AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

Y A Z A R L A R
Rektörlerin üniversitelerini temsil hakkı sonsuz mu?

Ahmet Altan yazısına (gazetem.net) şöyle başlamış: "Benim önerim şu... Yirmi dört saat, 'Atatürk ilkeleri, irtica, şeriat, laiklik, türban, ulusal çıkarlarımız, düşman, cumhuriyet, güçlü ordu, Kemalizm, genelkurmay,' sözlerinin söylenmesini yasak edelim, bu kelimeleri kullanmadan konuşmayı becerip, mantıklı cümleler kurabilen bir rektör bulabilirsek üniversitelerimizi ona emanet edelim."

Ne dersiniz, şansımız var mı?!

Bakın şu "Ordu Göreve" pankartının yol açtığı tartışmaya... Söz konusu pankartın "rektörlerde de rahatsızlık yarattığını" öğreniyoruz... Yapılan açıklamalarda "pankartın radikal ve aşırı grupların provokasyonu" olduğu iddia ediliyor. Pankartın açıldığı yürüyüşün iki düzenleyicisinden birisi olan "Ankara Üniversitesi"nin rektörü de manzaradan şikayetçi... "Bu kuruluşun (hani şu provokasyon yapan kuruluş), rektörler ve Atatürkçü Düşünce Derneği ile ilgisi yoktur. Ordumuzu rencide edebilecek böyle seylemlere katılmamız söz konusu olmadığı gibi, tarafımızca şiddetle kınandığı kamuoyuna duyurulur" diyor. Provokasyonu yapan kuruluşun adı da ilginç: Atatürkçü Düşünce Kulüpleri Federasyonu. Yani özetle, olaylı yürüyüşün iki düzenleyicisinden ikincisi olan Atatürkçü Düşünce Derneği, Atatürkçü Düşünce Kulüpleri Federasyonu'ndan şikayetçi, onu kınıyor...

Görüyorsunuz, işler hepten karışmış durumda!

Tabii ki böyle olur; siz eğer her medeni ülkede olduğu gibi siyaseti bir takım "evrensel" değerler ve adlar etrafında değil de, hâlâ sadece bu ülkeye özgü bir bir öğreti çerçevesinde yapmakta ısrar ederseniz, işler tabii ki karışır...

Ankara Üniversitesi Rektörü'nün açıklamasında yer alan şu cümle de ilgi çekici: "Ordumuzu rencide edebilecek böyle söylemlere katılmamız..." Dikkat edin, Rektör, milletin böyle demokrasi karşıtı pankart mı olurmuş, diye ayağa kalktığı bir günde, vurguyu özellikle "Ordu"nun "rencide" olabileceği hususunda yapıyor. Tamam, bu pankart belki "Ordu"yu da rencide edebilir, ama bir rektörün tepkisini böyle ölçülü dile getirmesi uygun mudur? Asıl "rencide" edilenin "demokrasi" olduğunu hatırlatması gerekmez mi?

Peki, bir üniversite rektörünün, "yürüyüş"te de dile getirilen tamamen siyasi konular söz konusu olduğunda, başında bulunduğu üniversite adına konuşması ya da yazıp çizmesi doğru mudur? Olur mu öyle şey; adına "rektör" dediğimiz yöneticinin böyle bir temsil gücü ve hakkı yok ki... O sadece, üniversitenin idari ve akademik işlerini yürütsün diye kurumun başına getirilen bir öğretim üyesinden ibaret... Ankara Üniversitesi Rektörü, Atatürkçü Düşünce Derneği ile ortaklaşa bir yürüyüş tertip ederken üniversitedeki öğretim üyelerinin teker teker fikrini almış mı? Tabii ki almamış. Bu durumda, işgal ettiği makam kendisine bu hakkı, yetkiyi veriyor mu?

Yani şimdi Ankara Üniversitesi'nde görev yapan öğretim üyeleri arasında "Üniversite olarak Atatürkçü Düşünce Derneği ile ne diye işbirliği yapacakmışız, ne münasebet!" diye düşünmüş ve düşünmeye devam eden tek bir kişi yok mu? Bir rektör, ne hakla, öğrencilerini de katarsak binlerce kişi adına çok tartışmalı bir dernekle işbirliği yapıyor?

Bir kez daha tekrarlayalım: Rektörler, üniversitelerini üniversiteler camiası içinde ve "protokolde" temsil etme hakkına sahipler. Başında bulundukları kurumların bünyesinde yer alan öğretim üyeleri ve öğrencilerin "siyasi görüşlerini" temsil hakları yoktur. Dolayısıyla bir gazetelerde yer alan, "Ankara Üniversitesi ve Atatürkçü Düşünce Derneği'nin ortaklaşa düzenlediği yürüyüş" şeklindeki ifadelerin kullanılmasına fırsat ve izin veremezler.

"Beni nasıl olsa rektör atadılar!" diyerek, bu kadar da ileri gidilmez ki...

* * *

"Türk basını"nı tatmin etmek gerçekten mümkün değil... Çankaya'daki Cumhuriyet Resepsiyonu'yla ilgili tartışmada, "Tabii ki başörtülü eşler çağırılmayacak, orası bir kamusal alan!" klişesini günlerdir tekrar edenler, AKP milletvekillerinin daveti, "sembolik" bir kaç katılım dışında (bu da önemli çünkü aksi takdirde "Cumhuriyet kutlamalarını boykot ettiler!" suçlaması da sumenin altında bekliyor!) hep birlikte reddetme, davetiyeleri iade etme ihtimali ortaya çıkınca (ki doğrusu da budur) bu kez de "Türban krizi tırmandırılıyor" demeye başladılar!

Gerçekten gülünesi bir manzara....

- Beni de çağır ki geleyim!
- Hayır!
- Beni çağırmadığına göre kocam da gelmiyor!
- Buna da hayır!

Gerçekten anlaşılır gibi değil... Bakın Güngör Mengi (Vatan) ne yazıyor: "Ama (Başbakan Erdoğan) son davetiye krizinde pozisyonunu değiştirmiş ve 'Arkadaşlarıma illâ ki gidin diyemem' demiştir. Bu tavır, türban kavgasını siyasetin merkezine taşımak için fırsat kollayanlara cesaret vermiştir."(!) Bu kadar olur doğrusu... Belli ki başyazar, fırsat bu fırsattır deyip AKP milletvekillerini "terbiye" etmeye de çalışıyor: Gideceksin, hem de bal gibi, tıpış tıpış gideceksin! Yanında eşin olmasa da, ona davetiye gitmemiş olmasa da davete mutlaka gideceksin, gitme de göreyim bakalım!


29 Ekim 2003
Çarşamba
 
KÜRŞAT BUMİN


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED