T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Dış politikayı politikacı yapmaz!..

Dışişlerinde önemli görevlerde bulunmuş, şimdi bir yabancı başkentte büyükelçi olan bir diplomatımızla konuşuyorduk geçenlerde..

Sordum ona..

-Size göre başarılı Dışişleri Bakanı nasıl bir kişi olmalıdır?

Çok açık cevap verdi..

-Başarılı dışişleri bakanı, dışişleri personelinin haklarını gözeten, teşkilatının bilgisine saygılı olan kişidir..

Biraz şaşırmıştım.. Sorularımı sürdürdüm..

-Başarılı dışişleri bakanı, vizyonu olan, Türk dış politikasında ufuklar açan, Türkiye'nin dış ilişkilerini geliştiren kişi değil midir öncelikle?

Büyükelçi güldü.. Açıkladı..

-Dışişleri bakanları zaten bu söylediklerinizi yapmak üzere koltuğa oturur.. Ama yeni politikalar üretmeleri pek mümkün değildir.. Onların gündemlerini, iç ve dış konjonktürdeki gelişmelere göre, dışişleri teknisyenleri belirler.. Dışişleri bakanlarının fazla hareket imkanı yoktur.. Özetle onlar dışişleri kadrosunun haklarını gözetirse, dışişleri teşkilatı da, onları iyi çalıştırır..

Sonra politikacılar ne karar verirse versin, "Yunan Masası" veya "Amerikan Masası" olmadan, bu ülkelerle ilişkilerin sürdürülemeyeceğini anlattı..

Ve neticede "Büyük politika değişiklikleri"nin, ancak "dünya konjonktürü"ne bağlı olarak gerçekleştiğini söyledi.. 2'nci Dünya Savaşı'ndan, Soğuk Savaş'tan, Kıbrıs'tan, Orta Doğu'dan örnekler verdi..

Dünya konjonktürü sabit kaldığı sürece, Türkiye'nin Kıbrıs'ta, Yunanistan'da, Irak'ta ve diğer bölgelerde, kemikleşmiş tutumları olduğunu ve bunu değiştirmeye hiçbir politikacının gücünün yetmeyeceğini, örneklerle anlattı..

Gerçekten de durum böyle değil mi?

"Dış konjonktür" zorlamasaydı, Kıbrıs'ta toplumlararası görüşmeler yeniden başlar mıydı?

Ağzını her açtığında "Sayın Saddam" diye söze başlayan Ecevit, sonunda "Saddam umurumda bile değil" diyebilir miydi?

Son örnek, İsrail-Filistin meselesindeki gelişmelere paralel olarak, Türkiye'nin Arafat'a karşı tutumunun değişmesidir.

Şaron'un Ankara ziyaretinde Ecevit'ten adeta istiskal görmesini hatırlayın.. Arafat'ın bizim yetkililerle yakınlığını hatırlayın..

Şimdi Arafat, İsrail tarafından bir nevi ev hapsinde.. Şaron, her gün Filistin'i yok eden girişim ve saldırıları sürdürüyor. Altı ay önce, Filistin Devleti'nin ve bu devletin Kudüs'teki payının görüşüldüğü ortam, havaya uçuruldu..

Ve bugün çaresiz Arafat, Türkiye'ye mektup yazıp, yardım istiyor..

Dün T.C. adına Cumhurbaşkanı Sezer'in cevabi mektubu gönderildi Arafat'a..

-Diyaloğu sürdürün.. Teröristlerle işbirliği yapmayın.. Terörist gruplara karşı savaş açın..

Sezer'in mektubunda özetle bunlar yazılıydı..

Geçen kısa sürede ne değişti ki, Türkiye sanki İsrail'in söylediklerini Arafat'a iletir durumda bulunuyor?..

Değişen şu..

Amerika'nın Arafat'a karşı tutumu değişti..

Şimdi Arafat, bir anlamda, Usame Bin Ladin'le, Saddam'la falan aynı konumda Amerika'nın gözünde..

Ne yapsın Türkiye?

Yapılacak tek şey, Orta Doğu politikasını değiştirmek değil midir?

İşin özeti bu işte..

Yine de eskisinden daha başarılıyız..

1967'de merhum Nasır, çevresinin pompalamasına bakıp, İsrail'e savaş açmıştı.. Tarihe "6 gün savaşı" olarak geçen bu saldırı, Mısır'ın kesin yenilgisi ile bitti. 9 Haziran günü, kesin yenilgi anlaşılınca, Nasır istifa edeceğini açıklamıştı..

Ama dış dünya, yenilgiyi tam hissedememiş ve Türkiye'deki siyasi iktidar (Başbakan Demirel-Dışişleri Bakanı Çağlayangil), Nasır'a bir nevi destek-kutlama mesajı göndermişlerdi..

Nasır yenilgiyi öğrendiği anda bu mesaj eline geldi ve o andan itibaren Türkiye'yi sevmeye başladı..

Şimdi hiç olmazsa, yenilenin yenildiğini bilerek mesaj gönderiyoruz..

ŞAKA

İlgi çeksin diye..

İzmir Milletvekili Azmi Ateş'in soru önergesine, BDDK Başkanı cevap vermiş..

Öğrendik ki, el koyulan 19 bankaya, şimdiye kadar 25 katrilyon lira aktarmış "Devlet".. Ve karşılığında 30 trilyon lira tahsil edebilmiş..

25 katrilyon, yani 19 milyar dolardan daha fazla..

Acaba, birileri bunun için de New York mahkemelerinde dava açsalar da, Türk basını konuyla ilgilense olmaz mı?

THE WALL STREET JOURNAL

Daniel Pearl, serbest kalmalıdır!..

Dünyanın uzak bir köşesinde, bir meslektaşımız, her gün 24 saat uzatılan sürelerle, öldürülmeyi bekliyor.

"The Wall Street Journal"in büro şefi Daniel Pearl'den söz ediyoruz..

Pakistan'da teröristler tarafından kaçırılan Daniel Pearl, ne kaçırılan, ne de öldürülen ilk gazeteci değil..

1980'lerin sonunda, The Wall Street'in bir mensubu, İran'daki rejim tarafından rehin alınmış ve rahmetli Turgut Özal'ın çabaları ile özgürlüğüne kavuşmuştu..

Şimdi Daniel Pearl'i kaçıran ve "İslam adına" bu eylemi koyduklarını iddia eden teröristler, sözde haklı davalarını, bir gazetecinin hayatı üzerinden dünyaya anlatacakları yanılgısı içindeler..

Oysa bu çeşit her eylem, söz konusu her çeşit davayı, haksızlığa ve uluslararası kamuoyu nezdinde, mahkûmiyete götürmekte..

Eğer "The Wall Street Journal" gibi gerçekten özgür ve kaliteli medya olmasa, Bush benzeri politikacıların sınırsız şovenliklerini, kimse dizginleyemez..

Bir gün, adam kaçırmayı bir politik yöntem sananlar da, özgürlüğün ve hür basının değerini, herhalde anlayacaklardır..


2 Şubat 2002
Cumartesi
 
MEHMET BARLAS


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED