.

4-Müslüman toplumlardaki İslâmî söylemler, özneleştirici, özgürleştirici, kendileştirici söylemlerin ana ekseni haline gelecek; ve hem İslam medeniyetinin hem de Batı medeniyeti de dahil olmak üzere tüm diğer medeniyetlerin birikimlerini İslâmî referans çerçevesi ekseninde silbaştan yeniden okuyacak ve yeniden-kurgulayacak güçlü düşünsel / akademik bir birikim ortaya koyacaklar. Bu birikim, yeni kültürel, toplumsal, siyasal, ekonomik ve sanatsal pratiklerin ve kurumların icat ve inşa edilmesinde kilit rol oynayacak ve böylelikle İslâm dünyasının müslümanlık ekseninde dönüşmesi ve İslâm'ın, tüm insanlığı, kadim medeniyetlerin ortak tecrübeleriyle yeniden ama yeni şekillerde buluşturması imkân dahiline girmeye başlayacaktır.

SON


24 Nisan 2002
Çarşamba
 
YUSUF KAPLAN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED