T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Son yazılar!

Epeyce zaman önce benzer bir olaydan söz ettiğimi iyi hatırlıyorum. Yine askerlik görevini yapan bir gencin ölümü söz konusuydu. Adını şimdi hatırlayamadığım bir genç üstleri tarafından feci şekilde dövülmüş ve hayatını kaybetmişti... Şimdi önümde duran, Milliyet'in 27 Ocak tarihli sayısından kesip bir kenara koyduğum kupür de benzer bir olaya dikkatimizi çekiyor.

Milliyet'in habere şu başlığı uygun görmüş: "Helal sana Binbaşım." Haberin spotunu da göz atalım: "Artvin'de görevli Binbaşı Can, ölümü kayıtlara 'beyin kanaması' olarak geçen er Mustafa Acar'ın dayak yediği iddiası üzerine, vicdanını dinledi."

Gazetenin başlığı yerinde bir başlık; gerçekten de "Helal sana Binbaşım!" Yine gazetenin ifadesiyle söyleyecek olursak, bu "korkunç olay" iki ay önce yaşanmış. 2. Piyade Tabur Komutanlığı erlerinden Mustafa Acar (20), koğuşunda ölü bulunmuş. Acar'ın ölüm nedeni kayıtlara "beyin kanaması" olarak geçmiş. "Ancak", diyor gazete, "komutanlar, Acar'ın ölümünü 'garip' bularak iç soruşturma başlattı. Soruşturmanın başına da, Piyade binbaşı Can getirildi."

Binbaşı Can'ın yürüttüğü soruşturma sırasında bir er, "Mustafa'yı ölümünden bir gün önce bir astsubay dövmüştü" iddiasını ortaya atınca, "garip" Mustafa'nın mezarının açılmasına karar verilmiş. Bu arada Mustafa'nın babasının da benzer bir iddiası var. O da, oğlunun ölümünden bir gün önce Astsubay Fatih Keçeci'den feci şekilde dayak yediğini "duyduğunu" söylüyor... Milliyet'in haberinden öğrendiğimiz kadarıyla son durum şöyle: Mezar açılmış ve gerekli "parçalar" olayın aydınlığa kavuşması için İstanbul Adli Tıp Kurumu'na gönderilmiş.

Bakalım, göreceğiz; Mustafa, gerçekten kayıtlara geçtiği gibi "beyin kanaması" nedeniyle mi öldü, yoksa terhis olamadan öte dünyaya göçmesinin nedeni yediği dayağın yol açtığı beyin kanaması mı?

Peki şimdi ben üzerinden neredeyse bir hafta geçmiş bu haberi durduk yere niçin aktarıyorum? Birinci neden tahmin ettiğiniz gibi, 159'un yeni halinin Meclis'ten geçmesine çok az bir zaman kalmadığı için! Yazının başında söylediğim gibi, bugüne kadar bu tür haberlerden sırası gelince söz edebiliyorduk. Ama yeni 159 ile bu imkanı artık bulamayabiliriz...

İkinci nedeni de tahmin ediyorsunuzdur... Türkiye'de askerlik görevini yapan her insanın "adı gibi bildiği" bir uygulamanın (hiç değilse yeni 159 yürürlüğe girmeden!) üzerinde bu vesileyle biraz daha düşünebilmemiz için. Rahmetli babamdan, yedeksubay olarak yaptığı askerlik görevi sırasında karşılaştığı yaygın "feci dayak"a ilişkin çok hikaye dinlemiştim. Benzer "feci" manzaralarla 1976'da yaptığım (hem de "kısa") askerlik dönemimde ben de bolca karşılaştım. Fakat ne hikmetse, temel insan hak ve özgürlüklerine aykırı olan bu uygulamadan medyada, üniversitelerde, sivil toplum kuruluşlarında hâlâ hemen hiç söz edilmemekte. Cumhuriyet Ordusu'nun bu çağdışı uygulamayı da şimdiye kadar tarihe gömmüş olması gerekmez miydi? Bu ülkede askerlik görevini "er" olarak yapıp da, "dayak" yemediğini söyleyebilecek kaç babayiğit çıkar dersiniz? İnanmazsanız bir "kamuoyu araştırması" yapalım! Ve şuna inanın ki, bu dünyada hiçbir şey, 20'li yaşlarıyla yeni tanışmış gençleri, "hazırol"da durarak üstlerinden (bu "üstler" çoğu zaman "onbaşı" ya da "çavuş"tur) "dayak" yemelerinden daha fazla etkileyemez... Bu gençlerin sonradan kendilerini, kırılan gururlarını tamir etmeleri o kadar zordur ki... O "dayak" tabii ki yenildiğiyle kalmaz ve gençlerin ilerideki hayatlarında bir biçimde, hem de hiç beklenilmeyen durumlarda ortaya çıkar. Hepimiz biliyoruz ki, hayatta en kolay şey insan onurunu kırmaksa, en zor şey de kırılan onuru tamir etmektir. Belki aranızdan bazıları bu satırlara hak vermiyor ve yenilen "dayak"ın "Vatan için" yenilen bir dayak olduğundan dolayı fazla abartılmaması gerektiğini düşünüyordur. Bilmiyorum; ama eğer öyleyse, onlara da şu hatırlatmayı yapmak isterim: "Vatan"ın bu şekilde insanın temel hak ve özgürlüklerini ortadan kaldırmaya yönelik bir "şahsiyet" olduğunu düşünmüyorum. Bu şekilde takdim edilen bir "vatan" imajı, tehlikeli bir biçimde insanı vatanından da soğutabilir. "Vatan" bu çerçevede, "uğrunda dayak yenilecek toprak" olmadığı gibi "uğrunda ölünecek toprak"dan ibaret de değildir. "Vatan", tam tersine, onun suyunu içen, ekmeğini yiyen, havasını soluyan vatandaşlarının her türlü zorbalıktan uzak, "işte nihayet hürüm!" diyerek yaşayabildikleri bir "baba ya da ana evi" olmalıdır.

Eğer işler gerçekten de Piyade Binbaşı Can'ın düşündüğü gibi gelişmişse, Mustafa'nın 20 yaşında bu vatandan göçmesine bir kere daha eyvâh!


2 Şubat 2002
Cumartesi
 
KÜRŞAD BUMİN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED