AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Avrupa ve İslam

Kürşat Bumin, 4 gün boyunca Fransa'daki "başörtüsü sancısı"nı yazdı. Anlaşılıyor ki bu iş devam edecek ve yazılacak. Sonunda konu "Avrupa ve İslam" başlığı altında işlenmeye başlanacak.

Ali Bulaç dünkü yazısında Almanya Dışişleri Bakanlığı adına Goethe Enstitüsü tarafından düzenlenen bir toplantıdan söz ediyordu. Bulaç'ın anlattığına göre 8 gün boyunca süren toplantılar Almanya'nın yöneldiği "temel bir politika değişikliği" konusunda "bilgilendirme" niteliği taşıyordu ve bu yeni politikalar "iç açıcı" görünmüyordu. "8 gün boyunca her toplantıda başörtüsü sorunu gündeme gelmiş"ti, anlaşılıyordu ki "Almanya eski Almanya değil"di. "90'larda revaçta olan çok kültürlülük yerini bir türlü tanımı yapılmayan entegrasyon politikalarına bırakıyor"du. Ali Bulaç'ın yazısı şöyle bitiyordu: "Batı'da İslam'la ilgili çok önemli gelişmeler oluyor." (Zaman)

Fransa ve Almanya...

Avrupa Birliği'nin iki ana unsuru...

Elbet tüm Avrupa'da şu an aynı nabız atmıyor, ama en kalabalık Müslüman nüfusu bünyesinde barındıran bu iki ülkenin yönelişi önemli.

Avrupa demokrasi, laiklik, hukuk devleti gibi kendi kutsadığı tüm disiplinlerin muhtevasını allak bullak edecek bir yönelişin içine neden giriyor?

Kürşat Bumin, sütununda "başörtüsü"ne karşı allerji ile başlayan, ama "çifte standart" anaforuna düşmemek için kapsamı genişletilen, sembollere yönelik bir yasaklamanın nasıl bir karmaşa doğuracağının örneklerini geniş geniş anlattı. Bu yasakların Müslümanlar ve İslam dünyası nezdinde nasıl bir Avrupa imajı üreteceği konusu da ayrı bir mesele. Bunları nasıl göze alıyor Avrupa? Üç beş başörtülü genç kızın Avrupa için "öncelikli tehdit" haline geldiğini mi düşünüyor? Yoksa bir boyutu ile "düşüncelerin serbest dolaşımı" anlamına gelen küreselleşmeyi, Batı insanının İslam'la yüzyüze gelmesi ihtimali söz konusu olduğunda rafa kaldırmanın gerekliliğine mi inandı?

Bir kere bizzat Fransa'da başörtüsü yasağının hem salt insan hakları duyarlılığı ile, hem de bu yasağın kapsam alanına giren diğer dinlere ait sembollerin yasaklanacağı kaygısıyla ciddi tepkiler gördüğü biliniyor. Ancak bir kesim var ki, onlar Chirac yönetiminin gözünü karartıyor.

İslam'a dair bilgiler edinmiş ve gönlünde "Müslüman olma" eğilimleri uyanmış üniversiteli genç bir Fransız kızın mektubunu okudum. Müslüman olunca karşılaşacağı problemleri yazıyor. "Başörtülü halimin, diyor, katolik olan ailemde doğuracağı fırtınalar aklıma geldikçe ürküyorum." Bu cümle çok sade ama çok derin bir gerçekliği (Fransa'da veya Türkiye'de başını örtmek isteyen bir genç kızın ailesinde karşılaşacağı baskıyı... Yani insanlara başlarını örtmeleri için değil, açmaları için baskı yapıldığı gerçeğini...) ifade ediyor.

Bu genç Fransız bayanın cümlesini, hafta başında Neşe Düzel'in görüştüğü Prof. Dr. Yeşim Arat'ın bazı tesbitleriyle birlikte okuduğumda, Türkiye gibi bir ülkede bile insanların zihni "başörtüsü"nden yola çıkıp "tehdit"e odaklanıyorsa, Fransa'da, Avrupa'da neden olmasın, diyorum.

Boğaziçi Üniversitesi'nde siyaset bilimi okutan Prof. Dr. Arat, bazı temel yanılgıları yıkıyor öncelikle. Hani bir söylem var, "Başörtüsü kadına yönelik bir baskının sembolü" gibi, oradan çıkıp kadını bu baskıdan kurtarmak düşüncesinin zemini... Prof. Dr. Arat, "Hayır, diyor, Müslüman kadın bunu böyle algılamıyor". İşte onun sözleri:

"Müslümanlığı başını örterek uygulayan kitle, kendisini ikinci sınıf görmüyor. Örtünmenin kendisine erkekle eşitliğinden hiçbir şey kaybettirmediğini düşünüyor. O, kendisini birinci sınıf olarak görüyor. Ayrıca İslam'ı kadını ikinci sınıf vatandaş yapan, adil olmayan bir din, bir ideoloji olarak da anlamıyor. Bu fark çok önemli. Bizim bu farkın bilincinde olmamız ve böyle düşünenlere saygı duymamız lazım. Belki ailesinin baskısıyla örtünen kadınlar da vardır ama birçok kadın kendi isteğiyle örtünüyor."

Peki ya "tehdit" kaygısının gerçekçiliği? İşte cevap:

"Başını örten kadınlarla konuşmuş, niye, nasıl kapandıklarının hikâyelerini dinlemiş biri olarak kalpten inanıyorum ki bir türban tehdidi yok. Benim yaptığım araştırmalar, türbanın tehdit olduğunu göstermiyor. Bu kadınlar sadece başlarını örtmek istiyor. Zaten türbanın laik düzene bir tehdit olup olmadığına, ancak onu sahada sosyolojik ve antropolojik olarak araştırarak karar verebilirsiniz. Bunun için de, örtünen kadınların İslam'ı nasıl algıladıklarını, İslam'ı nasıl yaşadıklarını öğrenmeliyiz."

Prof. Arat, "bugün halkın yüzde 75'i başörtüsü yasağını istemiyor." diyor. Ama Türkiye'de yüzde 25'in kaygısı var ve o kaygı yasağa dönüşüyor. Prof. Arat, "Türban sorunu nasıl çözülür?" sorusunu şöyle cevaplandırıyor:

"Türban sorunu Kıbrıs sorunuyla çözülebilir. Kıbrıs sorununu çözersek, AB'den üyelik için müzakere tarihi almamız ciddi bir olasılık olacak. AB'ye girmiş bir toplumda da, türbanı, Kuran kurslarını laikliğe tehdit olarak gören kesimler rahatlayacak. Bu yüzde 25'lik kesimin korkularının giderilmesi çok önemli. Çünkü onların kendilerini güvende hissetmeleri, türban sorununun çözümü için şart."

Bu görüşün özeti şu: Türban sorunu Avrupa Birliğine girersek çözülür. Çünkü yüzde 25'in kaygısı o zaman biter. Bu duruma göre Türkiye'de yüzde 25'in kaygısı yüzde 75'in özgürlüğüne ambargo koyuyor.

Avrupa'da ise, neredeyse on binde – belki yüz binde birlik bir "başörtülü kadın" gerçeğine karşı "kaygı" ve "yasak" üretiliyor ve bizdeki yüzde 25 o kaygıyı Türkiye'ye taşımanın heyecanını yaşıyor.

İşin özüne bakıldığında ise başka bir şey var Avrupa'daki kaygıda...

O başka şeyi de, yıllardır Fransa'da yaşayan, eğitimini orada gören, Sorbon'da Sosyal ve Beşeri Bilimler alanında doktora yapan ve Fransa İslam Konseyi Paris Temsilcisi olan Ahmet Bakcan'dan öğrenelim:

-Fransa her gün 50 kadar insanın İslam'ı seçtiği bir ülke. Bu, kimi çevrelerde "Fransa giderek bir İslam ülkesi mi olacak?" kaygısına yol açıyor ve ardından Fransa'ya hiç yakışmayan yasaklar geliyor."

Demokrasinin, hukukun üstünlüğü ilkesinin, özgürlüklerin beşiği olmakla övünen Avrupa'nın kafası fevkalade karışık. Dileriz bu kafa karışıklığı Avrupa'yı, insan haklarını rafa kaldırıp entegrasyon diye diye asimilasyonist politikalara sürüklemesin...


18 Aralık 2003
Perşembe
 
AHMET TAŞGETİREN


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED