|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Müziğin rotası ne yöne
Türkiye'nin coğrafyası, kültürünü ve sanatını biçimlendiren ciddi bir unsurdur. Bu durum özellikle sanat ürünlerinde kendini gösterir. Aslında, bütün sanatçıların ortak uğraşısı, batı formları arasında kendisine doğulu bir yer ve soluk edinebilmek. Ülkemizde kendi kaynaklarından beslenerek Batı müziği tarzında müzik yapmaya çalışanlar önce Cemal Reşit Rey ve arkadaşları, sonraları da Durul Gence, Barış Manço, Cahit Berkay, Edip Akbayram, Ahmet Kaya, Selda Bağcan, Orhan Gencebay, Erkin Koray gibi isimlerdi. Bu sanatçılar türküleri ve şarkıları kendilerine göre yorumladılar. Bazen de ses ve sazlarının tellerini farklı bir lezzete büründürerek, ürünlerini yerli zemine oturtarak kitlelere sevdirdiler. Müzisyenler, Nurettin Topçu'nun ifade ettiği "iki duygu"yla üretmek zorunda kaldılar hep. Topçu, müziğimizin fotoğrafını şöyle çiziyordu: "Evlerimizde iki musiki, kafamızda iki mantık, hayatımızda iki medeniyet, şarkla garp uyuşmuş duruyor. Aralarında bir çarpışma bile yok. Kendilerinden taşıdıkları manaya da sahip değiller. Garp musikisini modernlik hasebiyle alkışlayan bir nesil, sarhoş masası başında, ruhta afyon yutmuş bir hortlak yaratan şark musıkisini dinlemekle avunuyor, zavallı günlerini yaşıyor."
Sakız Hanım ile Kul Ahmet
Müzikte öz sesini yakalama uğraşısı "farklılık olsun, hareket olsun, muziplik olsun" dürtüsünden değil, ciddi bir biçimde toplumun "sound"unu yakalama, yani topluma ulaşma ihtiyacından ileri geliyordu. Cem Karaca, "Ben kendi toplumumun soluğunu yakaladığım için üç kuşak tarafından dinlenildim. İnsanlar doğduğu zaman kulağına ezan okunuyor. Ayrıca, annesinin söylediği ninniler, kişiliğinin oluşumuna kadar dinlediği türküler, şarkılar ağıtlar, ilahiler ve başka unsurlar kişinin beğenisini oluşturur" şeklinde konuşuyor. Merhum Barış Manço da kendi yaptığı müziği Türk mutfağına benzetiyor ve "Türk mutfağı zengin bir mutfak. Yaptığım müzik de öyle zengindir, hepsinden faydalanırım" diyordu. Sözgelimi "Sakız Hanım"ın anlatıldığı bestesinin, sanat müziği rüzgarını nasıl da arkasına alıp ilerlediğini hemen farkediyoruz. Manço, aynı şekilde "Unutma ki dünya fani" ya da "Kul Ahmet'in Cekedi"nde toplumun büyük bir kesiminin duyarlığını, tınısını, mahrecini yakalıyordu. Bestekar Piyanist Timur Selçuk da Nazım Hikmet'in Mehmet isimli şiirini, halk ezgilerinden etkilenerek bestelediğini söylüyor. Peki, günümüz müzisyenlerinin özellikle de popüler müzik adamlarının kaygıları acaba hangi yönde seyrediyor? Yaşar'ın son kaseti bu konuda bir ipuçu veriyor. "Aldanırım" isimli parçasının nakarat kısmına kulak kabarttığınızda bir sanat müziği ezgisine yakın akraba olduğunu anlıyorsunuz hemen. "Yaşar, bunu gerçekten bilinçli mi yaptı" diye sormaya gerek kalmıyor, çünkü yıllarca emdiği motifler -ki kendisi Adanalıdır- onu buna icbar ediyor. Öte yandan, müziğini Anadolu beşiğinde büyütmeye çalışan Kıraç, "Bence Aşık Veysel, Pir Sultan Abdal evrenseldir. Çünkü kendi müziği ile içinde bulunduğu kültür arasında bir uyumsuzluk yok. Eğer bir Türk Rock'ından bahsedilecek olursa bu ancak türkülerin üzerinden yapılabilecektir" diye konuşuyor.
Teoman ile Müslüm Baba el ele
Fakat "Paramparça" ile ciddi bir çıkış yapan 'Sosyolog' Teoman, Batı standartlarına uygun bir müziğin peşinde. Bu yüzden de sahil kesiminde oturan apartman gençliğini coşturuyor. Teoman, Kıraç veya Yaşar'ın aksine hiçbir yerli motife yer veremiyor, farklı bir telden çalıyor. Ancak kader ağlarını örüyor ve Müslüm Gürses, Teoman'ın 'Paramparça' adlı şarkısına talip oluyor. Teoman da hayranlarını şaşkınlığa uğratacak şu sözleri söylüyordu: "Ben Müslüm Baba'ya hayranım." Ancak iki yorumcunun da dinleyici kitlesinin profilini düşündüğümüzde, bu yakınlaşmanın ülkenin geleceğini değiştireceğini söylemek durumunda kalacağız. Gönül ister ki Teoman, Müslüm Baba'dan bir şarkı okusun ve nev'i şahsına münhasır jiletli protest müziğinin nasıl olduğunu daha iyi görsün. Zerrin Özer, Hakkı Bulut'un "Son Mektup" adlı şarkısını ne güzel yorumlamıştı.
RUHİ AYANGİL "ARAFTAYIZ"
Müziğimizin durumuna ilişkin ilginç bir yaklaşım da Prof. Dr. Ahmet Yüksel Özemre'den geliyor. Özemre, Türk Sanat Müziğinin ruhuna uygun icra edilmediğine dikkat çekiyor. Özemre, musikimizin ritim duygusunu kaybettiğini, orotoryo gibi okunduğu için gençlerin ilgisini çekmediğini, kendi dönemlerinde bu ritmin daha ön planda olduğunu ve böyle icra edildiğini söylüyor. Ülkemizin ünlü kanun sanatçılarından Ruhi Ayangil, müzikte yaşanan bu Doğu-Batı çatışmasını / çelişkisini şu veciz sözle ifade ediyor: "Bizler araftayız." Günümüzün sanatçıları için söylenebilecek en içten, en dürüst bu ifade meseleyi özetliyor. Ruhi Ayangil, yaptığı müzikle arafta olmadığını ortaya koyuyor, ama çağdaşı bulunan sanatçıların iyi ürünler verebilmesinin yolunu da gösteriyor. Bu süreçten çıkışın kendi müziğine yüz çevirmek değil, onu kucaklamak, belki dünyaya sunabilecek biçimde oluşturmak, yoğurmak gerektiğinin altını çiziyordu. Ayangil "Önemli olan 'çalgıcı' olmak değil, müzik tarihimizin künhüne vakıf olarak müzik yapmaktır" diye konuşuyor.
Bestekar Timur Selçuk da "Orta mektepten itibaren okullarda ve özellikle konservatuarlarda, Halk Müziği ve Sanat Müziği eğitimi verilmeli. Ancak bu şekilde önümüzdeki yüzyılların Şevki Beyleri, Dede Efendileri ve Itri'leri yetiştirebilir" diye konuşuyor.
|
|
|
|
|
|
|
|