AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

K R O N İ K  M E D Y A
Yanılmışız, meğer 'siyasi gazete'nin kralı Gözcü imiş...

Geçen gün göz attığımız gazeteler arasına Gözcü'yü de katmak gibi bir fikir geldi aklımıza. İyi ki bu kararı vermişiz. Böylece yanlış bir şekilde "magazin basını" sınıfına soktuğumuz bu gazeteyi nihayet yakından tanıma imkanına kavuştuk.... Açıkca söylemek gerekirse, bizim dünyadan haberimiz yokmuş; Gözcü, basbayağı "siyasi bir gazete"ymiş. Belki de ülkenin "en siyasi gazetesi".

Kronik Medya'ya arada bir göz atanlar bile, her gün kaç gazeteyi gözden geçirdiğimizi tahmin edebilir... Yine kolayca tahmin edilebileceği gibi, bu kadar gazetenin her gün gözden geçirilmesi aslında "işkence"den farksız bir iş... Tasavvur edin; sağduyulu okur bir tanesini sonuna kadar okumaya tahammül edemiyor, oysa biz her gün hiç değilse 10 ulusal gazeteyi "Aman şunun hakkı da yenmesin!" diyerek baştan sona okuyoruz...

Neyse, "içişlerimiz"le sizi daha fazla meşgul etmeyip, sadede gelelim:

Her sabah önümüze gelen gazeteler, her şeye rağmen, yine de ülkede yayımlanan ulusal gazetelerin tamamı değil. Bunlar içinden bazıları var ki, pekçoğunuz gibi bunlara biz de el sürmüyoruz. Aslında belki de yanlış yapıyor, daha doğrusu aceleci davranıyoruz. Belki de bu kategoriye giren gazeteler hakkında peşin hüküm sahibiyiz. Bu gazeteleri "a priori" olarak daha baştan defterden silmişiz...

Haklarında (doğru-yanlış) iyi fikir sahibi olmadığımız gazetelerin başında, tahmin ettiğiniz gibi, "magazin" ağırlıklı olanlar geliyor. "Magazin ağırlıklı" derken sadece "sanat ve eğlence dünyası"yla ilgili haberlerin ağırlıkta olduğu gazeteleri kastemiyoruz. Bunlar içinde bazıları var ki, başta "siyaset" olmak üzere her ciddi alan onların eline düşünce derhal "magazinleşiyor".

Şimdi de isterseniz "sadede" daha bir yaklaşalım:

TİRAJI DA FENA DEĞİL

Geçen gün göz attığımız gazeteler arasına Gözcü'yü de katmak gibi bir fikir geldi aklımıza. Tirajına baktık, doğrusu hiç fena değil; bağlı olduğu gruba, daha açıkcası patronuna baktık, doğrusu o da hiç fena değil. 200 bin civarında tiraja sahip, Doğan Medya Grubu gibi ciddi bir grup içinde yer alan bir gazete Gözcü.

İyi ki bu kararı vermişiz. Böylece yanlış bir şekilde "magazin basını" sınıfına soktuğumuz bu gazeteyi nihayet yakından tanıma imkanına kavuştuk.... Açıkca söylemek gerekirse, bizim dünyadan haberimiz yokmuş; Gözcü, basbayağı "siyasi bir gazete"ymiş. Belki de ülkenin "en siyasi gazetesi".

Dedik ya, insan sonradan pişman olmak istemiyorsa hiçbir zaman peşin hükümlerle hareket etmemeli, güzelce araştırıp incelemeden bir gazete hakkında da olsa karar vermemeli...

Hemen söyleyelim ki, Gözcü'nün "siyasi gazeteliği", "sıradan" ya da "banal" sıfatlarıyla tarif edilebilecek bir siyasi gazetecilik. (Hani "banal milliyetçilik", "sıradan faşizm", "sıradan-banal ırkçılık" filan denir ya, işte öyle bir şey.)

Evet, gazete boğazına kadar "siyaset" dolu. Amma ne siyaset!

Anlaşılan o ki, Doğan Medya Grubu, seçkin örneklerini verdiği gazeteleri arasına bir de bu türden, yani "siyaset"i "her yol mübah" yöntemine göre yapan "halkçı" bir gazete yerleştirmeyi "Doğan Medya Grubu Temel İlkeleri ve Meslek İlkeleri"ne uygun bulmuş... Yani "siyaset"e bu derece "düzeysiz", bu derece "niteliksiz", bu derece "bilgisiz" ve bu derece "etiksiz" (böylesi daha iyi oldu!) bir yaklaşım...

BAŞYAZAR

En iyisi sözü fazla uzatmadan Gözcü'nün önümüzde duran iki sayısına (10 ve 11 Aralık) yakından bakmak: Tahmin ettiğiniz gibi hemen her gazete gibi Gözcü'nün de bir başyazarı var. İsmini söyleyince hatırlayacaksınız; "basın tarihimiz" söz konusu olduğunda kimilerinin kendisinden "efsanevi gazeteci" olarak söz ettiği Rahmi Turan. Bu gazeteci Gözcü'ye sırasıyla hem genel yayın yönetmenliği ve başyazarlık yapıyor, hem de gazetenin ikinci sayfasında yer alan ve çizerinin adının belli olmadığı "Kara Murat" adlı bir çizgi romanın metnini yazıyor. Sizi bilmeyiz ama biz doğrusu çok güldük; bu çizgiromanın künyesinde "Eser: Rahmi Turan" notuyla karşılaşınca çok güldük... Dikkat edin, dalgınlıkla atlamayın, "Eser"den söz ediliyor "Eser"den! Bu çizgiromanın kahramanının (Kara Murat) ilginç bir tesadüf sonucu (!) bugünlerde "Şeyh Gaffar" adlı "kötü" bir kahramana karşı mücadele verdiğini de farkettik. "Şeyh Gaffar", "bir emriyle gözünü kırpmadan kendilerini ölüme atan binlerce fedainin efendisidir." Yani "Hasan Sabbah"ı hatırlatan bir şeyh işte... Nasıl, "Eser"in eserliğini yeteri kadar anlatabildik mi acaba?!

Peki Rahmi Turan'ın "başyazarlığı" nasıl bir şey? İsterseniz, "başyazar"ın başyazısından bir bölüm aktaralım da, bu soruya siz kendiniz cevap verin:

"Dinci basına bakıyor ve şaşırıyorum!...

"Ne kafadır bu yarabbim?

"Adamlar sanki teröristin avukatı... El Kaide ve benzeri dinci terör örgütlerini 'İslama "hizmet ediyor'' mantığıyla neredeyse alkışlıyorlar! "Bir takım sakat kafaların görüşü şöyle: 'Bunlar terör yapabilir. Ama sonuçta İslâm "düşmanlarına saldırıyorlar! Bu bir cihattır!' "Cahil mi desek, hain mi desek, ne desek bilmiyorum.

"Gaflet de var, dalalet de, hıyanet de..."(!)

'ENFLASYON DÜŞÜYOR HA!'

"Başyazarlık" dediğimiz işte böyle bir şey... Tamamen kafadan uydurma, tamamen hayal mahsulü bir "dinci basın"ı karşısına alıp verip veriştirmekten ibaret. Yani, "gaflet, dalalet, hıyanet"in yanında "cehalet" de eksik değil!

Gözcü'nün başsayfalarına hakim hava da farklı değil. Mesela, elimizdeki iki sayının başsayfalarına kurulan önemli başlıklarından bazıları şöyle şeyler: "Enflasyon düşüyor ha!", "Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlığına kaldıkları yerden devam edecekler" (imza: Saygı Öztürk), "Memur ve işçi eylem yapacak", Kenyalı yamyam yeğenini çorba yaptı", "Kim bu casus gazeteciler?", "Emekliye kıymayın!", "Dokunulmazlıklarına dokundurtmadılar!", "Başkomutan böyle istedi" (imza: Saygı Öztürk), "Gaflet de var hıyanet de!", "MİT'le ilgili anılar", vesaire...

Yani özetle, birinci vazife, iyi ya da kötü gitmesi farketmez, ülkenin her meselesine dair okurların kafasına "fitne sokmaya" çalışmak! Yapısal olarak "kötülüğü" seçmiş bir gazete arıyorsanız, bundan iyisi bulunamaz!

Gözcü'nün "reklam alma" açısından çok fakir olduğu da gözleniyor. Gazetenin iki sayısında bir "yorgan" reklamından başkasıyla karşılaşmadık desek abartmış olmayız. Anlaşılan o ki, tıka basa "siyasi" yorumlarla dolu olan gazetenin "reklam alma" ile filan da uğraştığı yok! Aktarması, anlatması gerçekten zor; gazete gerçekten de tıka basa "siyasi" yorumlarla dolu. Neler, kimler yok ki? Cemil Tosun imzalı bir yazar "Seçmeler Saçmalar" başlığı altında gerçekten de söylediği şeyi yapıyor! "Ankara Rüzgari" başlıklı köşede Tevfik Diker imzasıyla yayımlanmış şöyle "sürprizlerle" karşılaşmak işten bile değil: "Türkiye'de Yolsuzlukla Mücadele Derneği Kurucu başkanı, eski bir asker ve siyasetçi olan ben, KKTC'de yaşasam ve oy kullanma imkanım olsa idi; 14 Aralık 2003 Pazar günü oyumu KKTC Cumhurbaşkanı rauf Denktaş'a destek veren siyasi partilerden birine kullanırdım."(!)

'KAREN FOGG ÇOCUKLARI'

Mehmet Türker imzalı önemli köşe özellikle ilginç. Fotoğrafından yaşını başını almış birisi olduğu anlaşılan Türker, KKTC'deki seçimle ilgili yazısında bakın neler yazıyor: "Pek sayın ve sevgili okurlar; bütün bu gelişmeler iki deyişle özetlenebilir: 1- Hem suçlu hem güçlü... 2- Yavuz hırsız ev sahibini bastırır... Herkes Karen Fogg çocuğu olamaz!... Bu, anneden tevarüs eden bir niteliktir!... (...) Ama bakıyoruz, Karen Fogg çocukluğuna devam ede ede işi Rum çocukluğuna kadar vardırdılar... Ben Karen Fogg çocuklarına fazla kızmıyordum!... Çünkü anneleri yüzünden çocuklar suçlanamaz!.." Görüyorsunuz, fotoğrafından yaşını başını almış biri izlenimini veren Türker, "o... çocukları" diye yazmamak için kendisini zor tutuyor! Fotoğrafından yaşlı başlı bir gazeteci izlenimini veren şu gazetecinin kaleminin seviyesine bakın... Akgün Tekin adlı bir başka Gözcü yazarı ise, herhalde bir gazetede yazdığını hepten unuttuğundan olacak, "modern Türkiye"nin temelinde olan yasaları sıralarken "Takrir-i Sükûn" ve "1931 tarihli Basın Kanunu'nun adını da veriyor!

Meğer bir aralar adını duyduğumuz "Asabi" adlı gazete de Gözcü'nün bir bölümü haline gelmiş. Tahmin ettiğiniz gibi bu sayfalar da çok "siyasi"! Bu fasıldan da bir örnek vermek gerekirse, "Asabi"nin başyazısı olarak değerlendirilebilecek olan "Asabiyet" köşesinde Burhan Barut da şöyle şeyler diyor: "Her fırsatta Avrupa Birliği'nden, batılaşmaktan, modern dünyadan söz ederler, Türkiye'yi adım adım Batı'dan kopartıp Doğu'nun karanlıkları içine götürdüklerinin farkında değiller mi acaba?" (!) Alın başınıza soruyu... Dedik ya, "asabi" hem de çok "asabi" yazarlarla karşı karşıyayız...

Hadi oldu olacak, bu çok eğitici gazetede 11 Aralık itibariyle 28. bölümü yayamlanan bir yazı dizinin başlığını da verelim de tamam olsun: "Türkiye'de Babalar ve Mafya".

... VE SAHİBİ

Bu haddinden fazla uzayan yazıya nokta koymadan, Gözcü'nün ait olduğu (Gözcü'nün künyesinde "İmtiyaz hakkı sahibi" olarak Mehmet Ali Yalçındağ'ı görüyoruz, gurur duyuyordur herhalde!) pek medeni medya grubuna iki çift laf etmeden olmaz: Bu nedir böyle? Grup olarak kaleme aldığınız "Temel İlkeler ve Meslek İlkeleri" adlı manifestonun kapsamına Gözcü de giriyor mu? Yalan yanlış haber ve yorumlarıyla okurlarının kafasına girmeye çalışan bu gazetenin, "Kara Murat"ın mücadele ettiği "Şeyh Gaffar"dan ne farkı var? Hürriyet, Milliyet hele de Radikal'in yanına bu gazeteyi yakıştırabiliyor musunuz? Yoksa bu gazetenin "asıl sahibi" de, Aydın Doğan'ın Hürriyet için söylediği gibi siz değil misiniz?

Okurlara yazık değil mi? Hiç değilse kötü bir alışkanlık sonucu her sabah bu gazeteyi eline alıp asabı bozulan okurlara acıyın! (K.B.)


'MİT'in müşterileri' tartışması: 'Kamu yararı' var mı bilemeyiz ama...

Şu haliyle bile uzun olan başlığımızı biraz daha uzatabilseydik, devamı, "...biz epeyce yararlandık; meğer 'şaka'dan çok 'uyarı' varmış" diye gelecekti...

Hürriyet gazetesi genel yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök'ün, gazetelerin Ankara temsilcilerine verdiği yemekte söylediği o şimdiden meşhur sözü fâş etmesinden sonra gazeteciler arasında başlayan tartışma iyice kızışmış durumda.

Biliyorsunuz Özkök, MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun'un "14 kişisiniz, bakıyorum da 10'unuz daha önce bizim müşterimiz olmuş" sözlerini önce "MİT'in bilgi sızdırdığı gazetelerden söz ediyor" diye yorumlamıştı. Bundan bir gün sonra da bizzat Atasagun'un, kendisini arayıp, "O manada da kullanıyoruz 'müşteri' sözcüğünü ama toplantıda, 'hakkında dosya tuttuğumuz kişiler' anlamında kullanmıştım" açıklamasını aktarmıştı...

Bu iki yazının ardından başlayan "gazeteci 'off the record' (yayımlanmamak kaydıyla) söylenen sözleri yayımlamamalı" eksenli, Özkök'ü topa tutmalı bir tartışma başladı. Biz bu tartışmaya katılan ve o gün 14 gazeteci arasında yer alan iki "ağır top"un eleştirilerini aktaracağız size...

Cumhuriyet'ten Mustafa Balbay, "Ertuğrul Özkök'ün Ne-densiz yazısı!" başlıklı yazısında (13 Aralık), Hürriyet gazetesinin 25 Ağustos 2002 tarihli "Yayın ilkelerimiz"in 14. maddesini hatırlatıyor:

"Saklı kalması kaydıyla verilen bilgiler, kamu yararı ciddi bir biçimde gerektirmedikçe yayımlanamaz."

Yani, Özkök'ün fâş etiği şeyde herhangi bir "kamu yararı" bulunmadığını söylemek istiyordu Balbay. İlk bakışta doğru gibi görünüyor bu yaklaşım, öyle ya, sonuçta, Özkök'ün yorumladığı gibi bir "şaka"ydı bu...

Balbay'dan bir gün önce Fikret Bila'nın (Milliyet) değerlendirmesini okumasaydık, ona hak verirdik. Fakat Bila aynen şöyle yazmıştı:

"Atasagun '10 kişi müşterimizmiş' derken, Ertuğrul Özkök'ün yorumlamaya gayret gösterdiği gibi 'şaka' yapmıyordu. Bu sözleri esprili biri olduğu için de söylemedi. Bu bir. Ev sahipliği konumuyla pek de bağdaştıramadığımız, bu ve benzeri yaklaşımları için ben ve bazı arkadaşlarımız karşılık verdi. Bu iki."

Görüyorsunuz, Bila açık açık söylemiyor ama, yazdıklarından, iyimser bir yorumla 14 gazetecinin o gün en azından "uyarıldığı" sonucu çıkıyor.

Bize sorarsanız, bir MİT müsteşarının, Bila'nın tanımladığı içerikle gazetecilere "dosyalarını" hatırlatmasının bilinmesinde "kamu yararı" vardır, hem de "ciddi biçimde"... Bu vesileyle Ertuğrul Özkök'e de teşekkür ediyoruz. (A.G.)


'G-string' haberinde hiç değilse toplantının konusu var!

Bir kadın muhabirin, katıldığı bir toplantıda soru sormak için yere çömeldiği sırada "g-string"inin ortaya çıkması ve bunun da "muhabirin iş kazası" başlığıyla Hürriyet gazetesinde (12 Aralık) haber olması, gazeteciler (özellikle kadın gazeteciler) arasında büyük bir infiale yol açtı. Aynı gün internet siteleri, durumu protesto eden yüzlerce mektup yayımladı. Ertesi gün de bazı köşe yazarları tartışmayı köşelerine taşıdılar. Bunların arasında biz Fatih Altaylı (Hürriyet), Serdar Turgut (Akşam), Emre Aköz (Sabah) ve Savaş Ay'ın (Sabah) yazılarını okuduk, gözümüzden kaçanlar da vardır mutlaka...

Kendi gazetesini eleştiren Altaylı dahil, herkes fotoğrafa itiraz ediyor. Bazıları, bizim burada sık sık önerdiğimiz bir kritere baş vurarak soruyor: "Sizin bir yakınınız ya da gazetenizden biri olsaydı, gene yayımlar mıydınız o fotoğrafı?"

Serdar Turgut da, burada asıl önemli olanın, "Bir gazete yönetiminin önüne getirilen bir fotoğrafın yayımlanması durumunda bunun büyük tepki çekeceğini hissedemeyecek duruma nasıl geldiği, kendisini nasıl bu kadar kaybedebildiği" konusu olduğunu söylüyor ki, bizce de çok yerinde bir tespit.

Biz, Turgut'un şu tespitini de çok yerinde bulduk: "(..) Bir gazetede bu fotoğrafın kaygı duyulmadan yayınlanmasına karar verilmesi ve üstelik fotoğrafta görülenin ayrıca haberde 'siyah renkli G-string iç çamaşırı' şeklinde muazzam bir iştahla anlatılması mümkün değildir. Ayrıca bu devirde bu tür görüntülerden yaşını başını almaş adamların bu kadar abartılı heyecanlanabilmeleri normal değildir ama buna da biz okuyucuların yapacağı bir şey yok açıkçası. Orası tıp biliminin alanına giriyor. Hürriyet gazetesinin bu konuda ciddi bir vukuat tarihi oluşmaya başladı."

Serdar Turgut'un sözünü ettiği "Vukuat tarihi"nden akla hemen, sonradan "kendi kendimizi kınıyoruz" özrünün geldiği "çocuk pornosu" fotoğrafı; bir küçük kızın uğradığı toplu tecavüzü anlattığı mahkeme tutanaklarının "Pozisyonları da anlattı" ara başlığıyla sunulması gibi şeyler geliyor...

Biz burada çok az bilinen bir "vukuat"tan kısaca söz edeceğiz... 2002'nin bahar aylarıydı, Hürriyet'te "TRANSPARAN KONUK" başlıklı bir haber yer almıştı. Haberi, şeffaf bluzundan iç çamaşırı görünen bir kadın fotoğrafı süslüyordu. Fotoğraftaki "Transparan konuk", Türkiye'ye çeşitli görüşmeler yapmak üzere gelen Alman Sanayi Bakanı'nın yardımcılarından biriydi. Haber, tümüyle "konuk"un transparanlığı üzerine kurulmuştu. Hürriyet, "manzara" karşısında kendisinden öylesine geçmişti ki, haberi hepten unutmuştu: Bakan'ın buraya neden geldiği, kimlerle görüşeceği, ne tür projeler üzerine tartışılacağına ilişkin tek bir satır dahi yoktu haberde. Yani, "konuk transparan"dı ama haber "opak"tı.

Oysa Hürriyet'in tartışmalara yol açan son fotoğrafının "eşlik ettiği" haberde hiç değilse, "iş kazası"nın yaşandığı toplantının ne toplantısı olduğu, kimlerin katıldığı ve nelerin tartışıldığı da vardı. Yani meseleye bu tarz "iyimser" bir yaklaşımla eğilmek de mümkün diyoruz biz! (A.G.)


14 Aralık 2003
Pazar
 
YÖNETENLER: Kürşat Bumin
Alper Görmüş


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED