|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
312. ve 159. Madde konusundaki tartışmalar, siyaseti ve toplumu boğacak bu düzenlemelerin bu boğulmadan özellikle şikayet etmesi gereken bazı siyasi partilerin eliyle yapılıyor olması nasıl açıklanır? Bu soruya pratik yanıtlar vermek elbet mümkün. Bazı siyasi partilerin, özellikle MHP'nin "siyasi popülizm"den beslendiğini, gitgide ayrışan, tepki içinde olan seçmen kitlesini dikkate aldığı ve seçimleri hesaba kattığı söylenebilir. Görüşlerinden sürekli taviz vermek zorunda kalan MHP'nin, bu durumu son tutunacak dal ilan ettiği de düşünülebilir. Ne var ki, bunlar işin özünü anlatmaz... Olanı anlamak için "milliyetçilik üzerinden devleti siyasetin alternatifi haline getiren, aynı milliyetçiliği otoriterleşme eğiliminin ana taşıtı" haline dönüştüren "kök-anlayış"ın dip akıntılarına bakmak gerekir. Soralım: Bu "kök-anlayış", yani yurtseverliğin, kültürel değerlere ve kimliğe bağlılığın ötesinde, milliyetçilik, özelikle siyasi milliyetçilik ne ifade eder? Yanıt açıktır: Milliyetçilik, özellikle siyasileşmiş Türk milliyetçiliği; ekonomik, kültürel, sosyal, siyasi, hatta etnik farklılıklardan oluşan "çok parçalı (heterojen) toplum fikri"ni "tek parçalı (homojen) millet fikri"yle ikame eden, "insanları kuşatan ve tarihi üreten ana çatışmayı milletlerarası mücadele olarak gören", kaçınılmaz olarak "ülke içinde statik, değişmeye kapalı bir düzen" varsayan, böylelikle ve "milli çıkar" gerekçesiyle tüm gücünü "devlet ve devletçiliğe yönelten bir eğilim"dir. Türkiye'de bu milliyetçiliğin millet adına devletle düştüğü her çelişkide, her yaptırımda şaşkına dönmesi, kendisini ihanet uğramış sanması da bu yüzdendir. İlginç olan zaman içinde milliyetçiler açısından "devlet-millet ikilemi" halini alan bu ölümcül kıskaç karşısında, milliyetçiliğin onu aşma çabası göstermek yerine, onun daha çok ocağına sürüklenmesidir. Ne var ki, bu durum belki "ilginç"tir ama "şaşırtıcı" değildir. Etyen Mahçupyan'ın "kök-milliyetçiliğe", yani Ermeni, Türk, Fransız, Sırp, Arap her tür kaba milliyetçiliğe atılmış, "neşter darbesi"ni andıran aşağıdaki tahlili, bu durumun neden şaşırtıcı olmadığını bir çırpıda açıklıyor: "Milliyetçilik için doğal durum, ezeli ve ebedi varlıklar olan milletlerin sürekli bir paylaşım mücadelesi içinde yaşamalarıdır... İdeal durum ise, kendi kimliği etrafında kenetlenmiş, diğer bütün olası kimliklerden kurtulmuş türdeş bir kitlenin tarih sahnesinde yer almasıdır..." "Bunun için, yönetilenlerden beklenen ise uyum göstermeleridir. Kendi davranışlarını hiyerarşinin tepesindekilerle uyumlu hale getirmek, alt kademedeki milliyetçi için tek normdur. Bu nedenle iyi milliyetçi olabilmenin önkoşulu 'itaat ve disiplin'dir. Dolayısıyla milliyetçi ideoloji açısından eşitlik sadece yönetilen güruh içinde işlevseldir. Özgürlük ise insana değil milli varlığa atfedilen bir niteliktir. Buna göre kavmi özgür olmayan kişinin kendi de özgür olamaz. Kısaca söylersek özgürlüğü bile totalleştiren ve kaba gücün türevi haline getiren milliyetçilik, otoriter zihniyetin modern dünyadaki izdüşümüdür... Milliyetçilikte asıl soru milli çıkarı kimin belirleyeceğidir... Bu soru, yani 'belirleme kavgası' gücü ve güç kullanımını bizatihi anlamlı bir değer haline getirir..." Mahçupyan'ın "asıl soru" dediği noktadan devam edelim. Bu "soru"nun yarattığı bir "sorun" da o dur ki, Türkiye'de milliyetçi siyasi partiler hiçbir zaman bu çıkarları belirleyecek konumda olmamışlardır. Bu güç mücadelesini devlet aktörleri karşısında her zaman kaybetmişlerdir, kaybettikleri oranda devlete sığınmışlar, varolmayı sürdürmek için onun bağımlı değişkenleri olmayı tercih etmişlerdir. O halde, "siyasetin devlet işletmeciliğine indirgendiği", "siyasi partilerin meşruiyetinin devletle endekslendiği" bir devirde, siyasi milliyetçilik ile onun asli partisi MHP'nin "depolitizasyon-devletçilik-milliyetçilik" üçlüsünü neden taşıdığını anlamak pek zor değildir... Aslında görünen köy kılavuz istemez... 1999 yılında, seçimlerin hemen sonrasında, "MHP rüştünü ispat edebilir mi?" başlıklı bir yazıda şöyle demiştim: "MHP'nin öne çıkışı, Türk siyasetinin 20 yıl geriye çark edişidir. Bir açıdan, özellikle bu açıdan, 18 Nisan seçimleri tarihe siyasetin ölümünü ifade eden seçimler olarak geçecektir. Bir önceki dönemde RP, doğru ya da yanlış, benimsenir ya da benimsemez bir değişim talebini taşıyor, yani bir toplumsal istek üzerine oturan bir temsil kabiliyeti ifade, yani siyaseti temsil ediyor idiyse; MHP de o denli statükoyu ifade ediyor, 4 yıllık kavgalar sonucunda 'siyasetsiz bir siyasetin' içine hapsedilmiş bir dünyayı, heterojen bir toplum fikrini temsil ediyor. Siyasetsizlik, zihniyet olarak olarak toplum-devlet bağlarının kopmasını, değeri kendinden menkul siyasi kararları, toplumsal farklılıklar arasındaki alışveriş kanallarını tıkanmasını, yani üstü örtülü bir otoritarizmi ifade ettiği oranda beni tedirgin eder..." Ne yazık ki, bugün mesele tedirginlik boyutunun da ötesine geçmiştir...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |