|
AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ |
| |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Eğitimini ABD’de sürdürdüğü anlaşılan bir okur, “Ludlum okuru olmak insanın bırakmak isteyip de sürekli yaptığı kötü bir alışkanlık gibi” diye yazmış, beni de suçlayarak... “Kudurmaktan da beter; okuduğunuz için kendinizden iğreniyorsunuz, ama bir türlü vazgeçemiyorsunuz” diyor. Ve beni suçlayıcı satırları: “Bu kötü alışkanlığımın sebebi sizsiniz. Sizsiniz, bunu bilin...” Neden ben? “Daha önce Ludlum’un yazdığı tarzda roman okumazdım. 11 Eylül sonrası ‘Sigma’ adlı örgütten ve onun kasasından bahseden bir yazınız var. Zaman makinası ile geri gidip o yazınızı yazmanıza engel olmayı ne kadar isterdim!” Yazarların kırk yılda bir aldığı, aldığında sevincinden ne yapacağını şaşırdığı türden bu mesajı, Robert Ludlum da okuyabilseydi keşke. İyi okurlarla yazarlar arasında akrabalık bağını kuran işte böyle karşılıklı hisler... Benimle Ludlum ve dünyanın bir ucundaki okurla her ikimiz arasındaki bağ işte o türden... ‘Sigma Protokolu’ romanını burada sözü edildikten sonra kaçınız okudu acaba? O zaman (20 Kasım 2001) Kulis’te sizlerle paylaştıklarım bir kez daha hatırlatmaya değer: “Şöyle bir kurgu düşünün: İkinci Dünya Savaşı sonlarına doğru kurulan bir örgüt, bir tür şirket... Bu şirketin ortakları, Nazi Almanyası'nın en büyük beyinleri, ama aralarına Almanya dışından önemli kişileri de alıyorlar. Ellerinin altında kullanabilecekleri çok ciddi bir mâlî kaynak var. Hitler ile ve Nazi düşüncesiyle ilişkili olmadıklarını ispat için genç bir Musevi'yi de 'kasa' olarak aralarına almışlar. Savaş-sonrası dönemde birbirlerine rakip konum almış bu insanlar, aslında, belli zamanlarda biraraya gelerek dünya ile ilgili temel konularda kararlar alıyorlar... “Romanın ölmek üzere olan dışlanmış bir Sigma mensubunun gruptan söz ettiği bölümünü beraberce okuyalım: ‘Sigma son yıllarda yeni bir istikamete yönelmekte. Bu, kendi başarısının ürünü bir yöneliş... Komünizm artık tehlike olmaktan çıktı ve bu yüzden milyarlarca doları eylemlere ve siyasi güçlere akıtmaya gerek kalmadı. Şimdi belki de Sigma'nın amaçlarını gerçekleştirmenin daha verimli bir yolu var. Sigma'nın bir amacı 'istikrar'... İtirazcıları susturmak, sorun çıkartanları ve sanayi devletine tehdit teşkil edenleri 'bitirmek'. Gorbachev sorun olmaya başladığında onu biz devre dışı bıraktık. Uzak Doğu'daki rejimler fazla olmaya başladıklarında, yabancı sermayenin hemen topluca orayı terk etmesini sağlayan, ekonomileri resesyona uğratan da biziz. Meksika'nın liderleri işbirliğine yanaşmayınca hükümet değişikliğini biz sağladık..." “Bu boşbağazlığın sebebi, ölmekte olan grup üyesini isyan ettiren yeni yöneliş... Adam gerçeği şu sözlerle ifşa ediyor: ‘Şu yakınlarda Sigma'nın yeni ve özel bir projesi öne çıktı: Başarısı dünya denetiminin tabiatını devrime uğratacak bir proje. Artık fonların dağılımı, kaynakların aktarılmasıyla ilgisi yok işin; onun yerine, tek ilgi 'Seçilmiş kim olacak?' üzerine yoğunlaşıldı." ‘Sigma Protokolü’ böyle de ‘Prometheus’un İhaneti’ sanki farklı mı? Roman, “Akılları karıştıran çok derin bir komplo etrafında kurulu... Daha küçükken devlete ait çok gizli bir örgütün ilgi alanına giren, mezuniyet sonrası örgütte çalışmaya başlayan ve kirli-temiz yüzlerce operasyonda görev alan bir 'ajan', ölümle teğet geçtiği bir operasyon sırasında öldürücü gerçekle karşı karşıya kalır: Hayatını uğruna feda edebilecek kadar bağlılık duyduğu, o emredince insan öldürdüğü örgüt, kendisine babalık yapmış yöneticisi ve bir çok çalışanıyla birlikte, aslında Rus GRU'nun kurduğu bir 'sahte örgüt' değil miymiş?” Okurum, burada benim tanıttığım romanlarıyla yetinmemiş, ‘kötü bir alışkanlıktan vazgeçememek gibi’ diye tanımladığı tiryakiliğin peşinde yazarın ilk romanlarına kadar da uzanmış. ‘Scarlatti Mirası’ adlı ilk romanında, Robert Ludlum, “Hitler'in Almanya'da yükselişi ve dünyaya meydan okuyuşunu bir avuç uluslararası parababasının eseri olarak gösterir. Wall Street'in büyükleri, dünyada kendilerine bağlı bir mâlî imparatorluk kurmak amacıyla destekler Hitler'i...” Geçtiğimiz günlerde Türkçesi de yayınlanmış olan ‘Janson Tâlimâtı’ ise sanki günümüzü anlatıyor. Ludlum’un 2001 yılı mart ayında (yani, 11 Eylül saldırılarından aylarca önce) öldüğünü düşünürseniz, romanın ana temasını, uzakta bir yerlerde kurulu ama bütün dünyayı avlanma alanı bilen ‘Halife’ kodadlı bir liderin terör eylemleri üzerine oturtmasının değerini daha iyi anlarsınız... Terör liderinin kodadı ‘Halife’dir, eylemlerini güya İslâm adına yapmaktadır, ama yolu dünyaya egemen olmak isteyen farklı tiplerle kesişmektedir... Onun her yaptığı başka birilerinin kâr hânesine yazılır... Çevremizde olup bitenler Robert Ludlum’un kurgusal dünyasında yaşananlardan elbette farklı; ancak yine de, zihninizde sorup durduğunuz pek çok sorunun cevabını romanlarından aldığınızı hissediyorsunuz. İstihbaratçıların kaypak bir zeminde at koşturduklarını ‘Prometheus’un İhaneti’ anlatıyor; dünyada gerçek anlamda güç odağı durumunda bir örgüt var olsa yadırgamayacağınızı ‘Sigma Protokolu’ sayfalarında dolaşırken anlıyorsunuz... ‘Janson Tâlimâtı’ da ayrı göz açıcı... Amerika’dan yazan okur gibi kızacaksınız sonunda, biliyorum; ama razıyım: Yeter ki, okuyun...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |