AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

Y A Z A R L A R
Hz. Peygamber'i kendimize, kendimizi de Hz. Peygamber'e çağdaş kılabilmek (1)

İnsanlık tarihinde, iki büyük hâdise eşzamanlı olarak cereyân ediyor: Birincisi, neo-pagan Batı uygarlığının, yeryüzünde tek başına hükümfermâ olması. İkinci büyük hâdise ise, son üç-dört asırdan bu yana peygamberî soluğun, ilk kez insanlığın hayatından uzaklaşması.

Zaman-mekân mesafesinin "ortadan kalktığı", her şeyin küre ölçeğinde cereyan ettiği bir zaman diliminde, bütün sorunları küre ölçekli düşünmek ve hâl yoluna koymak zorundayız. Aksi takdirde analizlerimizin kısa devre yapmasını ve devre dışı kalmasını önleyemeyiz.

İslâm'ın müntesipleri, MESELElerini sadece etnik, lokal ve ulusal düzlemlerle ele alamazlar; çünkü İslâm'ın insana ve bütün varlıklara sorduğu SUALler ve onlardan beklediği MESÛLİYETler, etnik, lokal ve ulusal sınırlarla da, bu dünyayla da sınırlandırılamaz. (Dikkat: Bu üç kelime, hem etimolojik olarak, hem de semantik olarak aynı anlam kümesine ait).

Asıl sorunumuz, medeniyet buhranı sorunudur; dolayısıyla etnik, lokal veya ulusal gibi görünen sorunlar aslî değil, arızî sorunlardır. Müslüman toplumlar, bu arızî (mikro) sorunları, aslî (makro) sorunları katına yükselttikleri andan itibaren, bu sorunların çözümünde atılacak her adım, kaçınılmaz olarak ârızalar üretecek; bu sorunları eksene alan kişisel veya kollektif aktörlerin türlü taarruzlara maruz kalmaları, dolayısıyla bu sorunların iyice içinden çıkılmaz bir hâl alması kolay kolay önlenemeyecektir.

Müslüman toplumların, mikro düzlemlerdeki sorunlarını da anlamlandırabilmek ve hâl yoluna koyabilmek için, makro (aslî) bir perspektife ihtiyaçları var: Bu perspektifin adı, medeniyet perspektifidir. Medeniyet perspektifinin, hem varış, hem de kalkış noktası, vahiy ve vahyin hayata aktarıcısı ve hayatlaştırıcısı olan Hz. Peygamber'dir.

Vahyin etnik, lokal ve ulusal sınırları ve sınırlamaları aşacak şekilde hayatlaşmasının vasatını oluşturan ve vâsıtalarını üreten medeniyet perspektifi veya medeniyet tasavvuru, müslüman toplumların, sorunlarını zaten küre ölçekli düşünmelerini zorunlu kılan bir kapı ve pencere açıyor müslümanların önüne.

Dahası, İslâm, sadece müslümanların dünyevî hayatlarının tanzîmi sürecinde küre ölçekli bir düzlem önermekle kalmıyor; bu küre ölçekli düzlemi icbar eden, fizik ve fizikötesi dünyaları aynı anda mezceden, kuşatan, kucaklayan ve anlamlandıran zamanlar ve mekânlar ötesi bir idrâk biçimi ve tasavvur da sunuyor müslümanlara.

Burada sadece İslâm'ın sunduğu ve iki esaslı boyutta cereyan ve tezahür eden bir imkâna, yalnızca müslüman toplumların değil, bütün insanlığın sorunlarını hâl yoluna koyabilecek birbirini itmek veya yoksaymak yerine, birbirini çeken, besleyen ve varkılan "mekân"lar olma özelliğine sahip esaslı bir imkâna dikkat çekmiş oluyorum: Birincisi, fizik düzlemde, İslâm, müslüman toplumları, tüm insanlığın sorunlarını kendi sorunlarıymış gibi algılamalarını mümkün kılabilecek, onları, etnik, lokal ve ulusal sınırlardan ve sınırlamalardan kurtaracak cihanşümûl (küre-ölçekli) bir varoluş alanı tayin, tarif ve tahsis ediyor müslümanlara.

İkincisi, fizikötesi düzlemde ise, İslâm, insanın tabiatla, kâinâtla ve Yaratıcı ile irtibatı koparmamasını öngörüyor; dolayısıyla İslâm, tabiatla, kâinatla ve Yaratıcı ile çatışmaya, onları kontrol etmeye değil; onlarla mîzân'a (dengesizliğe, zulme, şirke, şirrete ve şiddete RAĞMEN, dengeye, adalete, tevhîde, selâmete ve sulhe) dayalı bir ilişki ve irtibat hâlinde olmasını talep ediyor emîn olan mümin'den. Mümin'in bu mükellefiyeti yerine getirebilmesi, sadece fizikötesi dünya ile değil aynı zamanda fizik dünya ile de irtibatını koparmamasına bağlı. Eğer mümin, fizik dünya ile irtibatını koparacak olursa, sadece kendi dünyasının değil, bütün insanlığın ve diğer varlıkların dünyalarının tarumâr olması kaçınılmazlaşabilir. İşte şu ân insanlığın geldi nokta burası.

Fizik veya fizikötesi dünyalardan birinin tek başına hayata çeki düzen vermesi, hayatı çekilmez kılar: Oysa bu bir çıkmaz sokaktır; insanlığı bu çıkmaz sokaktan hem fizik, hem de fizikötesi dünyaları ve imkânları aynı anda vahyin ışığında harekete geçirebilen bir dünya tasavvuru kurtarabilir ancak. Dünyanın geldiği nokta, insanlığın bundan sonra nereye gidemeyeceğine ve nereye gidebileceğine dâir çok esaslı bir dönüm noktasının, geri-dönüşü olmayan bir dönüşüm noktasının eşiğine geldiğimize işaret ediyor bize.

Bir meselemiz olabilmeli ki, mesûliyetimizin farkına varabilelim; mesûliyetimizin farkına varabilmemiz ise meselesi olan insanların mesûliyetlerini yerine nasıl getirebileceklerine dâir suâller sorabilmeleriyle bahis mevzuû olabilir ancak.

Mesele, mesûliyet ve suâl... Suâlimiz yoksa, mesûliyetimiz de yok; mesûliyetimiz yoksa, meselemiz de yok demektir. Veya bir meselemiz varsa, mesûliyetimiz de var, mesûliyetimiz varsa, suâlimiz de var demektir.

En temel meselemiz İslâm, en temel mesûliyetimiz müslim olmak... O hâlde, en temel suâlimiz ise: Hakîkaten meselemiz İslâm mı ve hakîkaten mesûliyetimizi müdrik (her dâim müslim) miyiz?

Bu soruya cevap verebilmenin en esaslı yolu, Hz. Peygamber'i kendimize, kendimizi de Hz. Peygamber'e çağdaş kılabilmemizden; bunun yolu da, Pazartesi günkü yazıda özetlediğim Hz. Peygamber'in Tanık, Özne ve Öncü "kişilik"lerini, hayatımızda teşhis, tespit ve ispat edilebilecek kadar müşahhaslaştırabilmemiz, sabitleştirebilmemiz ve ispatlayabilmemizden geçiyor.

Peygamberî soluğun yeniden hayatımıza nefes üfleyebilmesi neo-pagan Batı kültürünün varoluş serüveninin soykütüğünü çıkarmamıza, bunun için bütün zamanları seferber edebilecek kadar bütün zamanları kendi çocuğumuz kılarak bütün zamanların çocuğu olabilmemize ve dolayısıyla Batı kültürüyle yüzleşip, hesaplaşıp Batı kültürüne RAĞMEN direniş, varoluş ve duruma hâkim oluş ruhu ve vasatları geliştirebilmemize bağlıdır, diyorum. Ramazanda, hem fizik, hem de fizikötesi dünyaları aynı anda tecrübe etmemizi, zaptu rapt altına almamızı mümkün kılabilecek böylesi bir direniş, varoluş ve duruma hâkim oluş ruhu ve vasatları geliştiriyoruz, ama bunun ne kadar farkındayız ve bu farkındalığı nasıl görünür kılabilir ve muhkemleştirebiliriz acaba? İşte meselemizin bize yüklediği mesuliyetin bizden cevabını araştırmamızı istediği en esaslı suâllerden biri bu... Pazartesi günü bu suâlin izini süreceğiz...


29 Ekim 2003
Çarşamba
 
YUSUF KAPLAN


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED