|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Bilmem anlatabilecek miyim ama bir kere daha denemek istiyorum. Yaşanan olayların bize algılatılandan bir başka anlamı daha olabileceğine vurgu yapmak istiyorum. İslâm dünyası olarak bir savrulmanın içindeyiz, nereden geldik, nereye gidiyoruz? 1989'lar sonrasına dönelim. Vaşrova Paktı dağılmış ve NATO kendisine yeni misyon arıyor. İlk sinyalleri İngiltere Başbakanı Thatcher veriyor: "Tehdidin rengi yeşil." diyor. Ardından NATO genel Sekreteri Willy Claes'in anonsunu duyuyoruz: "Bundan böyle NATO köktendinci İslâm'la mücadele edecek." Claes uyarılıyor: "Bu söylem İslâm dünyasındaki Batı karşıtı zemini besleyebilir. Bundan kaçınmak gerekir." Batı (belki özellikle Amerika-İngiltere), İslâm dünyasında bu coğrafyadaki Batı hegemonyasını sorgulayan bir islâmî çizgi geliştiğini görüyor, bu çizgiyi "Siyasal İslâm" diye tanımlıyor ve Batı'nın nihai çıkarları için bu çizginin bertaraf edilmesi gerektiğini düşünüyor. Ancak sorun var: Bu iş, İslâm dünyasını külli olarak karşı cepheye alarak yapılamaz. O zaman tüm İslâm coğrafyası Batı için cehennem olur. İslâm coğrafyası içinde bir "kötü" veya "kötüler" oluşturmak ve ona karşı iç cepheler açmak gerekli. İslâm dünyası aslında böyle bir operasyona müsait. Birinci Dünya Savaşı'ndan bu yana derin bir karmaşa yaşıyor. Halk, yönetimler, sistemler, sürekli bir didişme içinde... Ve bu hengamede bu coğrafyanın ortak paydası İslâm, değişik algılanış biçimleriyle bu savruluşun bir parçası haline gelmiş. Karşı cepheler oluşturmak hiç de zor değil. Ülkeleri de karşı karşıya getirebilirsiniz, ülke içindeki farklı toplum kesimlerini de... Dilerseniz yönetimi halka karşı, dilerseniz halkı yönetimlere karşı, ve dilerseniz toplum kesimlerini birbirine karşı kışkırtacak malzemeler üretmeniz zor olmaz. Bu hengamede Türkiye'de 28 Şubat sürecini yaşıyoruz. NATO mantığının İslâm dünyasındaki ilk uygulaması denebilir buna. İktidarda "Siyasal İslâm" var, onun "D-8" gibi Batı ittifaklarına alternatif niteliği taşıyan proje geliştirme girişimleri var... Yani Batı dünyasından baktığınızda tipik "tehdit!" Peki Batı açısından "tehdit" kabul edilen bu oluşum, neden Türkiye için de tehdit olarak değerlendirilebiliyor? İşin garipliği burada zaten. NATO mantığı ile İslâm ülkesinde o mantığı paylaşan bir çevre oluşturmak NATO konseptinin en önemli sorunu... Siyasal hesaplarla, başka duyarlılıklarla bu çevre oluşuyor Türkiye'de... İslâm dünyası içinde Batı konseptini birebir algılayan ilk çevre Türkiye'de oluşuyor. Sonra 28 Şubat'ın politikaları. O da "İki İslâm" politikası geliştirmeyi gerekli görüyor: "Onaylanan İslâm-Reddedilen İslâm." Ve bunun halk boyutu... Onaylanan insanlar, reddedilen insanlar... Batı'nın, 28 Şubat uygulamasını NATO konsepti çerçevesinde "ideal" bir uygulama olarak gördüğü tahmin edilebilir. 11 Eylül sonrasında "Global 28 Şubat" söyleminin revaç bulmasını buna bağlayabiliriz. "Global 28 Şubat" şu anda tüm İslâm dünyasına dayatılan bir çerçeve niteliğindedir. İşin patronu konumunda bulunan Amerika, kimine empoze ediyor, kimine göz yumuyor, kimi yerde de güç kullanarak bu projeye sahiplenecek iktidarlar oluşturuyor. Ve biliyoruz ki, henüz bu anlamda tehdidin boy hedefi ülkeler var. Şu an işleyen süreç ise, Amerika'nın "kötüler" safına ittiği ülkelerin, iktidarların veya örgütlerin kötülüğüne ve yokedilmesi gerektiğine inandırma süreci... Bizde 28 Şubat sürecini devreye sokan iradenin, yaptığı işin gerekliliği konusunda kuşku duymadığını tahmin edebiliriz. Muhtemeldir ki 28 Şubat mantığının, global bir süreç haline gelmesini de heyecanla istemektedirler. İşte ben burada biraz farklı bakış açılarını devreye sokma gereğini vurgulamak istiyorum. Belki de bunu 28 Şubat sürecinin, bizzat Türkiye içinde ortaya çıkardığı sonuçların bir kere daha sağlamasını yaparak gerçekleştirebiliriz. Şuna itirazım yok: Müslüman toplumların İslâm'ı algılama, yaşama tarzları içinde tartışılabilecek bir çok husus var. Bunların yoğun toplumsal sancılar doğurduğu da gözden kaçırılamaz. Toplumun en temel referans kaynağı olan İslâm'ın algılanmasındaki yanlışlıklar düzeltilmelidir. Ama bu sancıları 28 Şubat gibi bir süreçle yukardan aşağıya, devlet eliyle ortadan kaldırmak mümkün değildir. Aksine bu müdahaleler, zaten mevcut olan toplum-devlet ilişkilerindeki sancıyı derinleştiren bir nitelik kazanırlar. 28 Şubat sürecinde olan da budur. 28 Şubat'ın taraftarları vardır, ama kesin olan şu ki, ona yönelik toplumsal red, taraftarlıktan çok daha derindir. Öyleyse ortaya çıkan en küçük zarar, toplum-devlet ilişkisindeki sancıdan öte, toplum katmanları arasında oluşan fay hatlarıdır. İslâm'ı algılama zeminindeki sancıları gidermek ve sıhhatli İslâm yorumlarına ulaşmak isteniyorsa bunun yolu, işi bilim adamlarına havale etmek, İslâm'ın ilmi mânâda algılanmasının zemini hazırlamaktır. Oysa 28 Şubat tüm toplum hayatında "İslâm'ı azaltma" diyebileceğimiz bir projeyi hayata geçirmeye yönelmiş ve derin toplumsal yaraların açılmasına yol açmıştır. Kaldı ki Türkiye'nin İslâm'ını azaltmanın Türkiye açısından hangi iyi sonucu doğuracağının da bir cevabı yoktur. Şimdi İslâm coğrafyasına bakalım: Türkiye sancılı. Pakistan sancılı. Afganistan sancılı. Türki cumhuriyetler sancılı. Rusya, Çeçenistan'a karşı "28 Şubat mantığı" uyguluyor, Çin Doğu Türkistan'a karşı... İsrail Filistin'de "Global 28 Şubat" uyguluyor kendi üslubunca... Amerika Filipin'leri zorluyor, Sudan'ı, İran'ı zorluyor... Suudiler bile şu sıralar Amerikan cenderesinden nasıl kurtulacaklarının telaşı içindeler. Arap âlemi şaşkın... Tunus ve Cezayir'de halkla Batı güdümündeki yönetimler arasında derin çatışma var. Yani kan kaybı tüm İslâm coğrafyasının ortak sorunu. Ve burada iki başat etken karşı karşıya geliyor. 1. İslâm'la ilişkiler 2. Batı hegemonyası... Şu an yaşanan ve belki de daha derinleşmesi öngörülen süreç, İslâm'la ilişkilerin Batı hegemonyasına göre tarif ve tayin edilmesi süreci. Batı hegemonyasına uygun düşen islâmî algılama makbul, ötesi düşman! "İç tehdit, dış tehdit" ne derseniz deyin artık. İslâm ülkelerinde bu sürece uygun misyon üstlenen yönetimler ne yaparlar? 1-İslâm'ı azaltırlar. Bunun sonucu bir yandan toplum moral zaafa sürüklenirken, diğre yandan da toplum-yönetim ilişkileri bozulur. Ülke toplam güç kaybına uğrar. Bugün tüm İslâm ülkeleri için toplam güç kaybı en reel olgudur. 2-Ülke Amerika'nın güdümüne girer. Bu, fille aynı yatağa girmek gibi bir şeydir. 3-Dünyada Müslüman toplumlara karşı geliştirilen saldırgan politikalar karşısında insanî planda bile bir tepki koyamaz hale gelirler. Türkiye, eminim, Filistin'de İsrail vahşetini tasvip etmezdi. Ama gelin görün ki global planda konumunuz İsrail'in yanında gözüküyor. Aynı şekilde Kafkasya'da Rusya'nın, Doğu Türkistan'da Çin'in yanına düşüyorsunuz. Irak'ı vururken, Amerika'nın yanına yerleştiriliyorsunuz. NATO'nun "tehdit algılaması"nda bütünleşiyorsunuz. Amerikan askerleriyle birlikte Bağdat'ı vurma planında yer alıyorsunuz. Bu süreç size kendi kendinizi vurduracak süreçtir. Bilmem anlatabildim mi? Türkiye'yi birlikte sevelim, ama atları ve arabaları doğru yerlere yerleştirerek...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |