|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
İnsanların olduğu gibi devletlerin de çocukluk dönemleri vardır; o dönemde devletlerin de –tıpkı çocuklar ve genç insanlar gibi– özgüven eksikliği yaşamasını doğal karşılamak gerekiyor. Türkiye'de sorun, devletin, yaşı ilerledikçe bile özgüven eksikliğinden kurtulamaması... Bugün Cumhuriyet'in 80. yılını kutluyoruz, ama Cumhuriyet'e sahip çıktığı iddiasını taşıyanlar, bir türlü devletin ve vatandaşların olgunlaştığını kabul etmiyorlar... Cumhuriyet'in kurucu kadrosunun yaklaşımından ne kadar farklı bir durumdayız... Türkiye'nin kendi beşerî zenginliğinden kuşku duyması için bir sebep yok bugün. Cumhuriyet'in 80. yılında Cumhuriyet ideallerine ters gelebilecek herhangi bir köklü akım ve düşünce sistemi yok ülkemizde. Kamuoyu yoklamaları sağduyu zemininde çok geniş bir ittifak sağlandığına işaret ediyor: Düşünce özgürlüğü (yüzde 94,9), inanç özgürlüğü (94.6), demokrasi (91.5) cumhuriyet (90,8), lâiklik (76,0) ve din (72,9) gibi değerler etrafında buluşmayı başarmış bir toplumuz... Bu buluşma, her ülkenin erişmeyi amaçladığı ideal bir formüldür. Türkiye, 80 yıl içerisinde bunu başarabilmiş bir ülke. İnsanları kendine güvenen bir ülke burası. Tehditlere fazla kulak asmıyor. Şu sıralarda Cumhuriyet Bayramı resepsiyonu yüzünden yer gök 'başörtüsü' sözcüğüyle inliyor; ancak toplum o konuyu da çoktan geride bırakmış durumda. Birkaç yıl önce yapılan önemli bir araştırmada, "Başını örten kadınlar sizi rahatsız ediyor mu?" sorusuna, "Hayır" cevabını verenlerin oranındaki yükseklik rahatlatıcıydı: Yüzde 83,5... Her dört kişiden üçü (yüzde 76), "Başörtüsü üniversitelerde serbest olmalı" diyen, hatta aynı orana yakın (yüzde 74,7) kişinin "Devlet dairelerinde de başörtüsü serbest olmalı" görüşünü açıkladığı bir ülke Türkiye... Sözünü ettiğim araştırma, birkaç yıl önce, Boğaziçi Üniversitesi'nden iki değerli bilimadamı (Prof. Binnaz Toprak ile Doç. Ali Çarkoğlu) tarafından TESEV adına yapılmıştı. Araştırmanın en önemli sonucu Türk toplumunun hoşgörüsünü ispatlamasıydı. Başörtüsüne karşı çıkmayan insanlar mini-etek konusunda da (yüzde 66,3) hoşgörülüler... 28 Şubat sürecinin etkisini hissettirdiği günlerde (1999 nisan) gerçekleştirilmesine rağmen, araştırmanın özgüven fışkıran bulguları, Türkiye'de korkulacak bir durum bulunmadığını açıkça gösteriyor. Peki, öyle olduğu halde, 80. yıla damgasını vuran çekişmeler, salkım saçak korkular, askeri göreve dâvet etmelerin altında ne yatıyor? 3 Kasım seçiminin sonuçları, iktidara taşınan parti ne kadar dikkatli davranırsa davransın, Türkiye'deki sosyal yapıda önemli bir yenilenmeyi gündeme getirdi. Türkiye, seçimden buyana ciddi biçimde kabuk değiştiriyor. Bizdekine benzer dönüşümleri daha dar bir alanda ve çok kısa sürede yaşayan ülkelerde başgösteren çalkantılardan haberdarız; Gorbaçov'dan Yeltsin'e doğru giden Rusya sözgelimi... Ak Parti hükümeti, acelesi olmadığı için, kendisini iktidara taşıyan halkın beklediği dönüşümü yıllara yayma eğiliminde; ancak değişimin hedef aldığı kabuk yapı direniyor... Türkiye'de başgösteren mücadele, esas itibariyle, geleneksel yönetici seçkinler ile halkın demokratik talepleri arasındaki sınıfsal çatışma... Kendilerini halkın seçimine sunmamış, ancak atamayla gelinen konumları gereği ülkeyi yönetegelen seçkinler, 3 Kasım'ın ortaya çıkardığı tabloyu engellemek için ellerinden geleni yaptılar; şimdi de sandık sonucunu boşa çıkartma çabasındalar. Bu çekişmede yanlış yerde duran Cumhurbaşkanı Sezer'in varlığı sizleri şaşırtmasın; başörtüsü ve YÖK gibi konular üzerinden verilen bunun mücadelesidir... 80. yılda, Cumhuriyet dönemi boyunca çıkardığımız Nobel ödüllü bilim ve edebiyat adamlarımız, insanlığa katkılarımızla övünmeli değil miydik? Hâlâ 10. yıl marşıyla kafa bulmamız bile ne kadar 'çağdışı' kaldığımızı göstermiyor mu? Ne dersiniz, acaba 100. yılda değişmeyi başarabilebilecek miyiz?
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |