AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

K R O N İ K  M E D Y A
Bozacının şahidi şıracı

"Türban lafı nasıl ortadan kalkacak?" "Türban her yerde mi yoksa belirli yerlerde mi serbest olsun?" "Türbanlı eşler Çankaya'ya çıkabilsinler mi?" Üniversitelerde, liselerde durum nasıl olsun?" "Kamusal alan tartışması nasıl sona ersin?" soruları cevapsız bırakılıyor.

Cumhurbaşkanlığı tarafından hazırlanan "davetiyeler"in yol açtığı tartışma malûm... Dikkat ettiyseniz, apaçık "ayrımcılık" kokan bu davetiye hazırlama tarzını medyada doğrudan savunan, doğru bulan yok gibi. Özellikle baktık, pek çok köşeyazısına konu olan eşine gerçekten az rastlanır bu "tarz", Cumhuriyet gazetesinin köşeyazarlarının bile ilgisini çekmemiş.

Ama gazetelerde bu davetiye işini "doğrudan" olmasa da, "dolaylı" bir biçimde "anlamaya" çalışan yazarlar da yok değil doğrusu... Taramalarımız sonucunda bu sınıfa giren üç yazarla karşılaştık. Yani şu yazarlarla: Güngör Mengi (Vatan), Güneri Cıvaoğlu (Milliyet) ve Hakkı Devrim (Radikal).

Hemen belirtelim ki, bu üç yazar, "davetiye" konusu aynı gün ele almadılar. İlk yazı Mengi'den geldi. Ertesi gün (22 Ekim) Cıvaoğlu ve Devrim (her ikisi de Mengi'nin yazısına atıfta bulunarak) konuyu tartışmaya açtılar.

Mengi'nin yazısının ilginç yanı (Cıvaoğlu ve Devrim'in de işaret ettiği gibi), davetiyenin nasıl hazırlanabileceği yolunda getirdiği öneriydi. Yani şu öneri:

Bütün davetliler eşleriyle birlikte çağrılır ama davetiyenin altına şu not düşülür:

"Resepsiyonda TBMM Genel Kurulu kıyafet kuralları geçerlidir."(!)

Görüyorsunuz, Mengi'nin önerisi ilk bakışta bayağı makul bir öneri gibi görünüyor. Yani, davetiyeye "eşli" veya değil notu düşülmemiş, bir ayrımcılık yapılmayarak herkes çağırılmış, artık bundan sonrası da davetlilere kalmış!

Ama –yine gördüğünüz gibi- Mengi'nin önerisini biraz yakından inceleyince, mesele hemen anlaşılıyor!

Bir kere, Çankaya Köşkü'nde verilen bir davete katılabilmek için niçin "TBMM Genel Kurulu kıyafet kuralları" geçerli olacak? Kurumlar ayrı, mekanlar ayrı, davet sahipleri ayrı...

Kolayca tahmin ettiğiniz gibi, "niçin"in cevabı çok basit: Çünkü, "TBMM Genel Kurulu"na (Merve Kavakçı'yı hatırlayın) "başörtüsü" ile girilemediğinden, davetiyelere bu not düşülerek hem Cumhurbaşkanlığı tarafından gönderilen davetiyelerin üzerindeki "ayrımcı" koku giderilmiş olacak, hem de sonuç itibariyle başörtülü eşlerin davete katılmalarının yolu –bu kez daha "kibarca"- yine kesilmiş olacak!

Tamam, belki Mengi'nin önerisi hiç değilse durumu "biçimsel" olarak kurtarmak bakımından dikkate alınabilir. Ama görüyorsunuz, mesele hâlâ halledilmiş değil; "biçim"i biraz olsun kurtardık ama "içerik" öylece duruyor...

Güneri Cıvaoğlu'nun konuya ilişkin yazısına gelince: Hemen söyleyelim ki, yine (evet yine!) çok aceleye getirilmiş bir yazı ile karşı karşıyayız... Cıvaoğlu, önce, "davetiye" krizine ilişkin iki temel tezi ortaya koyuyor. Yani özetle: 1- Çankaya Köşkü kamusal alandır ve dolayısıyla "Başörtüsü dışarı!". 2- Cumhurbaşkanı "tüm ulusu kucaklamalı"dır ve dolayısıyla herkese eşli davetiye gönderilmeli.

Ancak Cıvaoğlu, süratle, bu "iki tez"in de "sağlam basmadığını" belirtiyor. Çünkü, bir yandan Anayasa Mahkemesi'nin kararlarına göre "kamusal alanlarda bayanların başı örtülü yer alamayacakları" (Nerede bu karar?!) hükme bağlanmış olduğu için Cumhurbaşkanı bu "hukuk düzenlemesi"ni görmezden gelemez, öte yandan ise hukuka uygun bu davranış karşısında "kadınlar kırılır". "Yani... bir yanda hukuk, öte yanda insan." Kolaysa seçin bunlardan birisini!

Allahtan elimizde Mengi'nin biraz önce aktardığımız önerisi var. Nitekim "tezler" arasında sıkışmış olan Cıvaoğlu'nun imdadına da bu öneri yetişiyor: "Bana göre 'hukuka özen ve insani değerleri gözetmeyi' bir ölçüde de olsa yaklaştıran bir formül bu."(!)

Başörtülü eşler davete katılamasa da, hiç değilse "biçim"i kurtardık!

Hakkı Devrim'in değerlendirmesine gelecek olursak:

Devrim yazısına ("Bıktık artık bu bayramlık türban tartışmalarından!") "her Allah'ın günü türban lafı" etmekten sıkıldığını açıklayarak bayşlıyor. Hatta bu konuda bir öneri de getiriyor: "Bu üç kurumun başkanları, yani Cumhur'un, Meclis'in ve Genelkurmay'ın başında bulunanlar! Tez zamanda bir araya gelip, bu ayıbımızı göze batar halden kurtarmak için olsun, aranızda anlaşın. Hükümetten, partilerden, üniversitelerden, sivil toplum kuruluşlarından, gazetelerden yardım beklemeyin, destek aramayın!"

Biraz tuhaf kaçmış bir öneri ama olsun, yine de bir öneri... Birileri (ama dikkat ederseniz, "bir araya gelmesi" istenen "başkanlar" dikkatle seçilmiş!) bir şeyler yapsın da, "türban" tartışmasından sıkılmış olan Devrim ve onun gibi düşünenler artık rahat etsin...

Ama dikkat edin, ortada "artık karar verin" şeklinde bir öneri var ama, yazarımız nasıl bir karar verilmesi konusunda hiçbir şey önermiyor... Yani, "türban lafı" nasıl ortadan kalkacak, "türban" her yerde mi yoksa belirli yerlerde mi serbest olsun, "türbanlı" eşler Çankaya'ya çıkabilsinler mi, üniversitelerde, liselerde durum nasıl olsun, "kamusal alan" tartışması nasıl sona ersin.. gibi soruları cevapsız bırakıyor.

Devrim, tartışmanın bu ve benzer konulardan oluşan "içeriği"ne hiç ilişmiyor ama şu satırları karalamadan da edemiyor:

"Dünkü yazısında Güngör Mengi'nin dediğine benzer bir formülle anlaşın. Ne dediğini ben hatırlatayım size: - Bütün davetliler eşleriyle birlikte çağrılabilir ve davetiyenin altına bir not konulabilir: 'Resepsiyonda TBMM Genel Kurulu kıyafet kuralları geçerlidir' (Vatan, 21 Ekim), diyordu. Veya bir başka çözüm bulun da, bizi bu duruma düşmekten kurtarın artık..."

Güngör Mengi 22 Ekim Çarşamba gününü keyifli geçirmiştir herhalde... Baksanıza, müthiş önerisine atıfta bulunan bulunana!...

Sonuç olarak, bizden söylemesi: Tartışma bu düzlemde devam ederse, her Allah'ın günü "türban lafı" etmekten ve dinlemekten kurtulmak mümkün değildir... (K.B.)

Not: "Davetiye" krizine ilişkin Cumhuriyet gazetesinde hiçbir köşe yazısının bulunmadığı yolundaki tespitimiz, okuduğunuz yazının kaleme alındığı 22 Ekim Çarşamba günü itibariyle geçerliydi. Meğerse, gazete harıl harıl ertesi gün için hazırlık yapıyormuş! İyi de hazırlanmışlar doğrusu... İlhan Selçuk'tan Cüneyt Arcayürek'e, Orhan Bursalı'dan Şükran Soner'e, mesele enine boyuna gözden geçirilmiş durumda artık... Tesadüf bu ya, Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac'ın laiklik hakkındaki açıklamaları da tam gününe rastgelmiş...


Gazetecilikte dönüp geriye bakmak...

Gazetecilikte hafızaya (arşive) başvurmanın ve elde edilen bilgilerle daha taze bilgileri karşılaştırmanın önemini gösteren son örneği sizlerle paylaşmak istiyoruz... Hürriyet gazetesi yazarı Yalçın Doğan'ın 21 Ekim tarihli köşesi "Blok blok partiyi bölüyor" başlığını taşıyordu. Doğan'ın kullandığı başlık tırnak içinde değildi ama bu sözler aslında CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'a aitti... Ama yıllardan 1993, aylardan Mart'tı ve Baykal Parti Meclisi'nde "Blok liste"yi savunan üyeleri şu sözlerle eleştirmişti:

''Ne demek blok liste?.. Nereden çıkıyor blok liste?.. Bizim partimizin geleneğinde hep çarşaf liste vardır. Herkes, istediği adayı seçebilmeli, her delege bu demokratik hakkını kullanmalıdır. Oysa blok liste, delegenin iradesini hiçe saymaktır, kurultayın iradesine saygısızlıktır. Blok liste, adı üstünde, blok blok partiyi bölüyor. Oysa, çarşaf liste ile parti içinde demokratik katılımcılık ve çoğulculuk sağlanmaktadır. Kendinizi çoğulculuğa ve katılımcılığa alıştırmanız gerekir. Parti içi demokrasinin vazgeçilmez koşuludur bu.''

Dedik ya, gazetecilikte hafızaya başvurmak, hasatı çok verimli bir yöntemdir... Bilhassa da siyasi gazetecilikte... Çünkü biliyorsunuz, bizim siyasi hayatımızda "karakolda doğru söyleyip mahkemede şaşmak" vaka-i adiyedendir... (A.G.)


Brüksel'den enteresan haberler....

Öyle anlaşılıyor ki, Hürriyet gazetesinin manşetçileri kafa kafaya vermiş ve "Şu sıralar Brüksel'i çok ihmal ettik, hadi bugün de onunla ilgili bir manşet icat edelim!" diyerek işe koyulmuşlar... Nasıl olsa Brüksel'de "hadise"den önce "havadis" geçebilen bir muhabirleri, Zeynel Lüle de hazır, hadi bakalım iş başına....

Bu titiz çalışmanın sonucunda ortaya şu manşet çıkmış:

"KADEK'e karşı ZANA".

Görüldüğü gibi, basbayağı bir pazarlıktan söz ediyor gazete...

Meğerse, Avrupa Birliği komisyonu ile görüşen "Türk yetkililer", "KADEK'i terör listesine sokarsanız, Leyla Zana ile arkadaşlarının davasının seyri değişebilir" mesajı vermişler...

Siz şu işe bakın; basbayağı bir pazarlık bu...

"Parayı getir rehineyi al!" teklifinden bir farkı var mı?

Olacak iş değil. Hem de bu pazarlık teklifi, Hürriyet'in sürekli "yargı bağımsızlığı"nın mevcut olduğunu iddia ettiği bir ülke tarafından yapılıyor.

Öyle bir "pazarlık" ki, aslı astarı olsa, "Büyük Skandal" diye manşet atmadığı için haberi yapan gazetenin yıllarca kimse yüzüne bakmaz.

Ama merak etmeyin, belli ki durum o derece

vahim değil...

Belli ki, Zeynel Lüle, Brüksel'den haberlerin kıt olduğu şu günlerde, "Edinilen bilgilere" dayanarak merkeze bir haber, daha doğrusu "izlenimlerini" geçmiş.

Manşete çıkan haberde zaten manşetteki ifadenin anlattığından gayri hiçbir bilgi yok. Haber metninde sürekli bu ifade döndürülüyor. Aslında birkaç ek bilgi yok değil ama bunların da iddiayla ilgisi yok; bunlar "Leyla Zana kimdir?" ya da "AB'nin terör örgütleri listesi" gibi, tek cümlelik "haber"in yanında (daha kolay yutulması için) servisi yapılan "demirbaş" bilgiler...

Peki, AB Komisyonu'na, "Alın KADEK'i listeye, salıverelim Leyla Zana ve arkadaşlarını!" mesajını iletenler kim? Hürriyet'in haberinden anlaşıldığı kadarıyla bu misyon "gerek diplomat, gerekse bürokrat seviyesinde" gerçekleşiyor. İyi de kim bunlar? Ankara'nın "Gidin pazarlık yapın!" diye görevlendirdiği bu "diplomat ve bürokratlar" kim? Tahmin ettiğiniz gibi haberde bu soruların da cevabı yok.

Hem dikkat ettiniz mi, gazete basbayağı "gerek diplomat, gerekse bürokrat" ifadesini kullanıyor. Yoksa biz mi yanlış biliyoruz; "diplomatlar" da "bürokrasi"nin bir parçası değiller miydi?! (K.B.)


Hürriyet muhabiri inatçı çıktı!

Geçen hafta Hürriyet'te yer alan "mânasız" bir haberdi. Güya, Galatasaray Üniversitesi'nin 10'uncu yıl kutlama töreninde İstiklal Marşı'nın okunması unutulmuştu...

Hani vardır ya, "Bir bu eksikti!" dedirten cinsten haberler vardır ya, işte böyle bir şey...

Haber "mânasız"dı, çünkü herşeyden önce, haberde de belirtildiği gibi, aktarılanlar eğer doğru bile olsa olay bir "unutkanlıktan" ibaretti....

Ne yani olamaz mı; bir törende, söz konusu olan İstiklal Marşı'nın okunması bile olsa, bir "unutkanlık" olamaz mı?

Yoksa gazete başka bir şey mi ima etmeye çalışıyor; yoksa, Galatasaray Üniversitesi'nde İstiklal Marşı'nın yeteri kadar "ciddiye alınmadığını" mı söylemek istiyor!

Neyse, çok geçmeden üniversite rektöründen bir açıklama geldi: Hayır, İstiklal Marşı'nın "unutulduğu" doğru değildi... Marşın okunması, bilinçli bir şekilde, protokolda bulunan ve aralarında Fransa Büyükelçisi'nin de bulunduğu zevatın törende yerlerini almaları için özellikle biraz geciktirilmişti...

Görüyorsunuz, makûl bir açıklama gelmiş, dolayısıyla konunun artık kapanması gerekmez mi?

Ne gezer... Hürriyet'in (20 Ekim) "Okur Köşesi"nde konu tekrar açılmış. Garip bir biçimde, "Okur Köşesi"ne yazan da Hürriyet'in söz konusu haberi yapan muhabiri.

Hürriyet muhabiri Ardıç Aytalar, ısrar ediyor; Galatasaray Rektörü'nün cevabının gerçeği yansıtmadığını söylüyor, "organizasyon bozukluklarına bizzat tanık oldum" diyor. Delil olarak da, İstiklal Marşı'nın "unutulması" sonrasında salonda yaşanan ve kendisinin şahit olduğu "paniği" gösteriyor: "İstiklal Marşı'nın okunmasının unutulmasıyla ilgili paniğe sonuna kadar tanık oldum. (...) Törenlerin başında yapılması gereken saygı duruşu ve İstiklal Marşı'nın okunması, organizasyonun ikinci bölümünde gerçekleşti."

Muhabirin (ve bu arada "Okur Köşesi"nin) ısrarını anlamak mümkün değil... İyi ya işte görüyorsunuz, diyelim ki (rektör "unutulmadı" dese de) İstiklal Marşı'nın okunması törenin başında unutulmuş olsa da, törenin ikinci bölümünde hata hemen düzeltilmiş ve okunmuş, daha ne istiyorsunuz?

Sanırsınız ki bir gazete muhabiriyle değil de, bir "İstiklal Marşı Komiseri" ile karşı karşıyasınız! (K.B.)


24 Ekim 2003
Cuma
 
YÖNETENLER: Kürşat Bumin
Alper Görmüş


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED